EdebiyatHikaye

Sihirli Şemsiyeci

“Umut Hanım! Yeni stajyer kız geldi.”

“Tamam gelebilir.”

Pencerenin önünde durmuş, sonbaharın ilk demlerini yaşadığımız günlerde, hâlâ canlılığını koruyan rengârenk sardunyalarıma su veriyordum.

“Merhaba Umut Hanım, ben Esra.”

“Hoş geldin Esra. Otur lütfen.”

Heyecan dolu gözlerle etrafı inceleyen Esra’ya bakıyordum. Tıpkı benim burayı ilk kez kurduğumdaki heyecanı yaşıyordu.

“Bu fotoğraftaki kızınız mı, çok tatlı.” dedi o esnada. Masamın baş köşesinde duran resme baktım ve derin bir iç geçirdim.

“Sardunya. Onun ismi Sardunya. Olmasını çok isterdim.”

“Üzgünüm, yanlış bir şey mi söyledim?”

“Hayır, aslında bugün ilk günün ama ilk dersini almak ister misin? Sana bu kurumun hikâyesini anlatayım. Hem de Sardunya’nın hikâyesini öğrenmiş olursun.”

“Tabii, isterim.”

“Uzun bir hikâye olacak. Lütfen rahat otur. Bundan sekiz yıl önceydi…”

……..

Sardunya, elindeki küçük teleskoba yeniden sıkıca sarıldı. Gözlerinden akan damlalar teleskobun üzerinden süzülüp hızla halıyla buluştu. Bu gece ona daha çok ihtiyacı vardı, hem de hiç olmadığı kadar. Artık ona sevgi dolu gözlerle bakan bir annesi yoktu. Onu her zaman koruyup, en korktuğu anlarda yanında olan annesi, onu bir daha asla böylesine sarıp sarmalayamayacaktı.

Üstelik çok acı bir şekilde babasının silahıyla hayatına son verilmişti. Bu sekiz yıllık hayatında şahit olduğu en korkunç olaydı. Ama bunu ondan başka kimse bilmiyordu. Sanki annesi intihar etmiş gibi gösterilmişti. Babası kimseye söylemesin diye de ona da bunu yapacağını söyleyerek onu tehdit etmişti. Dışarıdan bakanlar annesinin ölümüne üzülen küçük bir çocuk görüyorlardı. Ama içeride bundan çok daha fazlası vardı. Annesinin ölümüne şahit olmuş, onu o haliyle görmek zorunda kalmıştı. Bu küçük bir çocuk için oldukça zor bir durumdu.

O gün, bir eylül günüydü

Birlikte üzüm bağlarına gitmek için hazırlık yapıyorlardı. Sardunya üzümü çok seviyordu. Kocaman salkımları dalından koparıp bir bir ağzına atıyordu.

O gün de yine aynısı oldu. Herkes durmuş sepetlere üzümleri toplarken bir ara annesi sıcaktan bunalıp bağların ilerisindeki meyve ağaçlarının arkasına gitti.

Sardunya bir süre annesinin gelmesini bekledi. Gelmeyince sıkılıp onun peşinden gitmeye karar verdi. Tam ağaçların arkasına girmişti ki o sırada babasının annesine silah doğrulttuğunu gördü. Annesine baktığında ise yere düşmüş, üzerinden kanlar akıyordu.

Gözleri korkudan kocaman açılmış, bir annesine bir de babasına bakıp duruyordu. Babası hızla yanına gelip bunu kimseye söylememesini yoksa ona da aynısını yapacağını söylediğinde ağzını açıp tek kelime edemedi.

Babası hızla oradan kaçtığında gözleri yerde cansız yatan annesine odaklanmış, korkudan donup kalmıştı. Ancak, bağda üzüm toplayan diğer insanlar geldiğinde kendine gelebildi.
Sardunya birkaç gün boyunca hiç kimseyle konuşamadı. Ne zaman biriyle konuşacak olsa aklına babası geliyordu. Sonra da susup bir köşede oturuyordu.

Üç haftanın sonunda babası Sardunya’yı da alıp başka bir şehre yerleşeceğini söyledi. Anneannesinin tüm ısrarlarına karşın Sardunya’yı da alıp gitti.

Sardunya bu kez daha çok korkuyordu

Babası onu ağzından olur da bir şey kaçırır diye yanında götürüyordu. Gittiklerinde ise evde daha önce görmediği bir kadın ve ondan birkaç yaş küçük bir erkek çocuğu vardı. Sardunya onların kim olduğunu ve neden burada olduklarını anlayamamıştı. Ta ki babasının yeni annesi ve kardeşi olduğunu söyleyene dek.

Sardunya annesinin ölümüne daha alışamadan bu kez de bu yeni aileye uyum sağlamak zorunda kalacaktı. Sardunya’nın bir kardeşi yoktu. Ama bir anda bir kardeşi daha olduğunu öğrenmişti. Tüm bu olup bitenlere bir anlam veremiyordu.

Kadın başlangıçta ona iyi davranmıştı. Ama sonraları ona karşı olan davranışlarında büyük bir değişim söz konusuydu. Üstelik babası da onun bu davranışlarına karşı çıkmıyor, aksine ona destek çıkıyordu. Böylelikle iki yılı geride bırakmışlardı. Bu geçen iki yıl Sardunya’nın hayatında büyük bir boşluk yaratmıştı.

Sevdiği tek şey annesinin ona hediye ettiği küçük teleskobu ve bir de ona daha okumayı yeni öğrenmeye başladığında hediye ettiği Sihirli Şemsiyeci isimli bir kitaptı

Son iki yılda bu kitabı belki de yüzlerce kez okumuştu. Öyle ki artık hiç okumadan harfi harfine birisine anlatabilirdi.

Herkes yataklarına çekildiğinde o uyumaz gece yarısı olmasını beklerdi. Gece yarısı olunca da sessizce yatağından çıkar hemen yamacında ki penceresinin önüne oturur, teleskobu ile gökyüzünü izlerdi. Tıpkı Sihirli Şemsiyeci kitabındaki gibi bir gün sihirli şemsiyesiyle gelip tüm o diğer çocuklara yardım ettiği gibi onu da bu hayattan çekip almasını istiyor bu sebeple her gece teleskobuyla olurda gelirse diye gökyüzünü inceliyordu.

O, çok iyi kalpli biriydi

Tüm çocukları alıp yaralarını sarıyor, onları daha iyi bir hayatla tanıştırıyordu. Onun yanında tüm çocuklar mutlu oluyordu. Annesi ona, onun yanında olamadığı zamanlarda bu kitabı hatırlayıp uzakta da olsa onu hep koruyacağını hatırlamasını söylerdi. Belki de bu yüzden bu kitaba bu kadar anlam yüklemişti.

Teleskobunu alıp yeniden gökyüzüne baktığında kimseyi göremedi. Umutsuz halde, evdekiler fark etmesin diye yeniden yatağına döndü. Okulda da kimseyle konuşmuyordu. Okulun bahçesinde her zaman oturduğu bir ağacın altına geçip defalarca Sihirli Şemsiyeci’yi okuyordu. Son zamanlarda bu durumu fark eden okulun yeni atanan rehber öğretmeni Umut Hanım’dı. Ne zaman onunla iletişime geçmek istese Sardunya her seferinde onun yanından kaçıyordu.

Bazı günler okula gelmediği oluyordu. Üvey annesi hasta olduğunu söyleyip göndermiyordu. Çünkü babası üzerinde kimsenin görmesini istemediği morluklar bırakıyordu. Üvey annesi de öğretmenleri fark etmesin diye izler geçene dek onu göndermiyordu.

Sardunya’nın tüm bunlar arasında sığındığı diğer şey, sayısı bilmem kaçıncı olduğu günlükleriydi. Herkesten gizli, içinde yaşadığı ne varsa oraya yazıyordu.

