Aradığınız İlhama Şu Anda Ulaşılamıyor
Aylardır yeni çıkacak kitabım için -sayısı bilmem kaç oldu- oturduğum bilgisayarımın başından gecenin bir vakti yeniden ayaklandım. Serin bahar gecesine rağmen salonun penceresini açıp, yağmur damlalarının yüzüme çarpmasına izin verdim. Yağmur eşliğinde esen rüzgârı iliklerime kadar hissedebiliyordum. Yine de öylece durup sokağı izlemeye devam ettim. Ne zor şeydi oturup birkaç satır bir şeyler yazabilmek, ilhamın gelmesini beklemek! Sahi neydi şu ilham dedikleri şey? Bir kez kaçtı mı günlerce, haftalarca hatta aylarca gelmez miydi? Şöyle bir gün karşıma alıp konuşabilme şansım olsaydı eğer ona söyleyecek çok şeyim olacaktı. Her ihtiyaç duyduğumda ortadan kayboluyordu. Gelmeyecekse neden vardı ki?
“Söyle bakalım ne söyleyeceksen, geldim işte.”
Duyduğum sesle birlikte irkilerek arkama döndüğümde odada kimseyi göremedim. Gözlerim salonu şöyle bir taradı ama kimse yoktu.
Televizyon ünitesi, koltuklar, kitaplık… Ama sadece kocaman bir boşluk. “Hey buradayım. Görmüyor musun beni?” Sesi yeniden duyduğumda gözlerim bu kez masaya çevrildi.
Hemen bilgisayarımın yanında oturmuş, bacaklarını masadan aşağıya sallandırmakta, boyu tahminen bir elimin parmak ucundan dirseğime kadar olan uzunlukta küçük bir kadındı. Dağınık kumral saçları başının üzerinde gelişigüzel toplanmış, üzerinde pijaması, kahverengi uyku dolu gözleri ile bana bakıyordu.
Gördüğüm şeyden emin olmak için gözlerimi ovuşturup, yeniden açtım. O ise anlamsız gözlerle bana bakıyordu. Ben ise gecenin bu vaktinde hayal görmediğimden emin olmaya çalışıyordum. “Biraz daha bu şekilde bakmaya devam edeceksen geri döneceğim. Zaten tam da uykunun en güzel yerinde uyandırdın beni.”
“Tamam dur gitme! Sen kimsin? Daha doğrusu sen nesin?”
“Deminden beridir ismimi sayıkladığın kişiyim.”
Bu kez de ben anlamsız gözlerle ona bakmaya devam ediyorken, sözüne devam etti.
“Bunda anlamayacak ne var? Ben bir ilhamım.”
“Ne ilham mı? İlham perisi gibi bir şey mi yani?”
“Siz insanlar peri diyorsunuz ama öyle peri diyecek bir gücümüz yok. Sadece insanlara yeni fikirler, yeni bir şeyler geliştirmelerinde yardım ediyoruz o kadar.”
“Tamam, neden öyleyse her zaman size ulaşılamıyor? Ne zaman ilhama ihtiyaç duysam uçup gidiyorsunuz?” Şimdi de durmuş kendisini bir ilham olarak tanıtan küçücük bir kadınla konuşuyordum. “Canım kolay mı öyle her ilham isteyene ulaşmak. Dünyada bir sürü insan var, her birine ulaşmak çok uzun zaman alıyor.”
“Peki, benim ilhamım ne zaman gelecek İlham Hanım? Söyle de bilelim. Acilen ilhama ihtiyacım var benim.”
“İsminiz neydi acaba?” Cebinden küçük bir tablet çıkarıp bir şeyler açmaya başladı. Bir de bana isminiz neydi diye soruyordu. “Yüzüme tuhaf tuhaf bakmaya devam edecek misiniz? Dedim ya herkese ilham ulaştırmak o kadar kolay değil diye. Bizim de bir randevu listemiz var. Kime ne zaman ulaşacağımızı ona göre belirliyoruz.”
