Aşk ve Düşmanlıkla Örülen Bir Hikâye
Şah ile Mat vardı, deli divane birbirine aşık olup destanlara karışan… Kareli Köyü’nde iki düşman ailenin çocukları olarak yetişerek birbirlerinden intikam almak için büyütülmüşlerdi. Onlar birbirinden intikam almak için birbirini arayıp dururken asıl kimliklerinden habersiz kara sevdaya tutuldular. Bir varmış bir yokmuş diye değil de bir aramış bir bulmuş diye başladı öyküleri.
Mat, karelerle çevirili Kareli Köyü’nün evlerini dolaşıyordu. Ölen babasının intikamını almak için beyazlıların lideri ile karşı karşıya gelmeliydi. Ama beyazlılar, liderlerini öyle bir saklıyordu ki Mat tüm araştırmalarına rağmen hiçbir sonuca varamamıştı. Şah da aynı şekilde karalıların liderini araştırmaktaydı. Ama Mat gibi onun da elinde hiçbir sonuç yoktu.
Aşkın İlk Kıvılcımı
Günlerden bir gün Mat yine köylü kılığına girip Kareli Köyü’ndeki beyazlıların tarafını dolaşırken bir kadın takıldı gözüne. Sapsarı, beline kadar uzanan saçları, hafif iri ve uzun vücudu, yeşile çalan gözleri ile Mat’ı adeta büyülemişti. Beş saniye geçmeden Şah’ın da dikkatini Mat çekti, bakışları kesişti. Şah, içinden siyah gür saçlı, siyah gözlü, uzun ve kaslı bir vücuda sahip olan bu erkek de kimmiş, diye düşündü. İkisinin içinde de istemsiz bir aşk kıvılcımı belirdi. İlk görüşte aşk bu olsa gerek, dedi Mat kendi kendine. İçimdeki bu kıpırtı da neyin nesi, dedi Şah. Şah, ilk adımı atarak Mat’a doğru ilerledi. İkisi de birbirlerine şüpheyle yaklaşsa da çok geçmeden konuşmaları keyifli bir sohbete dönüştü.
Şüpheyle sordu Mat: “Sen hangi köydensin?” diye.
Beyazlılardan birine tutulmak istemezdi çünkü. Hiç düşünemeden “karalılardan” diye cevapladı Şah, yalan söyleyerek. Mat gülümsedi. Şah aynı soruyu ona sorduğunda o da “beyazlılardan” diye cevap verdi. Mat’ın bu cevabı da Şah’ın hoşuna gitmişti. İkisi de aynı köyden olduklarını sanarak yine aynı yerde –tahta meydanda– buluşmak üzere sözleştiler. Bir sözleştiler, iki sözleştiler derken günün her saatini birlikte geçirmeye başladılar. Şah babasının ölümünden, Mat ise kendi babasının ölümünden bahsedip durdu. İkisi de birbirine dert yandı; biri diğerini kötüledi, öbürü diğerini… İkisi de birbirini kötülediğinden habersiz kendilerine nefret duydular.
Şah, “Seni vurmak isteyenin eli kırılsın. Bu sebepten ötürü insan öldürülür mü hiç?” diye destekledi Mat’ı. Mat da, “Asıl seni vuranın silah tutan parmakları kırılsın, ne olursa olsun hiç intikam uğruna bir kadının canı alınır mı?” diye destekledi Şah’ı.
Trajik Bir Son
Günler geçti, aylar yılları kovaladı. Şah ile Mat’ın birbirine duyduğu aşk ile beraber intikam hırsı da gün geçtikçe arttı. Kareli Köyü en sonunda birbirine girdi. Bir Şah’ın tarafı vardı; beyazlılar, bir de Mat’ın tarafı vardı; karalılar. Atlar, filler, vezirler, kaleler hepsi birbirine girdiler. Şah ile Mat en sonunda karşı karşıya geldiler. Tüm halk, liderinin arkasına tek tek dizildi. Beyazlılar Şah’ın hiç düşünmeden Mat’ı vurmasını bekledi, karalılar ise Mat’ın yıllardır aradığı düşmanına karşı bir hamlede bulunmasını… Tüm o beklentilere rağmen Şah’ın dili tutuldu, Mat ise hareketsiz kaldı. İkisi de düşündü… Asıl kinlendikleri ve öldürmek istedikleri yalnızca birbirleriydi.
Düşündü Mat. Kalbimin sesini dinleyip düşmanlığı bir kenara bırakarak aşkımı mı yaşasam yoksa mantığımı dinleyip bir intikam uğruna sevdiğimin canını mı alsam, diye. Şah ise kalbinin sesini dinlemeyi reddetti. Çünkü Mat’ın düşmanına nasıl kin beslediğini kendi gözleriyle gördü. Şah, Mat onu kesin öldürür aşk maşk dinlemez diye düşünerek içi kan ağlar vaziyette kalbini susturup Mat’ı öldürmek için bir hamlede bulundu. Sevdiği kadından böyle bir hamle beklemeyen Mat, refleks olarak buna engel oldu ve sevdiği kadını tam kalbinden vurarak oracıkta –tahta meydanda– öldürdü. Aşklarının kıvılcımının başladığı tahta meydan ikisine de mezar oldu. İntikamı alan, bu düşmanlık oyununu kazanan Mat oldu.
Ama asıl kaybeden de Mat’tı. Mat hem sevdiğini kaybetti, hem de sevdiğinin ona olan aşkının gerçek olduğu düşüncesini. Beyazlılar da karalılar da çok şaşırdılar bu duruma. Birbirlerine yıllardır kin besleyen iki insan nasıl olur da birbirini alt etmek için uzun uzun düşünür ya da ne düşünür kimse bilemedi. Çoğu mantık yürüterek birbirilerini yenmeye çalıştıklarını düşündü. Kimi karşı rakibinden gelecek bir darbeyi bekledi diye. Ama kimsenin aklına gelmedi Şah ile Mat’ın imkansız aşkı.
Mantık Oyunu mu, Kalbin Sesi mi?
Bir oyun kurdu Kareli Köyü onların ardından. Tahtanın üstüne Kareli Köyü’ndeki gibi kareler çizdiler. Köydeki olan her şeyi karelere dizdiler; veziri, fili, atı, kaleyi… Beyazlıların tarafı beyaz, karalıların tarafı kara oldu. İnsanlar yarattıkları figürleri kavga ettirmek yerine düşünerek ve mantık yürüterek yenmeye çalıştı. Son hamleyi yaparak kazandığını ilan eden kişiler de; Şah’ın ölümcül bir hamle yapmasına rağmen ne olursa olsun güçlü taraf olan Mat yendi ithamını yapmak için “Şah Mat” diyerek bitirdiler oyunu. Bu düşmanlıkta bedenleri yan yana gelemeyen iki insanın isimleri en azından yan yana gelerek bir oyunda can buldu.
Herkesin mantık oyunu dediği şey aslında kalp ile beyin arasında geçen karşılıklı bir sohbetti. Şah beynine yenildi, Mat kalbine… Bu aşk oyununun adını da satranç koydu insanlar… Şah ile Mat’ın gerçek hikâyesini öğrenenen bir yazarın kaleminden dökülen şu satırlar kaldı destandan geriye:
“Satranç tahtasındaki karelere dizili gibiydik. Olası bir mantıkta devrilme ihtimalimiz de vardı, devirme ihtimalimiz de. Şah da olabilirdik Mat da edebilirdik. Ama ne sen mantığının sesinden vazgeçtin, ne de ben senin sıranı elinden aldım. Sen düşündün, ben bekledim. Ben bekledim, sen gittin… Oyun bitti, ben kazandım. Sen ise en büyük kaybedenin benim olduğumdan habersiz…”