Nihayet bir gün okulda bu izleri fark eden sınıf öğretmeni sebebini sorduğunda Sardunya hızla kolunu çekip endişeyle sadece düştüğünü söyledi. Uzun zamandır içe kapanık olan Sardunya’dan şüphe etmeye başlayan öğretmeni onunla konuşmak istedi. Ama Sardunya onunla da konuşmadı. Öğretmeni durumu Umut Hanım’a anlatmıştı.

Üvey annesi ertesi gün okula gittiğinde böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, sadece annesini hâlâ unutamadığı için böyle davrandığını söyledi. Ama sonraki günlerde Sardunya yeniden okula gitmedi.

Bu kez onu daha zorlu günler bekliyordu

Durumu öğrenen babası onu bir süre evden çıkarmayacağını söyledi. Sardunya bunu duyduğunda nefes almakta güçlük çekti. Onlarla aynı evde olmaktan yeterince bunalmıştı. Şimdi bir de okula gitmeyeceğini söylüyorlardı.

Üç gün boyunca psikolojik baskılarına devam ettiler. Üç günün sonunda Sardunya çantasına günlüklerini, annesinin hediye ettiği teleskobunu ve Sihirli Şemsiyeci kitabını alıp karşılarına geçti.

“Ben okula gitmek istiyorum.” dedi sadece. O esnada babası hiddetle kalkıp, “Gidemezsin! Odana git.” dedi. Ama o ısrarla gitmek istediğini söyleyince dayanamayıp ona atıldı. Üvey annesi olanları sadece izledi. Eğer annesi olsaydı onu korurdu. Pencerenin önüne doğru geri geri giderken babası hiddetle ona bir kere daha vurdu. Canı o kadar yanmıştı ki… Ama ağlayamamıştı bile. Bir kez daha geriye gittiğinde babası üzerine yeniden geldi. Tam o esnada açık duran pencereden aşağıya kaydı.

“Sihirli Şemsiyeci! Demek sonunda geldin.”

“Buradayım Sardunya, merak etme. Artık seni onlarla birlikte bırakmayacağım.”

İşte Sihirli Şemsiyeci. Başında mavi şapkası, siyah uzun dalgalı saçları, uzun kırmızı ceketi ve altında yeşil bir tulumla karşısında duruyordu. O bir kadındı ve elinde tıpkı o kitaptaki gibi bembeyaz bir şemsiye vardı. Onu görünce birden şemsiye maviye dönüştü.

“Haydi! benimle gel.”

Elini tuttuğunda şemsiye birden havalanıp gökyüzünde süzülmeye başladılar. O sırada başka şemsiyeli kişileri daha gördü. Onların da ellerinde birer şemsiye ve çocuklar vardı. Havalanırken geriye baktı. Üvey annesi ve babası pencereden şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. İşte olmuştu. Nihayet Sihirli Şemsiyeci gelip onu oradan çekip almıştı.

Bir anda yoğun bir bulut topluluğu oluştu. Onun içinden geçip yemyeşil çimenlerin, rengârenk çiçeklerin olduğu büyük bir bahçeye geldiler. Özellikle sardunyaların olduğu yerde durdular.

“Bak, bu sensin. İlk kez Sardunya isimli bir çocuk tanıyorum.”

“Annem vermiş ismimi, en sevdiği çiçekmiş, her mevsim tazeliğini koruyup solmuyormuş. Ben de öyle olayım diye vermiş. Her şeye göğüs gerip yıkılmayayım diye.”

“Bak, şimdi daha anlamlı oldu. Haydi sana diğer yerleri göstereyim.”

Bahçe boyunca yürürken bir sürü bungalov evden oluşan bir sokağa geldiler. Her birinde çocuklar vardı. Ve her birinin çatısında da o evi temsil eden renkte bir şemsiye vardı.

“Neden hepsi farklı renkte?”