Duyduklarım yüzümdeki anlamsız ifadenin yerini şaşkınlığa bırakırken merakla sordum. “Ben Duygu. Duygu Kaya. Şimdi söyle bakalım bana ne zaman uğrayacaksınız İlham Hanım?” Elindeki tablete yeniden baktıktan sonra, “Evet, yazar hanım buradaki plana göre sana iki hafta sonra uğrayacağım.”
“Olmaz, ben bir an önce romanımın son kısmını tamamlamalıyım.”
“Bu mümkün değil. O güne kadar gitmem gereken o kadar çok kişi var ki sana sıra gelmez. Ama bir süre bana yardım edip insanlara ilham olursan senin işini hızlandırabilirim.”
“Nasıl yani?” Sanırım şu anda bir rüyanın ortasındaydım. Ama rüyalar bu kadar uzun sürer miydi? Belki de sandığımdan çok daha uzun sürüyordu. “Şöyle ki bir süreliğine benim yerime geçip ilhamlarımızı paylaşacağız.”
“O zaman ben kendi kendime ilham olurum.”
“İlhamlar kendilerine ilham olamazlar.” dedi bana, bilmiş bilmiş bakıp.
“Tamam, kabul ediyorum. Hem ne kadar zor olabilir ki insanlara ilham olmak?” Dediklerim karşısında küçümser bir bakış attı.
“İnsanlara ilham olmak sandığın kadar kolay değildir. Neyse ben şimdi gidiyorum. Yarın sana nasıl ilham olman gerektiğini göstereceğim.”
Der demez bir anda ortadan kaybolup gidiverdi. O giderken sağ elimi kaldırıp güle güle demiştim. Hâlâ delirmediğimden emin olmaya çalışıyordum. En iyisi yatağa uzanıp derin bir uyku çekmekti. Son zamanlarda romanımı tamamlamak için kısacık uyku ile tüm günü geçirdiğimden hayal görmeye başlamıştım.
Ertesi güne gözlerimi açtığımda yatağımın yan tarafında dün gece gördüğüm İlham Hanım bacak bacak üstüne atmış bana bakıyordu. Bu kez spor kıyafetler vardı üzerinde. Sanırım artık rüya görmüyordum.
Kısa süreli bir çığlığımdan sonra bana üstten bakıp, “Uyanmana sevindim. Yoksa ben seni uyandıracaktım. Bugün seninle çok işimiz var, kahvaltını yapıp sokağın karşısında duran parktaki büyük çınar ağacının altına gel.”
“Ne? Neden?” demeye kalmadan yeniden ortadan kaybolmuştu. Üzerimi değiştirip kısa bir kahvaltının ardından İlham Hanım’ın dediği konuma gitmek üzere evden ayrıldım.
Şu anda yaptığım şey mantık dışıydı. Ama artık sorgulama gereği duymuyordum sanırım. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra dediği parktaki çınar ağacının altına gelip etrafa bakındım. “Umarım beni dışarıdan birileri görmez.” diye içimden geçirdim.
Aksi takdirde delirmiş olduğum kesinleşecekti. Etrafıma bakınmaya devam ederken çınar ağacının arkasından bir ses işittim. “Pişştt… buradayım. Sonunda geldin. Gel benimle.” Dediğini yapıp çınar ağacının arkasına doğru ilerledim. Karşısına geçtiğimde neden burada olduğumuzu merak ediyordum. “Neden buradayız?”
“Bu ağaç benim evim.”
“Evin mi?”
“Biz ilhamlar insanların ayakları altında ezilmemek için ağaçlarda yaşarız. İşte bu çınar da benim evim. Şimdi seni oraya götüreyim.”
“Bu nasıl…” demeye kalmadan kendimi minik bir evin kapısının önünde buldum. Ama tuhaf olan diğer bir durum şey şuydu ki ben bu kapıdan içeri girebilecek boyuta gelmiştim.
Ben de artık bir “İLHAMDIM.” Üzerimdeki şaşkınlığı atmam oldukça uzun sürmüştü. Şaşkınlığımı üstümden attıktan sonra küçük kapıdan içeri girdim. Burası tıpkı bir ağaç evi gibiydi. İlk kısım küçük bir salondu.
Küçük kuş tüylerinden yapılmış ortada bir halı, duvarda ahşap birkaç koltuk, üzerinde yünlerden yapılmış minderler, hemen karşıda da televizyon olduğunu düşündüğüm bir ekran vardı. Küçük pencereden dışarı baktığımda parka yukarıdan bakıyordum. Burası oldukça yüksekti.
“Eğer durumu kabullendiysen şimdi sana nasıl yapman gerektiğini göstereceğim.” dedikten sonra televizyon olduğunu tahmin ettiğim ekranın önüne geçip açtı ve bana döndü. “İşte buradan ilhama ihtiyacı olan kişilerin konumlarını göreceksin. Bu bir harita, ihtiyacı olan kişi kırmızı yanıyor. İlhamını bulduğunda ise bu yeşile dönüyor. Bu olurken de şurada gördüğün küçük zil çalacak ama merak etme senin için sadece bu şehirde ihtiyaç duyan kişileri verdim. Ben de o sırada başka bir yerde olacağım. Şu gördüğün kolu ise bana ihtiyacın olduğunda kullanabilirsin. Her şeyi anladın mı?”
“Evet, ama nasıl ilham olacağımı söylemedin.”
“Sen sadece o kişinin yanına gideceksin bu kadar. Şimdi benim gitmem gerekiyor.” dedikten sonra yine bir anda ortadan kayboldu. Ben ise daha içinde bulunduğum durumu idrak etmekle meşguldüm. Peki şimdi ne yapacaktım? Bir süre pencereden dışarı baktım.
Hemen karşıda duran ağaç dalına küçük bir kuş konmuştu. Küçük diyorum ama bu normal halimde olsaydım geçerliydi. Ama bu açıdan bakınca hiç de küçük görünmüyordu. Daha sonra gidip koltuğa oturdum. Öylece beklemek oldukça sıkıcı bir işti.
Koltukta oturmuş boş boş etrafa bakınırken bir anda odayı gürültülü bir ses doldurdu. Ne olduğunu anlamak uzun sürmemişti. İşte ilham bekleyen ilk kişiydi. Koşup ekrana baktığımda denizin ortasını gösteriyordu.
Bu hiç de iyi bir durum değildi. Beni deniz tutardı. Sonra birden kendimi bir yolcu gemisinde buldum. Oldukça kalabalıktı. Kimin çağırdığını anlamak için ileriye doğru gidecektim ki küçük bir ilham olduğum aklıma geldi. Hızla insanların arasından geçmeye çalıştım. Az kalsın eziliyordum.
Yanımdan aceleyle gelip geçen insanlar koluma, başıma çarpmış ve birkaçı da ayağıma basmıştı. Hızla koşup teknenin kenarına geldiğimde cebimde duran küçük tableti çıkarıp ilham isteyen kişiyi bulmaya çalıştım.
İşte, hemen ileride duran, elinde bir kağıt ve kalemle oturmuş bir şeyler yazmaya çalışan bir gençti. Sanırım yeni bir şarkı sözü yazmaya uğraşıyordu. Tam yanına doğru gidiyordum ki teknede olduğum aklıma geldi. Olamaz… Ama olmuştu bir kere. Keşke sabah kahvaltı yapmasaydım. Kendimi toparlayıp ilhama doğru gittim.
Ve işte aradığı ilhamı bulmuştu sanırım.
Ben ise bu işten pek bir şey anlamamıştım. Geriye döndüğümde kendimi oldukça kötü hissediyordum. Gidip ağaç koltuğun üzerine uzandım ama hiç rahat değildi.
Şu anda kendi yumuşacık yatağımda olmayı öyle çok istiyordum ki… Birkaç dakika uzandıktan sonra yine o gürültülü sesi duydum. Ellerimle kulaklarımı tıkayıp sesi duymamaya çalışıyordum. Ama olmadı.
Zorla ayağa kalkıp ekrana baktığımda bu kez konum bir şehiriçi dolmuşu gösteriyordu. İşte yine en sevmediğim ortamlardan biri daha. Sanırım taşıtlara karşı bir antipatim vardı. Üstelik dolmuşta ilham gelmesi de nereden çıkmıştı!
Dolmuşa geldiğimde burası gemiden çok daha kalabalık ve sıkışıktı. Üstelik yine insanlar bana çarpmışlardı. İçerisi de oldukça sıcaktı. Bir an evvel buradan çıkmak istiyordum. Kendimi boğulmuş gibi hissediyordum.
Tableti, yeniden çıkarıp aldığımda dolmuşun durması ile bir anda elimden düşürmüştüm. Almak için uzandığımda birisi üzerine basmıştı. Neyse ki hala çalışıyordu. Hızla ekrana bakıp kim olduğunu gördüğümde güç bela yanına ilerledim.
Bu kez ilham isteyen, tıpkı benim gibi roman yetiştirmeye çalışan bir yazardı.
Sanırım yazarlığa yeni adım attığı için kafası oldukça karışık görünüyordu. Tıpkı benim ilk zamanlarımda olduğum gibi… Onu görünce, aklıma bitiremediğim romanım gelmişti. Bir an önce gidip bitirmek isityordum.
Nihayet onu geride bırakıp yeniden ağaç eve döndüm. Kendimi kuş tüylerinden oluşan halıya attığımda her yanım ağrıyordu. Ama o gün akşama dek ilham bekleyen insan sayısı oldukça fazlaydı. Ve benim onlara ulaşmaya dermanım kalmamıştı.
Neler gelmemişti ki başıma; teknede, dolmuşta yeterince hırpalanmıştım, birkaç kez kedi, köpek kovalamıştı. Denizin dibine bile dalmıştım. Bunlar sadece saydıklarımdı. İlham olmak hiç de kolay bir şey değilmiş. Üstelik ben sadece bu şehirdekiler için ilhamlık yapmıştım. Dünyada o kadar çok insan vardı ki… Hem sadece ilham olmakla da bitmiyordu. İnsanları bir şeyler için de motive etmeye çalışıyorduk.
Zil sesleri susmazken ben hala oturduğum halının üzerinde yatmaya devam ediyordum. Artık Aradığınız İlhama Ulaşılamıyor’du maalesef. Kalkıp kolu indirdim. Aradan çok kısa bir süre geçmişti ki işte İlham Hanım karşımdaydı.
Anlamsız gözlerle bana bakıyordu. “Ne oldu? Bir sorun mu var?”
“Evet, hem de büyük bir sorun. Sen haklıydın, ben artık ilham olmak istemiyorum. Sadece gidip yumuşacık yatağımda uzanmak istiyorum.”
“Bu kadar kolay olmadığını sana söylemiştim. Neyse bugün bana oldukça yardımcı oldun bu yüzden sabah uyandığında aradığın ilhamı bulmuş olacaksın.”
“Teşekkür ederim İlham Hanım.” dediğimde kendimi bir anda yatağımda bulmuştum. İşte aradığım rahatlık buydu.
Yumuşacık yatağıma gömüldüğümde ağrılarım hafiflemiş gibiydi. Ertesi sabah uyandığımda kendimi oldukça yorgun hissediyordum. Gördüklerim, yaşadıklarım rüya mı? Gerçek mi? Hâlâ ayıramıyordum. Sanırım bu roman işine kafayı fazla yormuştum. Bir an evvel bitirip rahat bir uyku çekmek istiyordum.
Her zamanki gibi kahvemi alıp yeniden masanın başına oturdum. Yarım kalan taslağımı tamamlamak için bilgisayarımı açtım. Roman dosyasına girip bir şeyler yazmayı denedim ama ilk kez aylar sonra yazabiliyordum. Sanırım bu işte İlham Hanım’ın parmağı vardı. Gülümseyerek başımı kaldırdığımda pencerenin önünde bana göz kırpıp ortadan kayboldu. Ah şu İlham Hanım…
Eğlenceli bir yazı, beğendim. Farklı bir bakış açısıyla yazılmış. Hem soyut hem de somut kavramlar iç içe geçirilmiş, tebrik ederim. 🙂
Teşekkür ederim 🙂