Burası Karköy. Tıpkı o masallardaki gibi bembeyaz karla örtülü, küçük çatılardan gökyüzüne dumanların yükseldiği, hemen kocaman bir dağın yamacına kurulu bir köy. Dağ öylesine büyük ki, bu yüzden ilçeyle aramıza bir dev gibi çöktü. Dağın diğer yamacına gitmemizi sağlayan bir domates, hayır hayır bir elma kadar kırmızı bir tren var.
Bembeyaz örtüye siyah dumanıyla meydan okuyan bir asker gibi.
Ona bindiğimde beni alıp farklı bir diyara götürüyor adeta. Tüm gün bembeyaz örtüyü geride bırakıp sıcacık güneşi görmek gibisi yok doğrusu. Dedem bu harika trenin makinisti. Bu sebeple her zaman olmasa da beni bazı yolculuklarında yanına alıyordu. Böylece onunla uzun yolculuklara çıkıp o güzel kırmızı trenle manzaranın keyfini çıkarıyordum.
Bütün o kardan ve sisten zirvesi görünmeyen devasa dağları geride bırakıp da daha alçaklarda kalan yemyeşil, üzerinde koyunların meee diye sesler çıkardığı, çoban köpeklerinin birbirbirleriyle kovalaştığı, kırları görünce içime büyük bir mutluluk yayılıyordu. Daha sonra küçük kasabalardan geçiyorduk. Şehre gitmek isteyen insan kalabalıkları aceleyle trene binmek için mücadele veriyordu.
Onları böyle görünce bazen istemsiz bir gülümseme yerleşiyordu yüzüme. Kahkahalarımı bastırmak için avcumun içi ile ağızımı kapatıyordum. Nihayet kente varıyorduk. Asıl insan kalabalığı burada çıkıyordu karşımıza. Bir telaştır sormayın! Yetişkinlerin bu sürekli aceleci hallerine bir anlam veremiyordum. Sakin davransalar işler daha kolay olacak ama neyse. Trenden inince dedemle birkaç saatlik vaktimiz oluyordu. O kısa sürede benim, annemin ve anneannemin istediği eşyaları alıyorduk. Sonunda ise en sevdiğim kısma geçiyorduk: Lunapark.
Dedem yaşımın yettiği birkaç alete binmeme müsade ediyordu. İşte o an sanki bir rüyada gibi oluyordum.
Rüyamda Karköy yoktu.
O buz gibi havada üşümek yoktu. Ama sonra bundan da sıkılıp yeniden Karköy‘e dönmek istiyordum. Kardan şekiller yapmayı çok seviyorum. Aklınıza gelebilecek pek çok hayvan ve diğer birçok şeye karla şekil verebiliyorum.
Sanırım tek yeteneğim de bu. Dönüp yeniden şekiller yapmak için acele ediyordum. Kırmızı tren sadece benim değil tüm Karköy‘ün umuduydu. Kırmızı tren olmasa şayet hiçkimse ilçeye, kente ya da herhangi başka bir yere gidemezdi. Size bahsettiğim bu dağ yüzünden dış dünyayla bağlantımız yok gibi. Bir yol daha var aslında, o da deniz. Ama o biraz sıkıntılı bir yol. Karköy‘ün bu buz gibi soğuk havası zaman zaman onu da donduruyor.
Bu sebeple kış mevsiminde insanlar evden çıkamıyorlar. Yani sizin anlayacağınız kırmızı tren bizim diğer bütün dünyayla olan köprümüz. Bu köprü yıkılırsa bizim hayatımızda bu kardan kürenin içerisinde kalmaya devam eder. Ama olanlar oldu.
İki yıl önce o köprü yıkıldı.
Dedem yüzünde oldukça üzgün bir ifadeyle geldiğinde artık tren yolunu kullanamayacağımızı, yakın zamanda kapatılacağını söyledi. Dağın, buraya daha uzak kalan öteki yamacına bir kış sporları tesisi kurulacakmış. Bu yüzden tren yolunu diğer yönden geçirmeyi düşünüyorlarmış.
Daha o zamanlar çoktan tesisin yapım çalışmalarına başlanmış bile. Haberi duyduğumda buna inanamadım. Nasıl yani, şimdi artık tamamen burada mı kalacaktık? Bir daha uzaklara, sıcacık kentlere, kırlara gidemeyecek miydik? Ama bu gerçekti. Artık kırmızı tren tamamen hayatımızdan çıkmıştı. Aradan geçen haftaların sonunda tünelin sarı bir tabela ile girişine “Kullanıma kapatılmıştır!” ibaresini asmışlar ve tahtalarla girişi kapatmışlardı.
Yeniden açılır umudu ile neredeyse her gün o karlı tepeye yürüyerek gidip, bir süre durakta bekliyordum. Artık soğuk havadan ellerimin üşümeye başladığını hissettiğimde geriye dönüyordum.
Hatta annemin söylediğine göre uykumda bile kırmızı treni sayıklıyormuşum.
Kendimi en yakın, en iyi arkadaşımla sonsuza dek bir araya gelemeyecekmişim gibi hissediyordum.
Kırmızı tren sadece dışarıyla olan bağlantımızı kesmemişti. Aynı zamanda bizim okul yolumuza da engel koymuştu. Size daha önce bahsetmedim sanırım. Bizim Karköy‘de ben daha küçükken bir okul vardı. Ben birinci sınıfı bitirince bir daha öğretmen gelmedi. O yüzden okul için başka bir kasabaya gidiyoruz. Okula da bu kırmızı trenle gidiyorduk. Artık kasabaya kayıklar yardımıyla gidiyoruz. Bizim kayığımız olmadığı için komşumuzun kayığı ile gidiyorum. Dedem de ona para veriyor.
Aslında almak istemiyor ama gittiğimiz yol biraz meşakkatli olduğu için dedem ısrar ediyor. Günler bu şekilde ilerlemeye devam edip gidiyor.
Annemin sesiyle gözlerimi açtığımda okula gitmek için hazırlandım. Annem yine sobayı yakmıştı. İçeriden gelen sıcacık havanın etkisiyle şöyle bir gerindim. Pencereden dışarı baktığımda kar tanelerinin pencereye üşüştüğünü görebiliyorum.
Saat henüz çok erken ve okula yetişmek için her gün bu saatlerde uyanıyorum. Ben, annem, dedem ve anneannemle birlikte yaşıyorum. Kahvaltıdan sonra dedemle birlikte teknenin yolunu tutuyoruz. O trene gidiyor ben de okula. Bizim tren yolu kapatıldı ama o diğer güzergâhta makinistliğe devam ediyor. Kapıdan dışarı adımımı attığımda evdeki sıcacık havanın aksine, soğuk duş almışım hissi veren buz gibi bir hava çarpıyor.
Kar neredeyse belime kadar ulaşıyor, dedemin ise neredeyse dizine kadar geliyor. O benden çok daha uzun. Aşağıdan ona bakıp konuşmak oldukça zor. “Dede, kırmızı tren ne zaman geri gelecek?”
“Kırmızı trenin gelmesini ben de çok istiyorum ama sanırım artık gelmeyecek.”
“Sen makinistsin. Onlarla konuşsan olmaz mı? Belki geri gelir.”
“Evet, ben bir makinistim ama sadece ben söylediğimde bunu yapmazlar.”
“Ben de konuşurum. Onlara kırmızı trenin ne kadar önemli olduğunu söylerim.”
Dedem yüzüme bakıp gülümsediğinde ben de gülümsedim.
Belki de onlara bir mektup yazarsam kırmızı tren geri gelirdi.
“Dede bir mektup yazsam onlara götürür müsün? Ben bir çocuğum, insanlar çocukları severler. Belki okuyunca fikirlerini değiştirirler.”
“Artık geldik. Daha sonra konuşalım bunu.” Karşıya baktığımda çoktan deniz kenarına gelmiştik. Sevgi ve babası bizi bekliyordu. Dedemin yardımı ile kayığa bindiğimde gitmek için hazırdık. Deniz karadan daha soğuktu. Bunun için kayıkta hep battaniyeler oluyordu. Kasabaya dek kendimizi bu battaniyelerle sarıyorduk.
Dedem düşmeyelim diye bizi iki kolunun altına alıyordu. Kolları o kadar büyüktü ki ikimize de fazlasıyla yetiyordu. Nihayet kasabaya yaklaştığımızda inip okulun yolunu tutuyorduk. Okul saati bittiğinde ise hep birlikte yeniden kayıklara doğru koşuyorduk. Kışın akşam saatleri deniz daha da soğuk oluyordu, bu kez battaniyelere daha sıkı sarınıyorduk. Dönüşte koşarak eve gelip annemin yaptığı sıcacık kuşburnu çayından alıp sobanın başına kuruluyordum.
Bazı zamanlar buzlanma sebebiyle okula gidemiyorduk.
Böyle zamanlarda yapacak pek bir şey olmadığı için vaktimin çoğunu kardan şekiller yaparak geçiriyordum. Evimiz dağın yamacına yakın bir yerde. Böylece dağa kadar olan alanı tıpkı bir atölye gibi kullanıyorum. Dilediğimce şekiller yapıp alanı istediğim gibi kullanıyorum. Dayım bazen ilçeden geldiğinde bana boyalar getiriyor. Onlar ilçede yaşıyor. Gelirken de bizimkilerin isteklerini alıyor.
Ben en çok boya istiyorum. Bu boyalar sayesinde bembeyaz yaşantımıza biraz canlılık getiriyorum. Karköy‘dekiler bunu çok seviyor. Onlar da sadece beyaz görmekten sıkılmışlar. Ben de onların hayatına daha çok renk gelsin diye zaten fazlasıyla olan kardan faydalanıyorum. Şimdi de yine elime kovamı ve küreğimi almış dağın yamacına gidiyorum.
Bazı çocuklar kova ve kürekle deniz kenarında şekiller yapar ben ise onları kardan yapıyorum.
Tahmin ettiğiniz gibi okula yine gidemedim. Dedem de evde yok. Buzlanma olduğu için gece dayımda kaldı. Genelde buzlanma olacağı haberini aldığında orada kalıyor. O olmayınca ben daha çok sıkılıyorum. Böylece kendimi hayâl dünyamın bembeyaz örtüsüne bırakıyorum. Bugün kar taneleri yine büyük büyük yağıyor. Üstelik rüzgâr da var.
Yaptığım şekillerin üzeri yine beyaza bürünecek ama olsun ben yenilerini yapmaya devam edeceğim. Kovamı elimle sımsıkı tutmuş rüzgâra karşı direnirken nihayet atölyeme gelmeyi başardığımda yaptığım iglo evin içersinde birtakım sesler duydum. Bu iglo evleri televizyonda bir belgeselde görmüştüm. Sonra neden ben de yapmıyorum diyerek kovamı küreğimi kapıp soluğu burada aldım.
Yine bizim tilki gelmiştir diye konuşmaya başladım. “Demek yine acıkıp buraya geldin. Geldiğini bilseydim yemekten kalan kemik parçalarını sana getirirdim.” Bu evi ilk yaptığım zamanlar bir tilki dadanmış, kendisine yuva olarak kullanıyordu. Sonra ona alışmaya başladım. Başlangıçta ondan korkuyordum ama sonra onunla yiyeceğimi paylaştım.
İçeriden çıkmayınca ona doğru ilerledim ama o hâlâ çıkmamıştı.
Acaba o değil miydi?
Elime yerden bir kartopu yapıp içeri attığımda dışarı herhangi bir şey çıkmamıştı. “Hey! Kim var orada?” Atmaya devam ederken içeriden bir kadın başını uzattı. Başında kırmızı beresi siyah saçları bukle bukle yanlardan çıkmış uzun boylu bir kadındı. “Dur! Atma.”
“Sen de kimsin? Neden evime girdin?”
“Bunu…” Deyip şaşkın şaşkın etrafına baktığında yeniden bana döndü. “Hatta tüm bunları sen mi yaptın?” Dedi. “Evet, burada yapabileceğim en iyi şey bunlar.”
“Bu konuda çok yeteneklisin o zaman. Bu arada ben Gamze. Buraya yakın bir kayak merkezine gelmiştim. Sonra yolumu kaybettim. Karlarda yuvarlanıp kendimi buralarda buldum. Bana yardım edebilir misin? Nasıl geri dönebilirim?”
“Benim adım Leyla. Şu aşağıdaki kasabada yaşıyorum.” Arkamı dönüp işaret parmağımla Karköy‘ü işaret ettim. “İsmi Karköy. Sürekli kar yağdığı için öyle demişler. Seni bizim eve götüreyim, ısnırsın. Ama geriye dönmen zor olacak. Kırmızı tren olsaydı daha kolay dönerdin. Ama şimdi birkaç gün beklemek zorundasın.”
“Kırmızı tren mi? Neden beklemem gerekiyor?”
“Çok üşümüş olmalısın. Ben de üşüdüğüm zaman senin gibi titriyorum. Eve gidelim, sana yolda anlatırım.”
“Tamam, hadi gidelim.” Eve giderken yol boyunca sohbet ettik. Kendisinin gazeteci olduğundan bahsetti. Belki televizyonda görmüş olabileceğimi söyledi. “Ben pek haber izlemem daha çok çizgifilm izliyorum. Bazen de belgesellere bakıyorum. Orada dünyanın başka yerlerini gösteriyorlar, en sevdiğim bölümler onlar.”
“Tamam o zaman. Şimdi tanışmış olduk. Söyle bakalım bu kırmızı tren hikayesi de nedir?”
“Buraya biraz uzakta tren yolu var. Bizim kentin diğer kasabalarına, ilçelerine gitmemizi sağlıyor. Renginden dolayı ona kırmızı tren diyorum. Ama artık buradan geçmiyor. Yolu kapattılar. Eğer şimdi olsaydı seni hemen götürürdü.”
“Peki, şimdi ne olacak?”
“Kayıkla diğer kasabaya gidip trene binmelisin. Ama deniz yine donduğu için birkaç gün burada kalman gerekecek.”
“Ne? Nasıl?”
“Biz öyle yapıyoruz. Bugün okul var ama deniz donduğu için gidemedim.” Gamze abla şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Bu benim için oldukça normal bir durumdu ama anlaşılan o bu durumu biraz garip bulmuştu. Eve yaklaştığımızda çitlerle çevrili bahçeden içeri girdik. Geniş bir avlumuz vardı.
Tahmin ettiğiniz gibi bahçede rengarenk şekiller vardı.
“Sanırım bu şekilleri takip ederek de seni bulabilirmişim.” Ona gülümseyip, az ötedeki iki katlı eve doğru ilerledik. Biz üst katta kalıyorduk. Alt katı ise ekmek pişirmek ya da başka eşyaları koymak için kullanıyorduk. Boyalarımı orada saklıyordum.
Annem kapıyı açtığında şaşkın şaşkın bir bana bir de Gamze ablaya bakıyordu. Nihayet ona kısaca Gamze abladan bahsedip koşarak içeri girdim. Dışarıdaki soğuktan evdeki sıcağı görünce Gamze ablayı unutmuştum. Oturup evdekilere olan biteni anlattık. Dedemi arayıp ne zaman gelebileceğini sorduk. Ancak beş gün ya da bir hafta sonra gelebileceğini söyledi. Yani bu hafta okula gidemeyecektim. Buna üzülmüştüm.