“Çocukların yaşadıkları durumlara göre verildi onlar. Mesela şu ileride gördüğün mavi şemsiye, biraz önce sende de olduğu gibi, ailesi tarafından şiddete maruz kalan çocuklar için.”

“Ya şu ilerideki beyaz olanlar?”

“Onlar mı? Onlar savaşta zarar gören çocuklar için.”

“Peki ya şu kırmızı olanlar?”

“Onları sana anlatamam ama onlar da zor şeyler yaşadılar.”

“Peki. Benim gibi ne kadar çok varmış. Bunu bilmek hem yalnız olmadığım hissini veriyor hem de ne kadar yalnız olduğumu…”

“Yetişkinler bazen çocuklara çok fazla zarar veriyorlar. Ama ben artık yanındayım, seni hep koruyacağım. Sana sarılmama izin verir misin?”

Sardunya göz yaşlarını silerken koşup sıkıca Sihirli Şemsiyeci’ye sarıldı. Uzun zamandır buna ihtiyacı vardı. Şimdi kendini hem mutlu hem de üzgün hissediyordu.

“Haydi gel, daha görecek çok şey var.”

Sanki burasını tüm çocukların ihtiyaçlarına göre hazırlamışlardı. İçinde her şey vardı. Büyük bir lunapark bile vardı. Biraz sonra büyük bir cam terasa geldiler. Sihirli Şemsiyeci, Sardunya’nın elinden tutup, korkmamasını söyledi. Burası oldukça yüksekti ama etrafı çevrili olduğu için korkmasına gerek yoktu.

Aşağıya baktıklarında rengârenk şemsiyelerin altında bir sürü çocuk gördüler. Başkaları tarafından zarar gören masum çocuklar. Tüm bu çocukları korumak gerçekten mümkün müydü?

“Bütün çocukları korumak mümkün mü?”

“Her zaman tam vaktinde orada olmak maalesef mümkün olmuyor. Ve her zaman daha erken yetişmek de… Ama bak sen buradasın. Bir kişi bile olsa buna değer.”

Sardunya uzun zaman sonra gülümsedi ve yeniden ona sarıldı. Bu mutlu olduğu, gerçekten mutlu olduğu, nadir anlardan birisiydi. Sonsuza dek burada kalabilirdi.

Uzun bir süre de öyle oldu. Fakat bir gün Sihirli Şemsiyeci artık gitmesi gerektiğini söyledi. Buna bir anlam veremiyordu. Oysaki ilk geldiğinde uzun bir zaman burada kalacağını düşünüyordu.

Sihirli Şemsiyeci onu cam terasa getirip eline bir şemsiye uzattı.

“Artık gitme vaktin geldi. Geri dönmelisin.”

Ona son kez sarıldı. Bir daha hiç göremeyecekti. Bunu biliyor gibiydi.

“Seni bir daha göremeyeceğim değil mi?”

Sihirli Şemsiyeci göz yaşlarını silip başını evet anlamında aşağı yukarı salladı.

“Hiç.” dedi sadece. Daha sonra onu gökyüzünden aşağı itti. Şemsiye bu kez siyah renkliydi. Süratle aşağı süzülürken sımsıkı kapattığı gözlerini birden açıverdi. Etrafa bakındığında yüzünde oksijen maskesi vardı. Bir hastane odasındaydı. Sanki bütün bedenini kaplayan bir ağrı vardı. Bir an için nefes almakta zorlandı.

“Doktor bey Sardunya uyandı.”

Bu bir hemşirenin sesiydi. Daha sonra başına birkaç kişinin geldiğini gördü. Hemşirelerin gözlerinde heyecanlı birer tebessüm vardı. Ardından yanına orta yaşlarda bir doktor geldi.

Sardunya beni duyuyor musun?”

Sardunya sadece hafifçe başını oynatmakla yetindi. Az önce gördüklerinin sadece rüya olduğunu anlaması kolay olmamıştı. İki saat kadar sonra yanına Umut öğretmen geldi:

Sardunya bak seni hastaneye yetiştiren öğretmenin geldi.”

Sardunya hâlâ kendine gelebilmiş değildi. Anlamsız etrafa bakınıyordu. O sırada Umut öğretmeni gördü. Bir anda yüzünde şaşkın bir ifadeyle ona bakındı.

“Sen Sihirli Şemsiyeci’sin.” dedi.

Umut öğretmen de aynı şaşkınlıkla ona baktı, ama sonra anladı. Sardunya birkaç gündür yoğun bakımdaydı. İlk kez bugün uyanmıştı. O geçen sürede Umut öğretmen Sardunya’nın düştüğü gün çantasından çıkan Sihirli Şemsiyeci kitabını okumuştu.

“Olmayı çok isterdim Sardunya, ama değilim.”

“Ona çok benziyorsun. Biliyor musun ben onu gördüm. Ben pencereden düşerken beni tutup şemsiyesiyle kendi dünyasına götürdü. Orası çok güzeldi.”

Umut öğretmen ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Sardunya üzülmesin diye yüzüne zoraki bir tebessüm yerleştirmeye çalıştı.

“Orada benim gibi bir sürü çocuk vardı. Ama sonra Sihirli Şemsiyeci benim artık gitmem gerektiğini söyledi.”

Sonra durup yeniden etrafı inceledi.

“Gerçek değildi, değil mi?”

Umut öğretmen dolu gözlerle ona baktı:

“Değildi.”

Sardunya’nın gözlerinden de yaşlar boşanmaya başladı.

“Ama sen beni kurtardın. Babam beni itti. Ben düştüm. Sonra ne oldu bilmiyorum.”

“Ben seni tutmaya çalıştım ama başaramadım. Çok üzgünüm Sardunya. Zamanında orada olamadım.”

“Olsun, şimdi buradayız. Peki ya onlara ne oldu?”

“Seni ittiklerini gördüm. Daha sonra sen burada yatarken günlüğünü okudum. Onlar artık sana zarar veremeyecekler.”

Sardunya’nın gözleri yeniden yaşardığında Umut öğretmen kalkıp onu incitmeden sarıldı.

“Merak etme, ben artık yanındayım. Seni koruyacağım.”

“Bana tıpkı annem gibi Sihirli Şemsiyeci’yi yeniden okur musun?”

Umut öğretmen çantasındaki Sihirli Şemsiyeci kitabını çıkarıp okumaya başladı. Kitabın yarısına gelmişti ki Sardunya birden, “Sen de sardunya kokusunu alıyor musun? Çok güzel kokuyorlar. Annemin sardunyaları gibi. Bak işte oradalar.”

Umut öğretmen, Sardunya’nın parmağıyla işaret ettiği noktaya baktı. Ama orada duvardan başka bir şey yoktu.

“Evet, görüyorum. Hem de bir sürü, rengârenk.” diyebildi sesi titrerken.

“Şu pembe olanlar çok güzel değil mi?”

“Evet Sardunya, şu beyaz olanlar da çok güzel.”

“Anne! Bak annem geldi. Gördün mü, yeniden benim için geldi. Benim artık gitmem gerek. Annem beni bekliyor.”

Umut öğretmen göz yaşları içinde ona bakarken, “Benim için de sarıl ona.” dedi.

“Sarılacağım. Sen de benim için diğer çocuklara sarıl olur mu? Onlar da üzülmesinler. Tıpkı Sihirli Şemsiyeci gibi.”

Son kez yüzünde tebessümle Umut öğretmene baktı. Hemen arkasından da gözleri sonsuzluğa kapandı.

……

Esra nemli gözleri ile bakarken peçetelikten bir tane peçete çıkarıp ona uzattım.

“Başlangıçta buranın isminin neden Sihirli Şemsiye olduğuna bir anlam verememiştim ama şimdi çok daha iyi anlıyorum Umut Hanım. Buradan çıkınca ilk işim bir sardunya almak olacak.”

“Onlar suyu sever, sulamayı unutma. Bir de onları sevmeyi…”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu