EdebiyatHikaye

Arkadaşım Telefon

Bu sabah yine her zamanki gibi uyandım. Buna uyanmak denirse tabii… Gözlerim hâlâ kapalı. İlk iş yine yataktan çıkmadan elim komodinin üzerine doğru ilerledi. Ama bekle, burada küçük dikdörtgen şeklinde bir cisim olması gerekiyordu. Adına telefon dediğimiz o muhteşem şey.

Acaba daha ileri bir noktaya mı koydum diye kolumu daha da ileriye uzattım. Ama tamamen boşluktan ibaretti.

“Gece video izlemekten uyumadın şimdi de kalkamıyorsun değil mi?”

Ne! Bu ses de neydi? İşte o anda gözlerimi açtım. Dur bir dakika, yanlış mı görüyorum, o şey… Nasıl yani? Sanırım hâlâ uyanamadım.

Gözlerimi ovuşturup yeniden açtığımda yine o ses. “Günaydıııınnnn.” dedi.

İşte o anda çığlığı bastım. “Aaaaaaaaaaaaa!”

O ise istifini bozmadan bana bakmaya devam ediyordu. Kısa bir süre filmlerdeki gibi bakıştık. Film demişken dünkü dizi çok güzel değil miydi? Ne diyorum ben.

“Aval aval bakmayı ne zaman keseceksin?”

“Hı, ne?”

“Tam bir saattir alarmı erteleyip duruyorsun.”

Halbuki hiç de öyle birisi değilim demek isterdim ama sanırım biraz öyleyim. Gece kim bilir yine ne zaman daldım uykuya. Yine işe geç kaldım. Hey! Dur bir dakika konumuz bu değil.

Deminden beri anlamlandırmaya çalıştığım şey aslında karşımda dikilmiş bana eleştirel bakışlar atan, neredeyse yarım metrelik boyundaki cep telefonum. Cümlede bir yanlışlık var evet, cep telefonum benimle neden konuşsun ki! Zaten telefonlar canlı değil ki, buna neden şaşırıyorum.

“Sen, nasıl?”

“Nasıl böyle karşında durmuş konuştuğumu merak ediyorsun değil mi? Bir telefonun seninle konuşması çok ilginç olmalı.”

Anlamsız bir şekilde bana açıklama yapan telefonuma onaylarcasına başımı sallıyordum.

“Sen benimle o kadar çok konuşuyorsun ki artık daha fazla dayanamadım. Biraz da ben seninle konuşmak istedim. Belki beni biraz olsun anlarsın.”

“Ne demek istiyorsun ben seninle konuşmuyorum ki. Yani senin aracılığın ile başkaları ile.”

“Yanılıyorsun. Sabah gözlerini yeni bir güne açtığın andan itibaren benimle konuşmaya başlıyorsun. İlk işin beni eline almak oluyor. Uzun bir süre farklı sitelerde vakit geçiriyorsun. Arkadaşların tarafından gönderilen sayısı bilmem kaç tane olan videolara bakıyorsun ve aynı şekilde onlara gönderiyorsun. Ve bunlar olurken sürekli sesli düşünüp kendince eleştirilerde bulunuyorsun. Daha saymamı ister misin? Şimdi aksini iddia edebilir misin?”

Tamam, ona hak veriyordum. Söylediklerinin bir kısmı yani küçük bir kısmı doğru olabilirdi. “Benim için bu kadarı yeterli. Şimdi artık izin verirsen işe gitmeliyim.”

“Kahvaltı yapıp, üzerini giyinmek ve hazırlanmak için yine sadece bir saatin var.” Dönmüş cevap verecekken onun bir telefon olduğunu hatırlayıp hızla mutfağa geçtim. Ekmek arası bir şeyler yapmış ve masaya oturmuştum. O da karşıma geçmiş yarım metrelik ekranında son izlediğim dizi sitesini açıyordu.

“Ne yapıyorsun?”

“Dün bu bölümde kalmıştın. Saatin geç olduğunu fark edip kapatmaya karar verdiğinde hâlâ aklın dizideydi. Devam edebilirsin.”

“Kahvaltı yaparken bir şey…”

Sen kimi kandırıyorsun bakışı attığında cümlemi yarıda kestim.

Evet, her sabah kahvaltı yaparken birkaç dakika dizi ya da film izliyordum. Bu da benim ufak, minicik bir zaafımdı. Ama tüm bunları yapan sadece ben değildim ki. Birçok insan bunu yapıyordu, artık olağan bir durumdu.

“Çok heyecanlı, acaba sonraki bölümde ne olacak?” Bir an için telefonumun benimle konuştuğunu unutmuştum.

“Ne olacak canım, dizi işte. Hem o kadar da merak etmiyorum. Sahiden bak şimdi işe gidiyorum.”

Garip bir şekilde sanki ben küçük bir çocuktum da karşımdaki de annemmiş ve ben okula geç kalmışım gibi hissediyordum. Sanırım artık delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Silkelenip kendime geldiğimde masada beni bekleyen anahtarımı alıp kapıya yöneldim. Hemen yamacımda biten telefonu fark etmem uzun sürmedi.

“Sanırım hâlâ ayılamadım.”

“Ben bir hayal değilim. Buna alışsan iyi edersin. Haydi gidelim, yoksa yine koşturacaksın.”

Tamam, sanırım gerçekten delirdim. Sokağa çıktığımda bunu daha çok ispatlamış oldum. Çevredeki insanların yanında tıpkı benim gibi konuşan ve yürüyen telefonları vardı. İşin tuhaf yanı ise kimsenin buna aldırış ettiği yoktu. Her şey gayet normalmiş gibi görünüyordu.

“Bakma öyle, senin deli olduğunu düşünecekler.” Buna verecek cevabım yoktu, aslında vardı ama içinde bulunduğumuz şu durum çok saçmaydı.

Yol boyunca ilerlemeye devam ettiğimde gariplikler de benimle birlikte geliyordu.

Az önce yanından geçtiğim kız telefonu ile dertleşiyordu. Az ilerideki kız da karşısında fotoğrafını çeken telefonuna nasıl çıktığını soruyordu. Telefonu da ona birkaç tane daha çekmeyi öneriyordu. Bununla da bitmedi. Dolmuşa bindiğimde ise şoförün telefonu yanında oturmuş gelenlerden para alıyordu.

“Sana demiştim.”

“Ne o küs müyüz? Benimle artık konuşmuyor musun?”

Göz devirip camdan yolu izlemeye karar verdiğimde sokağın her bir köşesinde telefonu ile çeşitli şeyler yapan insanları görmek hâlâ çok tuhaftı. Sanırım buna alışmayı reddediyorum. Hâlâ bunun benim hayal gücümün bir ürünü olabileceğini düşünüyorum. Derken önümdeki yaşlı kadın telefonuna maaşının ne zaman yatacağını soruyor.

Siz de mi dercesine bakış attığımda hâlâ yanımda duran telefonumun kıkırdadığını duyuyorum. Bir an önce dolmuştan inmek için dakikaları sayıyorum. İşte bitti. Nihayet son duraktayım. Hızla inip yoluma devam ettiğimde arkamda yine o ses:

“Heeeyyy, nereye gidiyorsun? Ben olmadan işlerini yoluna koyman zor olacak.”

Bu konuda çok haklıydı.

İstemsizce geriye dönüp yanıma gelmesini bekledim. “Tamam, benimle gel ama çok fazla konuşmak yok.”

Telefon ekranında kapatılmış fermuar şekli belirdiğinde başımı iki yana sallayıp iş yerinden içeri girdim. Dördüncü kata çıkmam gerekiyordu. Asansöre doğru ilerlediğimde yine bir grup insanın yanlarında telefonları ile sohbet ettiklerini gördüm.

Garip bir şekilde yanlarında ki insanların ne dediklerini sanki duymuyor gibilerdi. Derin bir nefes verip asansörden indim. Masama geçtiğimde buradakilerin de dışarıdakilerden pek bir farkı yoktu. Herkes telefonları ile o kadar meşguldu ki! Geldiğimi bile kimse fark etmemiş gibiydi. Bunları düşünmemek için bilgisayarı açıp işe giriştim. Tam bir süre odaklanmıştım ki yine o ses;

“Hadi sen de işteyim pozu ver. Bak! Herkes şimdiden sosyal medya da paylaşım yapmaya başladı. Sen çok geciktin.”

“Anlamadım.”

Düşünceli gözlerle onu süzerken gözüm diğer masalara takıldı. Sanırım haklıydı, herkes işi gücü bırakmış poz verme derdine düşmüştü sanki. Evet, bazen bunu ben de yapıyordum ama dışarıdan bir gözle bakınca bunun ne kadar da anlamsız olduğunu düşündüm.

“Hayır, buna hiç gerek yok.”

“Emin misin? Bak, arkadaşların nerelere gitmiş sen hâlâ burada durmuş çalışıyorsun. Bakmak ister misin?”

Sanırım insanların neler yaptığıyla, nerelere gittiğiyle pek bir ilgiliydim. Bakmamak için kendimi çok zorladım. Ama bu ancak birkaç dakika sürdü.

“Tamam, göster hadi.”

“İşte, en sevdiğim kısım. Çok heyecanlı.”

Ve yine o oldu.

Onca iş beni beklerken ben yine dalmış o videodan bu videoya atlarken tam kırk beş dakikamı sosyal medyada geçirdim. Yine herkese uyup iş yerindeyim pozları paylaştım. Yeniden çalışmak için bilgisayara döndüğümde ise bu kez de konsantre olamadım.

“Offfff.”

Sıkıntılı bir iç çekişten sonra yeniden etrafımı süzdüm. Diğerleri de tıpkı benim gibi bıkmış, odak problemi yaşıyordu. Saatler sonunda nihayet öğle yemeği geldiğinde hızla her zaman yemek yediğim restoranta gittim. Masalardan birine geçtiğimde o ses yükseldi:

“Heyyyy! Dizinin yeni bölümü yayınlandı, hemen bakmalısın.” Tabii buna karşı koymadım. Devamında neler olacağını o kadar çok merak ediyordum ki. Öyleki öğle yemeğini iple çektim. Nihayet kaldığım gibi devam edebilirdim.

“Haydi! Hemen izleyelim.”

“İşte.”

Evet, öğle yemeği faslını yine biraz abarttım. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadan telaşla oradan uzaklaştım. Sokakta ilerlerken çevremde gördüğüm insanların telefonları ile sohbet ederek ilerlediklerini görmek hâlâ şaşırtıcı geliyordu.

Attığım her adımda karşımda sanki dünyadan bağımsız yaşayan bir topluluğun parçası gibi görünen insanlar var gibiydi. “Oldukça ilginç değil mi? Sizleri izledikçe işte ben de böyle şaşırıyorum. Bizle meşgul olurken sanki her şeyi unutuyor gibisiniz.”

Yanımdaki ses kendini tekrar hatırlattı.

“Karşı taraftan bakınca durumun bu kadar ciddi olabileceğini düşünmemiştim. Üstelik bu konuyu bir telefonla tartışmam daha da ilginç.”

“Neden? Zaten hergün benimle tartışıyorsun. Konuşuyor olmam sana neden ilginç geldi ki?”

Tamam, buna verecek bir cevabım yoktu. Sanırım haklıydı. Telefon bizleri hayata bağlayan bir oksijen gibiydi sanki. O olmazsa yaşayamazmışız gibi. Bir noktada evet, gerekliydi ama ya sonrası… Tüm bunları düşünürken kendimi yeniden iş yerinde buldum.

Her ne kadar bir an evvel evde olmak istesem de daha yapacak çok iş vardı ve kimse kimseyle meşgul olmak derdinde de değildi. Almam gereken çıktılar, bakmam gereken bir yığın dosya vardı ama hangi bölüme gitsem herkes telefonuyla meşguldü. Tüm iş yükü omuzlarıma binmişti.

Her masadan bir telefon sesi yükseliyordu ama kimse açmaya niyetli değildi. Sadece kişisel telefonuyla ilgileniyordu herkes. Saatlerce bir o masaya bir bu masaya koşturmaktan yorgun düştüm. İşten çıkarken hava çoktan kararmıştı. Esneyerek durağa ilerledim.

“Heyyy! Beni yine unuttun!”

“Ne?”

“İlk defa çok çalışmaktan bana bakmaya fırsatın olmadı.”

“Başkaları bu fırsatı yakaladığı için bana sıra bile gelmedi.”

“Bak buna üzüldüm işte. Tam da sana yeni alışmışken. Hâlâ beni değiştirmeyi düşünüyor musun?”

“Nasıl?”

“Hani geçen gün yeni bir model çıkmış deyip o kadar pahalı olmasına rağmen almak istediğin vardı ya, hâlâ istiyor musun? Herkes yenisini istiyor henüz bozulmasak bile.”

“Şu an için yeni bir model almam mümkün görünmüyor ama bu konuyu yeniden düşünebilirim.”

“İyi o zaman bir süre daha arkadaş olabiliriz. Baksana etrafına, herkesin bir telefon arkadaşı var. Gayet mutlu görünüyorlar.”

O sırada evlerine gitmek için bekleyen insan ve telefon kalabalığı etrafa yayılan bildirim sesleri eşliğinde ilerliyordu. Onca bildirim sesini bir anda duymak hiç de hoş değilmiş. Farklı tonlarda ve melodilerde gökyüzüne yayılan bir gürültü kirliliği… Korna seslerine bir yenisi daha eklenmiş oldu.

“Bence onlar mutlu değiller, sadece bir alışkanlık; tıpkı benim yaptığım gibi ya da bir tür bağımlılık.”

“Evet, bir tür sevgi gibi mi?”

“Hayır, sadece kendilerini orada var etme çabası da diyebiliriz. İnsanlar bazen görünmek istiyorlar ama bunu bazen fazla abartıyorlar sanırım. Ya da bir yarış içindeler.”

Olduğum yerde kalıp bir süre etrafı süzdüm. Sokak oldukça kalabalıktı ama kimsenin kimseyle herhangi bir iletişim kurduğu yoktu. Derin bir nefes verip hızla yanlarından geçtim. Amacım bir an evvel bu kalabalıktan uzaklaşmaktı. Dolmuşa bindiğimde durum hiç de iç açıcı değildi.

Tüm gün gördüğüm senaryo kendini tekrar ediyordu.

Artık ayakta kalan sadece insanlar değildi. Boğulmuş gibi hissediyordum. Daha fazla kalamayacağımı anladığımda bir durak önceden inip kalan yolu yürüyerek devam etmek istedim. Evlerin balkonlarından sesler yükseliyordu.

İnsanlar telefonlarıyla karşılıklı çay içiyor, yemek yiyor, sohbetlerine devam ediyorlardı. Çocuklarınsa yetişkinlerden bir farkı yoktu, belki de onlardan çok daha fazlası vardı. Telefonlar tıpkı ailenin bir üyesi gibiydi.

“Paylaştığın videonun izlenme sayısı artmış, bakmak ister misin?”

Gelen sesle irkilip telefonuma döndüğümde bunun aslında çok da önemli olmadığını fark ettim. Uzandığımda bir gülümseme ile karşılaştım. Hemen ardından da videoyu sayfamdan kaldırdım.

“Heyyy, neden sildin? Çok fazla kişi izlemişti.”

“Birilerinin beğenmesi ve izlemesi için paylaşmak o kadar da önemli değil artık. Sırf bunun için bütün zihnimi buna yoramam ki. Bak ne diyeceğim, en iyisi bu gece film izlemeyelim erken uyuyalım ne dersin? Yarın alışkanlıklarımı yeniden gözden geçirmek istiyorum. Telefona bu kadar boğulmuş bir dünyada yapayalnız kalmak belki de kafa dinlemek ve kendime zaman ayırmak için iyi bir fırsat. Bu yüzden senden özür diliyorum, ama bunu yapmam gerekiyor.”

“Ne?”

Hızla ona uzanıp kapatma tuşuna dokundum.

“Yapm…. “

Çok uzun sürmeyecek olsa da belki de hayatımda aldığım en doğru kararlardan birisiydi. Şimdi gidip güzelce yatağıma uzanmak ve sabahın ilk ışıkları ile kendimi dışarı atıp yapmayı ertelediğim ne varsa onu yapmak istiyordum.

Derin bir nefes alıp kimseyi umursamadan bağırarak şarkılar söyleyip hoplaya zıplaya eve yöneldim. Nasıl olsa kimsenin bana ayıracak bir dakikası bile yoktu. Ya da belki de yarın çok izlenen bir videonun konusu olurdum. İçinden geldiği gibi yaşamak isteyen birisi olurdum. Ama yine de kimse içinden geleni yapmaz ve ekrana gömülmeye devam ederdi. Ama kimin umrunda ki.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu