Stephen Hawking’in Partisine

Sokağın ortasında gümüş rengi ışıklar saçan tabağımsı bir güç alanı belirdi. Ref-Z içinden çıktı. Çıkar çıkmaz da koordinatları tam ayarlayamadığı için yaklaşık bir metre yükseklikten yere düştü. Ayağa kalkıp üstünü başını silkeledi ve etrafını kolaçan etti. Onu gören olmamıştı. Yüzünü geçide dönüp: “Hah, siz ne anlarsınız umuttan, hayallerden. Ben o kişi olacağım. Ona umut veren kişi ben olacağım. Stephen Hawking’in partisine katılacağım!” dedi rahat bir nefes vererek. Seri adımlarla çıktı sokaktan. Yola baktı, caddede arabalar vardı. Onun için epey külüstür kalan bu arabaları en son dedesinin çocukluk albümünde gördüğünü hatırladı. “Ne tuhaf! İnsanlar, ayaklarını yerden kestiğine inanarak buna binmişler bir zamanlar.” dedi. Kendi kendine güldü. Gerçekten de bin sene öncesindeydi. Zamanda yolculuk yapan da ilk insandı.
Daldığı düşüncelerden sıyrılıp etrafına baktı. Yolu bilmiyordu, bir harita ya da bilen birini bulmalıydı. Parti Cambridge Üniversitesinde yapılacaktı. Cebinden buruşuk bir kağıt çıkardı ; eski ,sararmış, kırış kırış bir gazete kâğıdıydı bu. Üzerinde siyah beyaz bir yazı vardı: “Profesör Stephen Hawking tarafından zaman yolcuları için düzenlenen bir partiye davetlisiniz. 28 Haziran Pazar. Saat 12.00. ” kağıtta yazanları okudu gülümseyerek. Stephen Hawking davetiyede bilgileri eksiksiz yazmıştı, koordinatlar da dahil.
Ama geçen bin yıl içinde Cambridge Üniversitesinin yeri değişmişti. Okyanuslar, İngiltere dahil pek çok ülkeyi sular altına gömdükten sonra eski şehirler bir denizaltı müzesine dönüşmüştü. Fakat Dünya kimsenin umrunda sayılmazdı. Dünya, Mars’tan sonraki ikinci gezegen konumuna geçmişti. Birçok insanın Dünya hakkında bilgisi epey azdı, her ne kadar iki gezegen arasındaki ulaşım hız trenleriyle 1 hafta sürse de.
Kafasını kağıttan kaldırıp “Geliyorum Hawking bekle beni. ” dedi ve kağıdı katlayıp geri koydu cebine. Stephen Hawking 2009 yılında bir haziran gününde herkesten gizli bir parti vermişti. Partinin davetiyelerini de partiden bir gün sonra dağıtmıştı, böylece zamanda yolculuk mümkün olduğunda zaman yolcuları bu partiye gelebilecekti. Ancak sonuç hüsran olmuş, partiye kimse gelmemişti. Ref-Z bu gerçekliği değiştirmek için zamanda geri gelmiş ve o parti için hazırlanmıştı.
Bileğini sallayıp saatini çıkardı. 11.20’ydi saat. Önce sağa sonra sola baktı,karar veremeyip sağa doğru koştu. Cadde boyu koştuktan sonra bir dükkanın içine girdi. Girdiği çörek dükkanı boştu, tezgahın başında yaşlı , beyaz önlüklü, bir adam tezgahını siliyordu. Onu görünce sevindi. Bir kaç adım attı içeri girdikten sonra: “Merhaba!” dedi elini havaya kaldırarak. Tezgahın başındaki adam başını kaldırmadan, kaşları kalkık, anlamsız bir ifade takındı yüzüne: “Türk müsün? Türk bir akrabam vardı ama Türkçe bilmiyorum dostum.” dedi İngilizce. Ref-Z, Türkçe konuşmaması gerektiğini, İngiltere’de olduğunu tamamen unutmuştu. Afallayıp İngilizce konuşarak devam etti: “Özür dilerim alışkanlık işte. Evet Türk’üm. Aslında biraz acelem var sana bir şey soracağım Cambridge Üniversitesinin nerede olduğunu biliyor musun? ” bu onun için zor bir soruydu. Hem biliyordu hem bilmiyordu. Ama bilmiyorum demek istemedi. Önce bu yabancının Cambridge ile ne ilgisi olduğunu merak etti: “Öğrenci misin?” dedi tezgahı sildiği bezi bırakıp. Ref-Z az vakti olduğu için oyalanmak istemedi. Bir yalan uydurarak bir an önce partiye varmak istiyordu. “Evet ama Türkiye’den yeni geldim ve yolu bulamadım acaba bana tarif edebilir misin?” dedi. Adam ellerini iki yana açıp avuç içini gösterdi. Kalkık kaşları ve bilmiyorum der gibi bakışı yüzünden Ref-Z ona öfkelendi: “O zaman neden beni…” cümlesini bitirmeden dükkandan çıktı.
Sokakta koştururken yanından sarı bir taksi geçti : “Taksiler bu ilkel zamanda da sarı mıymış ?” diye şaşırdı, taksiyi çağırdı.Araba sokağı dönmeden durdu. Sonunda gidebilecekti istediği yere. Koşarak taksiye vardı, kendini güçlükle yavaşlatıp taksinin kapısını açtı ve içeri attı kendini. “Cambridge Üniversitesine lütfen.” dedi ve şoför sürmeye başladı.
Yolculuk başlayalı beş dakika olmuştu ki çok fazla zaman kaybettiğini düşünen Ref-Z onu uyarmak istedi : “Biraz acele edebilir miyiz acaba ?” dedi kibarca. Ama taksici onu duymazdan geldi, hız sınırı olan bir tabelayı işaret etmekle yetindi. “Peki bu hızda ne kadar sürer varmamız?” dedi bu sefer. “Çok sürmez 10 dakikaya orada oluruz . Siz de profesör müsünüz?” diye sordu taksici. Ref-Z’nin gümüş rengi,ince kenarlı gözlükleri ve boynunu sıkan, son düğmesi dahil iliklenmiş gömleğiyle onun profesör olabileceğini düşündürmüştü taksiciye. “Evet onun gibi bir şey.” dedi Ref-Z. Saatine baktı 11.33’tü. Arkasına yaslanıp rahatlamaya çalıştı, zamanı vardı. Ama taksici onu rahat bırakmayacaktı : “Ne profesörüsünüz peki? Oğlum da doktorasını yapacak da merak ettim doğrusu. ” dedi taksici. Ref-Z kurtuluş olmadığını düşündü: ” Işık hızı üzerinde çalışıyorum. Işığın zamansal ve boyutsal davranışları konusunda araştırmalarım var. ” dedi. Taksici merakla bir soru daha sordu: ‘’Zamanda yolculuk yani ?‘’ dedi dikiz aynasından ona bakarak. Ref-Z aynada göz göze gelip, gözlerini kaçırdı : ‘’Evet . Yakında. Umuyorum.‘’ taksiciye tekrar aynadan bakıp gülümsedi.
Yolculuk sona erdiğinde içinde kelebekler uçuyordu. Ama mutluluğu uzun sürmedi çünkü hiç parası olmadığını fark etmişti. Bu zamana gelmeden önce zamanın insanına uygun bir şeyler giymişti ama yanına para almayı unutmuştu. Taksici : “Cüzdanınız yanınızda değilse, bir çek yazabilirsiniz. Sorun değil.” dedi. Ref-Z paniklemişti, kim için yazacaktı ki çeki ? Onun yerine taksiciye saatini uzattı, bunu beklemeyen adam şaşırdı. “Kabul edemem. Sizin gibi biri bana ücret ödemese de olur. Benden olsun.” dedi. Ref-Z gülümsedi, burada en çok ihtiyacı olan şeyi, saatini, vermediği için mutluydu. “Günün birinde zamanda yolculuğunu keşfedeceğim ve bunda sizin büyük bir payınız olacak.” dedi ve gülümseyerek indi taksiden. Üniversitesiye döndü , kapıları ardına kadar açıktı. Prof. Hawking ziyaretçilerin gelir gelmez içeri girebilmesi için açık bırakmıştı. Kapıya doğru yürümeye koyulmuşken neler olduğunu anlayamadan yerde buldu kendini. Onlardı, maskeli askerler, kendi zamanından geliyordu ve onu bir darbeyle yere indirmişlerdi. Sürükleyerek ıssız bir sokağa getirdiler. Daha sonra ayağa kaldırdılar. Ama Ref-Z başını yere vurduğu için dengesini sağlayamadı. Başı dönüyordu . Gördüğü şeyleri birleştirmeye çalışırken karşısında ağabeyini gördü. Ağabeyi ona sağ eliyle tokat attı . Öfkeyle konuşmaya başladı : “Ne yaptığını zannediyordun? Aptal mısın sen ? Bu nasıl bir sorumsuzluk aklım almıyor.” dedi. Tokadın etkisinden çıkmaya çalışırken ağabeyinin gömleğinin üzerindeki yazıyı okudu “Ref-C” yazıyordu. Neyseki en büyük ağabeyi öğrenmemişti . O burada olsa onu öldürebilirdi. Kendini açıklamak istedi Ref-Z : “Orada bizim için yapılmış bir parti var. Eğer oraya gitmezsem aynı bizim gerçekleğimizde olduğu gibi bütün insanlık umutsuzluk içinde kalacak. Ama ben onlara umut verebilirim. Doğru yolda olduklarını anlatabilir hatta bütün formülleri onlara verebilirim ağabey.” dedi üzgün bir sesle Ref-Z. Ağabeyi öfkelendi , ateş fışkıran gözleri ona hiddetle bakıyordu :
-Sen bunlar olursa ne olacağını bilmiyor musun? Sana inanırlar mı sanıyorsun? Kanıt isteyecekler, belki de seni alıkoyacaklar başka bir zamandan geldiğini anlamak için. Sorgulayacaklar ve o hayranı olduğun Hawking ile değil hükümet ajanlarıyla sohbet etmek zorunda kalacaksın.
-Hayır yanılıyorsun bu öyle bir şey değil. Bu öyle bir zaman dilimi değil. 2009’dayız. Şu insanlara bak , uzaylılar için bir savunma sistemleri bile yok henüz . Her şeyden habersiz ve savunmasız insan ırkı bana karşı da iyi davranacaktır.
-Ne anlatacaksın onlara peki? Türk olduğunu söylediğinde sana inanırlar mı sanıyorsun. Şu an Türkiye’de bir uzay üssü bile yok. Eğer böyle bir şey olacaksa bile kendilerinin yapacaklarına o kadar eminler ki, sana sadece gülerler.
-Onlara formülleri gösteririm, her şeyi baştan anlatırım. Bütün gelişmiş fiziği öğretebilirim.
– Sence sonra ne olacak ? Onlar zamanda yolculuğu öğrendikten sonra ne olacak? Sen, ben bulmamış olacağız. Belki de bu gerçeklikte yok olacağız. Paradoks bizi yok edecek. Sadece bizim için söylemiyorum. Dünya dengesiz olacak; bir yandan bin sene önde giderken , bir yandan ilkelliğin getirdiği ırkçılık, ayrımcılık gibi sorunlarla savaşacaklar. Ve bu dengesizlik bile başka paradokslara yol açabilir.
-Belki de. Ama denemeye değer.
Ref-Z son sözünü söyledikten sonra yeni sakinleşmiş ağabeyi tekrar çıldırdı. Ağzı açılıp ağır sözler etmek istedi ama kendini tuttu. Yanındaki iki askere işaret etti. İşaretiyle birlikte askerler Ref-Z’yi (babalarının ismi olan Refik’in kısaltılmışı) kolundan tuttular. Ağabeyi arkasını dönüp kıyafetinin üzerindeki onlarca düğmeden birine bastı. Boyutlar ve zamanlar arası gümüş rengi , solucan deliğine benzer bir kapı açıldı karşılarında. Ref-Z direndikçe askerler onu tutuyordu. Gitmek istemiyordu. İlkel de olsalar hatta kendilerinin yok olma ihtimaline de karşı insanlara umut olmak istiyordu. Bu partiden sonra insanların umutsuzluk içinde kalacağını biliyordu. Son çaresi ağabeyine karşı gelmekti. Askerlerin elbisesinin üzerinde kendi yazdığı bir kod vardı , onları devre dışı bırakan ve yerini sadece onun bildiği. Ayağıyla bir tanesininkine dokunmayı başardı. Ağabeyi fark etmeden diğerine de basıp ikisini de devre dışı bıraktı. Koşarak geri döndü. Hızla kapıdan içeri girdi. Üniversitenin kapısına doğru koştu. Arkasına bakmadan , gözünü kırpmadan koşuyordu. Kapılar açıktı, her şey hazırdı onun için. Prof. Hawking bütün kapıları açtırmıştı. Koridorda koşarken partinin olduğu salonu arıyordu. Işıkların geldiği yeri gördü sonunda,hız kesmeden koştu. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu. Parti kapısını gördüğünde dizleri titremeye başladı. Kapıyı tıklattı. Kendiliğinden açıldı kapı. İçerideki ışıklar yüzünü de aydınlatıyordu artık. Gözleri kamaşan Ref-Z karşısındaki kişiyi gördüğünde öyle duygulandı ve sevindi ki gözleri doldu. Başarmıştı.
DEVAM EDECEK
Vay canına! Çok güzeldi !
Teşekkürler güzel yorumunuz için.
Teşekkürler güzel yorumunuz için.
Güzel bir hikaye. Akıcı ve sürükleyici. Okurken içine çekiyor. Kaleminize sağlık:)
Çok teşekkür ederim…