Bir ara dayımda kalma teklifi sunmuşlardı. Ama ben annemden ve Karköy‘den uzaklaşmak istemedim. Hem ben gelene kadar tüm o yaptığım şekiller bozulabilirdi. Orada karla oynama fırsatım olamazdı. Onlar apartmanda kalıyordu. Dedemin söyledikleri üzerine annem Gamze ablaya bir süre burada kalabileceğini söyledi. Büyük bir sevinçle Gamze ablaya baktım. Zaten başka seçeneği de yoktu. Çaresiz kabul etti.
Annem ona giysilerinden verdi. Bu onda biraz garip durmuştu. Anneme nazaran daha uzundu. Ertesi gün yine şekiller yapmak için erkenden ayaklandım. Gamze abla hâlâ uyuyordu. Yavaşça dışarı çıktım. Aşağı kattan boyalarımı alıp koşar adım dağın yamacına ulaştım. Kar dünkü açtığımız yolu yeniden kapattığı için bu pek de koşar adım sayılmazdı. İşte en sevdiğim kısma gelmiştim.
Boyama zamanı!
Boyama zamanıydı. Ama öncelikle şekilleri kapatan karı süpürmeye koyuldum. Her kar yağdığında buraya gelmeden önce yanıma bir çalı süpürgesi alırdım. Ne kadar zamandır bu işi yaptığımın farkında değildim, o sırada Gamze ablanın sesi ile irkildim. “Sana yardım etmemi ister misin?” “Olur.” Birlikte boyama işine koyulduk. Beraber yapmak daha eğlenceli oluyordu. “Sonunda bitti. Harika iş çıkardık.”
“Seninle yapmak daha iyi oldu.”
“Ne zamandır bunları yapıyorsun?”
“Altı yaşında yapmaya başladım. Sanırım beş yıl oldu.”
“Doğuştan gelen bir yeteneğin olmalı. Nasıl fark ettin bunu?”
“Biz daha önce burada yaşamıyorduk. Annem ve babamla birlikte ilçede kalıyorduk. Bir gün babam kayıkla gelirken denize düşmüş sonra biz de burada kalmaya başladık. Babamla çok oyunlar oynardık, burada sıkılıyordum. Sonra kardan şekiller yapmaya başladım.” Konuşmam bittiğinde Gamze abla bana sarıldı. “Haydi o zaman, ben gidene kadar yeni şekiller yapalım. Ne dersin?”
“Biliyor musun Gamze abla benim bir dileğim var. Eğer bu şekillerden tam beş yüz tane yaparsam kırmızı tren geri gelecek.“
“Bu çok iyi! O zaman sana yardım edeceğim. Şimdiye kadar kaç tane yaptın?”
“Sanırım yüz oldu. Hepsine birer numara verdim ama kar üzerini kapattı.”
“Yani geriye sadece dört yüz tane kaldı. Sana yapmanda yardım edeceğim, bir an önce işe koyulalım.”
Hem dedeme bir mektup yazacağım o da götürecek. Belki bu sayede ben bitirdiğimde kırmızı tren de gelir. Gamze abla gülümseyerek bakarken elimdeki kovaya yerden kar doldurdum. O günü tüm gün kardan şekiller yaparak geçirdik. Gamze ablanın şarjı bitmişti. Bugün elektrikler de yoktu.
Kar yüzünden sık sık elektrikler gidip geliyordu.
Nihayet üçüncü günün sonunda biraz güneşi görür gibi olduk. Elektrikler de gelmişti. Annemin şarj aleti Gamze ablanın telefonunu doldurmuştu. Arayıp ailesine haber verdiğinde çok mutlu görünüyordu. Nihayet beşinci günün sonunda dedem kapıdan göründü. Evde biraz oturup son kez Gamze abla ile sohbet ettik. Bu beş günde ona çok alışmıştım. Gidecek diye içimde garip, üzgün bir yer vardı. “Biraz daha burada kalsan olmaz mı? Ben sana çok alıştım.”
“Ben de seni çok sevdim Leyla ama artık gitmeliyim. Sana söz veriyorum en kısa zamanda geri geleceğim.” Kayıkla onu yolcu ederken gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Birkaç gün yokluğuna alışmaya çalıştım. Bir gün dedem kırmızı tren işini konuşmaya gideceğini söyledi.
Daha önceden yazdığım mektubu ona uzattım:
“Dede, bunu da al. Eğer kabul etmezlerse onlara bu mektubu göster.”
“Senin için şansımı deneyeceğim. Sen şekillerini yapmaya devam et. Umarım o zamana kadar sana güzel haberler getiririm. Ama oldu da kötü bir haber getirirsem üzülmek yok, tamam mı? Ben seni yine başka bir kırmızı trene bindiririm.”
“Hayır, istemem. Ben buradan giden kırmızı treni istiyorum. Denizden gitmek istemiyorum artık.”
Dedem umutsuzca bana sarılıp yola koyuldu. Onun geleceği güne kadar şekiller yapmaya devam ettim. Sabahları erkenden kalkıp hava kararıncaya dek şekiller yapıyordum.
Ama bir türlü ilerlemiyordu. Onları tamamlayınca kırmızı trenin geleceğine o kadar inanıyordum ki. Sonra bir gün soğukta fazla kaldığım için üşüttüm. Tam o gün dedem çıkagelmişti. Ama ben daha yüz seksen tane ancak yapabilmiştim. Dedem benim yazdığım elindeki mektupla üzgün üzgün bana bakıyordu. Gelmeyecekti.
Onlara kırmızı trenin bizim için ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim ama mektup işe yaramamıştı.
“Ben Leyla, Karköy‘de yaşıyorum. Burası tamamen karla kaplı bir köy. Güneşi aylar boyunca neredeyse hiç görmüyorum. Köyün hemen arkasında büyük bir dağ var. Dağ o kadar büyük ki… Sanki kimse Karköy‘ü göremesin diye bizi saklıyor.”
“Bu yüzden başka bir yere gidemiyoruz. Bu dağ yüzünden köye öğretmen bile gelmiyor. Okula gitmek için başka kasabayı kullanıyoruz. Karköy’den geçen kırmızı tren sayesinde gidiyorduk oraya… Ama şimdi kayıklarla gitmemiz gerekiyor. Erkenden kalkıp yola koyuluyoruz. Bazen sabahları o kadar soğuk oluyor ki yatağımdan kalkmak istemiyorum. Sadece ben değil, diğer arkadaşlarım da bu durumda.”
“Kayıkta giderken battaniyeler kullanıyoruz. O bile bizi ısıtmıyor. Neredeyse bir saat boyunca gidiyoruz. Dedem biz üşümeyelim ve denize düşmeyelim diye kollarını bize sıkı sıkı sarıyor. Sadece bunlar da değil. Kar yüzünden deniz sürekli donuyor ve okula ya da herhangi bir yere gidemiyoruz.”
Kısacası bu tren bizim her şeyimiz.
“Karköy‘ün kalbi. Kalbi olmayan bir insan yaşayamaz ki. Lütfen kırmızı treni yeniden gönderin.” Annem başucumda sürekli bez ıslatıp alnıma koyuyordu. Gözlerim sürekli kapanmak istiyordu. Birkaç gün ateşim geçmedi. Sonunda ayaklanmıştım. Canım bugün ne karla oynamak ne de herhangi bir şey yapmak istiyordu. Avluya oturmuş boş boş etrafı izliyordum. Annem dışarıda fazla kalmamamı söylemişti. Bakınırken o sırada ileriden birkaç kişinin buraya doğru geldiğini gördüm. Birisinin elinde kamera vardı. Biraz dikkatli baktığımda içlerinden birisinin Gamze abla olduğunu gördüm. İşte söz verdiği gibi yeniden buraya gelmişti. Koşarak ona doğru ilerledim ve sıkıca sarıldım. “Gamze abla geldin.”
“Sana sözüm vardı, gelmezsem olmazdı. Gelmem biraz uzun sürdü sadece. Dedeni bulup onunla konuştum. Mektuptan haberim var. Bu yüzden ben de sen ve Karköy için bir şeyler yapmak istedim.” Gamze abla gazeteci olduğu için benim beş yüz tane şekil yapınca kırmızı trenin geri geleceği konusundaki umudumu başka insanlara da duyuracağını söyledi.
Böylece daha fazla insana ulaşacaktı:
“Siz de Leyla’nın umuduna ortak olup birer şekil yapmak için Karköy‘e gelmeyi unutmayın.”
Haber hızla yayılmaya başladı. Gamze abla yazdığım mektubu internette de paylaştı. Kısa zaman içerisinde birçok insanın yorum yazdığını ve ilk fırsatta buraya geleceğini söyledi. Öyle de oldu.
Birkaç gün sonra deniz kenarında bir hareketlilik oluştu. Haberi duyan buraya gelmişti. Ben şaşkınlıkla olup bitenleri izliyordum. Karşımda bir sürü yetişkin, durmuş benden onay bekliyordu. Gamze ablaya baktığımda bana gülümsedi. Sonra kameraya geçip konuşmaya başladı.
“Leyla’nın başlatmış olduğu bu harekete yardımcı olmak için birçok kişi buraya gelmiş durumda. Bakalım bu çabalar işe yarayacak mı? Leyla’nın deyimiyle kırmızı tren yeniden Karköy’den geçecek mi? Hadi başlayalım o zaman.” Herkes bir köşeye geçmiş, durmadan kardan şekiller yapmak için uğraşıyordu. İlk kez bu kadar insanla birlikte kardan şekiller yapıyorduk.
İki haftanın sonunda sıra son şekile gelmişti.
Beş yüzüncü şekil bittiğinde kırmızı tren karşıdan görünecek miydi? Hiç bilmiyordum. Sadece kendimi bu oyuna kaptırmıştım. Son şekil tahmin ettiğiniz gibi kırmızı tren olacaktı. Karköy beyaz örtüyle kaplı değildi artık. Beyaz örtünün üzeri bir renk cümbüşüydü.
Sıra kırmızı treni boyamaya geldiğinde heyecandan ellerim titriyor ve fırçayı tutmakta zorlanıyordum. İşte beş yüzüncü şekil de bitmek üzereydi. Son fırça darbesini de vurduğumda herkes durmuş ve tren raylarına bakıyordu. Ben ise son şekli de yapmış olmanın verdiği rahatlıkla yönümü çevirmiş eve gidiyordum ki o anda o sesi duydum.
Bu tren çuf çuflarıydı.
Uzun zaman sonra bu sesi duyduğum için içim içime sığmıyordu. Gelmişti. İşte, kırmızı tren oradaydı. Herkes bana dönüp alkışlıyordu. Olmuştu. Kırmızı tren gelmiş, köprü yeniden kurulmuştu. Koşarak Gamze ablaya sarıldım. O sırada biri bana sesleniyordu.
“Leyla hadi gidiyoruz.” Baktığımda trenin en önünde dedemi gördüm. İşte yeniden her şey olması gerektiği gibiydi. O gün Karköy‘deki herkes kırmızı trenle uzun bir yolculuğa çıktı. Okula artık kayıkla gitmedik. Yeniden başka yerleri görebildik.
Uzun yıllar geçti. Ben hayalimdeki gibi bir heykeltraş ve ressam oldum. Şimdi de kırmızı trenle Karköy‘e yeni şekiller yapmak için gidiyorum. Kim bilir belki de Karköy’de benim gibi umutlarını kaybetmeyen çocuklarla kardan şekiller boyarım.