Batan Güneş’e
Çıktığı yoldan patikalara doğru koşmaya başladı. Kafasının içindeki sesleri bastırmaya çalışırken, kafasına çarpan çalıları eliyle itmeye çalışıyordu. Deniz kıyısına kadar ulaşmak istiyordu sadece. Kumların üzerine kendini bırakacaktı. Gün batımı da yaklaşmıştı. Tam vaktinde bulmuştu bu hüzün yüreğini. Güneşin batışını anlamlandıracak bir hediye olmalıydı. Defterini çıkardı, bir sayfasına uzun uzun yazdı. Sonra o sayfayı bir şişeye koyarak pembe kayanın içine sakladı. Sonra güneşin batışını beklemeye koyuldu.
…
“Onlar seni anlamayacaklar. Şiir falan mı? Okumayacaklar. Onlar düzene yenik düşmüş, sen de onlara düşüyorsun.” dedi. Çantasından küçük bir not defteri çıkardı. Bir şeyler karalamaya başladı.
“Ben farkında değil miyim sanıyorsun? Ama bu merak duygusu beni bitiriyor işte.” dedi.
Genç adam kafasını defterden kaldırmadı. Küçük şeyler yazdı. Küçük, unutulmayacak… Söyleyeceklerini de düşündü; en son olarak “Seni affediyorum.” diyecekti.
Kız sakince adamın defterle işinin bitmesini bekliyordu; her zaman olduğu gibi. Üniversite yıllarının başında böyle tanışmışlardı. Bir bankta otururken yanına oturan genç adam, açıp defterine bir şeyler karalamaya başlamıştı. Sonra kalkıp gidiyordu ki defteri banka düşürdü. Ama bunu fark etmedi, yani en azından kız öyle düşünmüştü o zaman. Hızlıca yürüyen genç adamın peşinden defterini yetiştirmeye çalıştı genç kadın. Ama merak duygusuna yenilip son yazdığı şeye baktı. Karşısında oturan güzel gözlü bir kadından bahsetmişti.
Kadın utandı bu durumdan, çekindi. Defteri verip oradan uzaklaştı. Sonra kulaklığıyla oturmuş, çekingen çocuğu aklından bir türlü çıkaramadı. Derken kalabalık otobüste, evlerinin sokağında aynı otobüsten farklı kapılardan indiler. Kadın önce şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. Aslında yollarının tekrar kesişmesini dört gözle beklemişti. “Şimdi merakımı bastırmak için bir fırsat.” dedi kendine. Önce biraz bekledi. Önden yürüyordu. Arkasında olduğunun farkındaydı ama fark etmemiş gibi ilerliyordu. Gelmesini, bir şeyler söylemesini bekledi. Ama o hızı azalttıkça genç adam da yavaşlıyordu. Sanki onun yanında olmak isteyip, aynı hızda ondan kaçıyordu.
Kadın saçlarını topladı. Kararını vermişti. Arkasını döndü bir anda. Bu işi bir anda yapması, hiç yapamayacağını düşündüğü içindi. -Bazen bir anda yapınca cesaret aramıyordu insan.- Ellerini kendinden güç alacak şekilde tuttu ve “Merhaba!” dedi.
Böyle başladı. O defterler birikmeye devam ediyordu. Genç adam içinden gelenleri yazıyor, kız onları okuyordu. İkisi de bu durumdan mutlu olmayı başarmıştı. Kelimelere aşık iki insanın birbirini bulmasından bahsediyoruz burada. Kelimeleri saklıyorlar, yeri geldiğinden birbirlerine söylüyorlardı.
Sinemaya gitmeden not alıyor, çıktıklarında uzun uzun yazıyorlardı filmi. Aylar sonra tekrar bu yazıları okuyup üzerine konuşuyorlardı.
….
Zaman ilerledikçe çevrelerinde çok az insan kalmıştı. Çünkü birbirlerine yetiyorlardı. Ama bu durum aslında sonlarını hazırlıyor gibiydi.
Hayatı kısa diye düşünen genç kız; aslında geç kaldığı şeyleri ertelemekten bıkmıştı. Bu birliktelik onu sanki hayata geç kalacak gibi düşündürmeye başlamıştı. Dünya umurunda değilmiş gibiydi bu genç adamın hayatı. Böyle devam edemeyecekti. Hayatı yakalamalıydı. Ama önce en değerli şeyleri gömmesi gerekiyordu. Duygularını, düşüncelerini gömecekti. Derinlere gömecekti.
Kalp kırmadan halletmesi gerekecekti. Ama dürüst olması da… Ne zor şeylermiş.
Açık açık anlattı genç adama. Sonra çocuk defterini çıkardı ve yazmaya başladı. Bir süre sessizlik oldu. Genç adam, küçük küçük notlar almıştı. Sonra genç adam defteri kıza uzattı. “Tek isteğim bu defteri alman, sonra gidebilirsin. Seni affediyorum.” dedi. Genç kadın bu kadar zor olacağını düşünmemişti. Ama artık geçti her şey için. Devam etmeliydi. Gözlerinin içine son bir kez baktı, defteri aldı ve oradan uzaklaştı.
Genç kadın yeterince uzaklaştığında defteri çıkardı. Bir banka oturdu ve incelemeye başladı. Defterin ilk sayfası yoktu. İkinci sayfasında açıklamayı çok net yazmıştı. Ona hayranı olduğu pembe kayalıkta güneşin batışından çok bahsederdi. Deniz kenarındaydı. Oraya gitmesini o pembe kayayı bulmasını istemişti.
Merakına yenik düşen kadın, bu isteğini bir an önce yapmak için dediği yere gitti. Biraz geç kalmıştı. Güneş batmaya yakındı. Patika yollardan geçmek zorunda kalmıştı. Çalılıklardan sahile ulaşmak hayli zordu.
Pembe kaya orada sanki onu bekliyormuş gibiydi bunca yıl. Yanına geldi, çevresine bakındı. İki kaya arasında bir şişe var gibiydi. hemen şişeyi oradan çıkardı. İçinden bir kağıt çıktı. Kağıdın o deftere ait olduğu belliydi. Gözleri dolu dolu olan kadın pembe kayaya yaslandı ve güneşin batışıyla birlikte okumaya başladı.
“Sana merhaba bile diyemiyorum. Elveda diyebileceğimi mi sandın? Ben seni gizli gizli izliyorum. Kusura bakma, bu sayfayı okumayacağını sanmıyorum. O yüzden sana dürüst olacağım burada. Çünkü sen bir gün benimle birlikte olsan da, bunun bir sonunun olmayacağını hissediyorum. Çünkü sen okyanuslar gibisin. Ben küçük bir nehir… Sen içinde derinleştikçe derinleşiyorsun. Bir nehir sadece seni besler. Sonra gözlerini kaçırırsın.
Uzun zamandır farkındayım senin. Senin farkında olmak bile değiştirdi hayatımı. Bir gün bana merhaba diyecek misin? Bilmiyorum. Ben sana her gün diyorum. Mavi gözlerini görebilmek için ne yollar gidiyorum. Bu mektubumu okumanı ister miyim? Bilmiyorum. Ama eğer şu an okuyorsan kendine en iyi yolu çizmelisin. Ben senin için küçük bir değişikliktim. Başlayan her neyse şuan bitmiş olduğunu biliyorum. Bu yazının anlamı bu. Seni tanımadan, seni düşünerek sana veda etmek… Bu da ancak bana yakışır zaten.
Veda ediyorum. Güneş her battığında hatırımda olacaksın.
Küçük, mavi gözlere… “
Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı kesildi genç kadının. Güneş batmıştı bile. Kaç kere okudu bilmiyordu yazıyı.
…
Vedalar zordu. En zoru da tanımadığın birine veda etmekti. “Şiir diyordu, sana kimse şiir okumayacak.” Genç adamın en çok özleyeceği de buydu.