EdebiyatHikaye

Bir Uykuluk Bilet

Sırtımda okul çantam, elimde resim klasörüm… Hızlıca okul servisinden indiğim bir okul çıkışı…
Bugün cuma! İçimde hafta sonu sevinci, aklımda arkadaşlarımla oynayacağımız oyunun planı…
Yerden yüksek… Saklambaç… Dokuztaş… Yakan top… Hangisi?
“Yemekten sonra herkes çeşmenin başına!” diye seslenen arkadaşımın sesi…
Hepimiz, üstümüzde mavi önlüklerimizle çil yavrusu gibi dağılıp koşarak evlere varıyoruz. Kardeşimle bugün de yarış yapıyoruz. Kazanmam lazım çünkü sona kalan demir kapıyı kapatacak! Ve yarış bitti. Sonuç değişmedi; yine kardeşim kazandı.


Annem ve babam bahçede çay içiyor, mis gibi anne poğaçası da eşlik ediyor. Kulağımda bir taraftan annemin “Ellerinizi yıkayın, önlüklerinizi kirliye atın.” diye işittiğim tatlı sesi, bir taraftan da babamın telefonundan gelen şarkının tınıları: “Gülü susuz seni aşksız bırakmam…” Ben hiç sevmem ki üzgün şarkılar… Açsana baba, Grup Hepsi’den Yalan


Koca bir haftanın ders yorgunluğuna, ödev kaygılarına ilaç gibi gelen mis kokulu anne poğaçası… Oh be, bu akşam ödev derdi yok. Yarın cumartesi, sonra pazar… Okula daha iki gün var.
Arkadaşlarımız toplanıyor, gitmemiz lazım. Çünkü oyun başlayacak. Annem sesleniyor: “Akşam ezanında eve!” “Bir saat daha…” diye pazarlık yapar gibi babama bakıyor gözlerimiz. Ne fark eder? Annem ne derse o…


Toplandık çeşme başında. Ne oynasak? Evet evet! Dokuztaş… Gruplara ayrılıp başlıyoruz: “Portakalı soydum, başucuma koydum, dum dum dum…” Deliler gibi koşturarak oynuyoruz… Eh, yorulduk tabii. Şimdi ne oynasak? Öğretmencilik mi? Hemen öne atılmalıyım. Öğretmen ben olmalıyım. İşte, evet! Öğretmen benim! Yalancıktan öğrenci olan arkadaşlarım, öğretmenleri olan ben, bir de aklımda bugün okulda ne öğrendiysem o…


Şşşt, sessiz olun çocuklar! Tık tık!


Evet, akşam ezanı okunacak şimdi. Herkes evlere… Zamanında gidelim ki annem hep izin versin. İşte evdeyiz. Televizyonda “Anadolu’dan kop gel, düz git, Ankara’yı geç sağdan.” jenerik müziği ile Avrupa Yakası tekrarı… Harika…


Bugün cuma… Yarın okul yok. Erkenden uyumak da yok… Eh, illaki uyuyacağız. Yattık rengârenk çizgi film karakterli yorganlarımızın içine. Çok koştuk bugün, uyumalıyız…


Dın dırı dın dırı dın dırı…


Alarm sesi mi bu? Annemin şimdi gelip “Kızlar, okul servisi geldi, geç kaldık!” diye uyanmamız için bizi kandırması gerekirdi. E nerede annem?


Dın dırı dın dırı dın dırı…


Bir dakika! Bu alarm sesi hiç tanıdık değil. Böyle çalmaz ki bizim saatimiz. Gözlerimi açıyorum. Garip… Üzerimdeki yorgan rengârenk çizgi film karakterli değil. Krem-beyaz çizgili bir yorgan… Ben sevmem ki rengârenk olmayan şeyleri. Doğruluyorum yatağımda. Yan tarafımda kardeşim yok… Koca odada tekim… Ama ben hep kardeşimle aynı odada uyurdum… Zaten bu ev de ailemle yaşadığım ev değil… Üzerimde dün akşamki pijamalarım da yok. Saçlarımı da kestirmişim. Oje de sürmüşüm, hem de hiç taşırmadan… E ne oldu şimdi? Ne olacak, büyümüşüm ben… Gördüğüm rüya, beni özlediğim çocukluğuma götüren bir bilet olmuş.


Dın dırı dın dırı dın dırı…


Of! Sinir olduğum şu alarm çalıyor yine…
Bu sefer yine gidiyorum okula. Şimdi çocukken oynadığım öğretmencilik oyunu hayatımın ta kendisi olmuş. Oyunlarımı gerçekleştirmişim ben. Şimdi rüyamda gördüğüm, özlediğim geçmişteki çocukluğumun aynısını, koca koca gri binalar içinde, kalabalığın getirdiği tehlike içinde yaşayamayan ama hâlâ rengârenk olan çocukların içine karışma vakti…


Dın dırı dın dırı dın dırı…


E, kalk artık Ece! Geç kalacaksın…

İlgili Makaleler

3 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu