DenemeHikaye

Müstakbel Ölü

Yola yeni çıkmıştım. Karanlık henüz bastırmış. Yollar nemli. Çakıl taşlarına her bastığında toprağın içine girdiğini hissediyordum. Nerede yürüdüğümü bilmiyordum. Ama ne halde olduğum üşüdüğümden belliydi. Zifiri karanlıkta bir santim ötemi bile göremezken onun hayali yanımda yürüyor gibiydi. Yoksa düşüyor muydum? Bastığım şeyler çakıl taşı değildi belki. Ölümümle yok olacak anılarımdı. Anlatılmamış yazılmamış söylenmemiş sözlerimdi. Çünkü her şey eksik olurdu hayatta. Bunu çok iyi biliyordum fakat neden onun hayali benimle birlikte düşüyordu. Yoksa ölümümle hayallerimde mi ölecekti. Tanrı şaka yapıyor olmalıydı. Hayallerin ölmemesi gerekirdi. Çünkü gerçek değillerdi. Biz de gerçek değildik ama bizler ölüyorduk tabi. Ama hayaller gerçeğe ne kadarda yakındı. Belki de gerçeğin tam kendisi idi hayaller.

Yaşanmamış her şey başka bir galakside yaşanıyor gibiydi. Hem orası dünya kadarda kötü bir yer olamazdı. Çünkü orası benim evrenim. Orada kötülüklere yer yoktu. Rüyamda hayal kuramazdım tabi. En büyük acım buydu. Bedenim yarı uyku halindeyken kurulan tek şey cehennemdi. Zaten 47 dakikalık uykulardan fazlası hiç yaşanmazdı beden denen coğrafyamda. Her yerimde başkasına seslendirilen sevgi sözcükleri çarparak paramparça olmuştu. Sevgi sözcükleri parçalanmaz aslında diyordum hep. Bana söyleniyor zannediyordum. Fakat hep bir başkası adına söylenmiş öznesi eylemine uymayan sözcüklerden başka bir şey değillermiş. Bunu ölürken fark etmek ne kadar acı. Keşke hiç söylenmeseydi o sözcükler. En azından sahibine gidebilseydi. Hem benim coğrafyamda paramparça olmaz, başkasının kalbinde çiçek açardı.

Fakat o da ne;

Ölüyorum. Hâlbuki daha yeni başlamıştı hikâye. Hem tanrım bak, daha yeteri kadar üzülmedim. Hem ben daha en sevdiğim insanla iki kadeh şarap dahi içmedim. Çok erken değil mi bu ölüm. Evet, tanrım biliyorum. Benim sıram geldi. Ama dur bir dakika. Koskoca tanrısın bir dakika çok değil herhalde senin için. Hem zaten sekiz saniye falan yaşadım hayatta. Hatırlıyorsun demi kalbim durmuştu tanrım. Evet, o sekiz saniyeden bahsediyorum. Şimdi ölümsüz olmak için çok erken tanrım. Bak ne olmuştu bir kere onu anlatayım sana. Hem sen merhametlisin dinlerdin değimli beni?

O halde başlıyorum anlatmaya. Hazır mısın? Sen zaten biliyorsun o hikâyeyi. Ama benim ağzımdan dinle bir kerede. Evet, evet o en büyük yanılgımın hikâyesi. Sokrates’e kafa tuttuğum. Büyük İskender’den daha çok savaştığım zamanlar tanrım. Hayır, o kadarda kötü bir yıl değildi aslında. Gülen çocuklar görmüştüm tanrım. Hem de gerçekten güldüklerini hissetmiştim. Ne gündü ama. Bütün gece ağlamıştım o gece. Çocuklar gülüyordu. Ve öldürülmüyordu kadınlar o sıra. Hem en azından ben duymadım öldürüldüklerini. Bir şey sormam lazım tanrım “Masumlar öldürülünce ne oluyor onlara?”. Hayır bence daha ölümsüz olmak için çok erken. Sen çok gizliyorsun her şeyi. Hem bana söylemedin daha nereye koyacağını beni. Tamam tanrım anlatıyorum. Ama daha sonra yine ölmek için çok erken olabilir.

Çakıl taşlarında yürüyordum evet tanrım. Sana isyan ediyordum hem de. Ayağımda ayakkabım yoktu aslında. Senden basit bir şey istemiştim. Sadece bir çift ayakkabı. Sense çok acımasız davrandın. Ayaklarımı aldın benden. Sonra hiç koşamadım aylarca. Konuyu dağıtmayalım elbette tanrım. Çakıl taşları toprağa batıyordu bense durmadan yürüyordum.

Ucuz şaraplar içmiştim o gece. Elimde hala bir şişe vardı hem yarısını içmemiştim. Yorulmadım hiç biliyorsun. Hiç uyumasam bile hiç yorulmazdım ben. Biraz açtım sanırım. Cebimden bozukluklar çıkardım. Ancak bayat ekmek alırsın o parayla dedi bana hayat. Karnım doyardı elbet tanrım. Nitekim de öyle oldu zaten. Bayat ekmek ve yarım şişe şarap. Benden mutlu olamaz dünyada diye haykırmaya başlamıştım tanrım hatırlıyorsun değil mi? Etrafta kaç kişi baktı bana tam olarak tanrım? Demek herkes ha. Yalnız olmanın en iyi yanı da bu biliyor musun tanrım. Kimseye cevap vermek zorunluluğunda olmamam. Biraz daha ilerde ilerleyemedim tanrım. Neden engel olmadın. Senin yüzünden ben engel olmak zorunda kaldım. Neden ha? Neden?

Evet, çakıl taşları tanrım. Hayır, şarapnel parçaları tanrım. Tanrım gerçekten neydi onlar? Parıl parıl parlıyorlar fakat kan akıyordu. Evet, tanrım hatırlıyorum. Bir savaşın ortasında kalmıştım ve sarhoştum. Galiba kaybetmişlerdi savaşı. Cesedi almaya kimse gelmemişti. Evet, hikaye burada başlıyor aslında tanrım. Ama bir şey söylemek istiyorum tanrım; henüz yeni çıktım yola. Daha 100 yıl yaşama şansım olur mu tanrım? Güzel günler görecektim daha. Güneşli günler. Öyle demişti Nazım. Beni kıskanır tabi hep bilirim. Ama beni hiç seven olmadı tanrım neden kıskanır ki beni? Demek öyle ha. Evet, tanrım devam edeyim ben vaktimiz bitmeden.

Evet, adam yerde yatıyordu. Bedeninde çok fazla şarapnel parçası vardı. Ne yapacağımı bilemedim tabi. Telaşla sırtıma almaya çalıştım. Fakat çoktan ölmüştü tanrım. Ya da çok mu korktum ben orada. Bilirsin hep korkak yaşadım aslında. Geri döndüm sonuçta tanrım. Sarhoş dahi olsam her can önemliydi benim için biliyorsun tanrım. Yerlerde çakıl taşları vardı tanrım sürükler isem canı yanacaktı. Sırtıma alamıyordum her yeri zaten şarapnel parçasıydı. Evet, haykırmaya başladım. Ama herkes benim sarhoş olduğumu bilirdi. Hayır, kaç saat yürüdüğümü bilmiyordum. Ama şehir merkezinden baya uzaklaşmıştım. Evet, gazete okumayı yıllar önce bırakmıştım. İnsanlara kulaklarım tamamı ile tıkalı idi. Savaş çoktan başlamış ve ben hiçbir şey bilmiyordum. Merak ettim tanrım. Yıllar sonra ilk kez merak ettim. Ne olmuştu. Neyin kavgasıydı bu. Kafamı kaldırdım tanrım sonra. Gördüklerim karşısında anında dudağım uçuklamıştı tanrım. Her yerde savaş uçakları vardı tanrım. Burada olmaz diye haykırmaya başladım tanrım. Kimse duymuyordu beni. Koşmaya başladım. Koştum ve eninde sonunda yoruldum. Tırmanmak ne kadar da zordu tanrım o rampayı. Dik ve sert kayalar. Karanlıktı ama her yer aydınlıktı tanrım, evet tanrım. Tepeyi çıktığımda gördüğüm manzara çok kötüydü. İnsanlar ölmek için canhıraş çıkmışlardı bu dik rampayı. Her yer çukurdu. İyimser olup belki insanlar kazmıştır diye düşünmeye başlamıştım tanrım. Ama gittiğimde gördüklerimi hatırlıyorsun değil mi tanrım? Toplu mezarlar. Neden oldu bu tanrım. Ne sebep oldu insanların öldürülmesine. Neden savaş vardı. Halbuki her gün her gördüğüm insana gülümserim. İnsanlar öldüklerinde neden gülerek ölmüyorlar. Hastalık, savaş, pişmanlık, nefrete dolu duygularla ölüyorlar insanlar. Bilirsin ben hiçbir zaman elli yaşıma kadar zengin olup sonra güzel bir hayat yaşamak için mücadele etmedim. Sıradan insanlardan hep nefret ettim. Ama her sıradan insanda güzel bir yan bulmuştum. Peki, o şarapnel parçaları ne kadar acı vermiştir insana. Ne için o adam cephede idi. Dini inanış mı yoksa paramı savaşa sürükleyen insanı?

Bir an olsun geride bıraktıkları aklına geldi mi acaba? Sevdiği kadın peki? Annesi? Peki ya çocukları varsa; evet çocuklar tanrım. Dünyada ki en masum canlılar. Pek masum değiller ama masumlar aslında tanrım. Acaba ölürken kimin ismini sayıkladı. Ben bu düşüncelerle boğuşurken bir yandan adamın hala yaşama ihtimali üzerinde duruyordum. Beynimden o kadar çok düşünce geçiyordu ki hangisini yapmaya karar vermekte çok zorlanıyordum. İlerledikçe daha çok ölüm gördüm. Sonra koşmaya başladım. Savaş yeni bitmiş galiba tanrım. Ölüleri kaldıran insanları görmeye başladım. Halbuki hiçbir canlı ölülerini gömmez. İnsanlar neden gömüyordu. Nefretlerini gizlemek mi istiyorlardı acaba. En çok anlamadığım ise şudur insanlarda tanrım; 2 metre derinliğe gömüyorlar bedenleri. Fakat yüksek katlı binalar dikiyorlardı. Topraktan uzaklaşan insanlar ne kadar merhametli olabilirdi tanrım. Ve çocukları toprakla oynarken görmemiştim uzun zamandır. Savaşın yaralı sarılmaya başlamıştı bile. İnsanlar kutlamalar yapıyordu başka bir ülkede. Eğlenceler düzenleniyor insanlar şampanyalar patlatıyor ve dans ediyorlardı. Timsah derisi çantalar takıyor, yılan derisi ayakkabılar giyiyorlardı. Parmaklarında siyahi ceset kokan pırlantalar vardı. Neyin eğlencesiydi bu tanrım. Duymuyorlardı ölenlerin çığlıklarını. Mutluluk gerçekten parada mı gizliydi? Yoksa vicdanlarını lüks ile mi tatmin ediyorlardı? Savaş, insanların insanlık olan savaşı gibiydi tanrım. Sen görüyordun bunları. Neden engel olmadın. İbrahim’i ateşten çıkardığın gibi, denizleri ortadan ikiye ayırdığın gibi aralarına bir duvar örseydin tanrım. Biliyorum. Kimsenin içinde sevgi kalmamıştı. Duvarları aşar yine savaşa devam ederlerdi. Yine kan dökülürdü. Yine çocuklar öksüz ve yetim kalırdı. Eğer çocuklar öldürülmese idi her şey daha mı güzel olurdu?

Olmazdı değil mi? Nefretle, savaşla büyümüş çocuklar, geleceğin savaşçıları olurlardı. Merhameti öldürmüşler zaten tanrım. Keşke önceden haberim olsaydı savaştan. Bir kurşun başlatmıştı. Ve hızına yetişememiştim savaşın. Hayır, savaşa katılmak için değil. Şehrin en kalabalık meydanına çıkıp şiir okumak için. Bilirsin şiir hep merhamet gösterebilir insana. Bir öykü anlatırdım belki. Güzel ölümü fark edebilirdi belki insanlar. Ve çiçek ekerlerdi savaş meydanlarına. Sınırlarda çocuklar özgürce dolaşırdı. Mayın tarlaları yerine lale bahçeleri olurdu. Savaş uçakları yerine barış uçakları kalkardı. Umut eden insanların üstüne. Bombalar yerine insanlar birbirine kitap gönderirdi arabalarla. Tonlarca sevgi sözcükleri dolaşırdı dünyayı. Ve herkes aynı dili paylaşırdı dünyada. Sevgi dilini tanrım.

Evet, tanrım ölüyorum. Ama biraz da zaman istiyorum senden. Güzel bir şeyler bırakmak için insanlara. Anılarım benimle ölsünler istemiyorum tanrım. Beni hatırlayan son kişi öldüğünde ne olacak tanrım. Hiç doğmamış olacağım. Tarih, edebiyat, sanat, öykü kitaplarında adım geçmeyecekse neden ölüyorum tanrım. Şarkılarım hiç olmadı zaten, sesimi kimse beğenmez bilirsin. Kimse de sevmez beni. Zor bir insan oldum hep. Salında zor olmayı ben seçtim. Sevgide hep ısrarcı olmak benden nefret edilmeme sebep oldu. Bende sevmezdim beni pek. Ağlayan bir çocuk gibiymişim tanrım. Her şeyim de varmış onlara göre. Benim kavgamı anlamayan insanlarla kavgalıydım bunu hiç anlamadılar aslında.

Ve savaş devam etti.

Her şey eksik olacaktı zaten dünyada bunu biliyordum. Anılarım benimle birlikte yok olup gidecek. Beni ölüm bile anlamayacak. Hayattayken insanların anlamadığı gibi. Bu bir isyan değil tanrım. Anlaşılmamanın kaygısı ile yok olup giden hayatın içinde beni anlayacak tek bir toz zerresinin olmayışına yakarışım. Evet, tanrım son kez bağlanmak inanmak istediğimde birine, henüz genceciktim. Bedenim dört kitaptan alıntı gibiydi elbette ama içimden ne geldiyse öyle davranırdım ben bilirsin. Son kez davranışımda hiç sevilmeyecek olmanın kaygısı artık bilimsel bir deneye dönüşmüştü. Hem de ne deneydi tanrım. Yaşadığım en kötü tecrübe değildi elbette. Fakat sevginin bu dünya insan soyu için en etkisiz yöntem olduğunu keşfetmiş oldum. Yirmi yaşımda bunu keşfetmek ne kadar da garipti tanrım. Tüm hevesler sonsuzluk ister tanrım. Zerdüşt böyle buyurmuştu. Sen ne dersin ha.

Ne oluyor tanrım bu insanlara. Neden bu kadar nefret ve kin dolular. Nasıl bu zamana denk geldi her şey. Bütün kötülükler sanki bana karşı yapılıyor. Eskiden hayal kurardım tanrım. Hayal kırıklıklarım o kadar çok birikmiş ki; ölürken bile gerçeklerle yüzleşmeye çalışıyorum. Yazdığım kitapları okuyan birileri bulunur değil mi? Benimle yok olup gitmesinler. Peki ya şiirlerim? Ama okumasınlar tanrım. Zaten dünya yeteri kadar kötü. Benim yazdıklarım mutsuz edebilir insanları. Ama yok olmak istemiyorum.

Bu dünyada bir başına kalmış çaresiz bir insanım tanrım sadece. Yalanlara inanmaya çalışan bir çaresizim sadece.

Ahmet

Ruhun karanlığından, savaşın başında ve kimyasal silahların ortasında doğan insan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu