Bataklık Fantazisi ve Bitmeyen Düşüşler
Mutlu değiliz biliyoruz. Bunu herkesin mutlu, güzel, başarılı, sağlıklı, huzurlu, aşk ve sevgi dolu olduğu imajını çizdiği sosyal medya çağında söyleyemesek de içimizde bir huzursuzluk kol geziyor, bir şeyler yanlış gidiyor farkındayız, hissediyoruz. ‘Mutlu değiliz biliyoruz.’ Peki kim bu meçhul ‘Biz’? Biz’lerin içinde kimler vardır bilemiyorum ancak sen ve ben varız bundan eminim. Perdeleri, televizyonu ve telefonları kapatalım, bu biraz derinlerde bir konu.
Bu çağda doğmuş olmanın kurşununu taşıyoruz içimizde, bu kurşuna büyüklerimiz nevroz demişler, yani ruhen hasta olma bozukluğu. Doğmuş olmanın getirdiği bir saldırı sonucu değil en acısı da burada, öylesine sıkılan bir kurşun bu, göbek bağının kesilmesi kadar olağan. Asla nedenini anlayamadığımız ‘bir şeyin’ sancısını çekiyoruz. Bir parçamız kurşun yarası içinde ve sağaltılamayacak kadar kötü bir halde. Kimimiz deştikçe deşiyor o yarayı, kumla oynayan bir çocuk gibi kimimiz ise kapatıyor görmezden geliyor, saklıyor, inkar ediyor.
Şöööyle dosta düşmana karşı “mutsuzum ulan, mutsuzum!” desek rahatlarızdı belki. Ama yok o da işimize gelmezdi. Nasıl anlatacaksın, ne diyeceksin o hissettiğin kurşun yarası hakkında? Neden, dediklerinde ilk cevap,
-‘Bilmiyorum’, olur genelde. Anlayan anlar da anlamayan sen ne olduğunu anlayamadan harcar sağlam kalan yine de o mecalsiz yanını. Aklına geleni sıralarsın yine de kurtulamazsındır. Boşverirsindir.
Birer seviye gibi ilerler bu illet, hissedersin kurşunun daha derine doğru ilerlediğini ve bir şey olacak sanırsın. Kişiden kişiye göre değişen, bir seviye, bir çizgi var ki buradan sonrası ‘değişen hiçbir şey yokken her şeyin değişmesi’ evresi. Sabret! Tertemiz delireceğin ve kendi içinde o kurşuna rağmen ama yarası ve acısı için bir iktidarlık kuracağın günler gelecek, hiçbir şeyin değişmediği fakat her şeyin farklı olduğu günler…
Bu evreye kadar tüm bataklıkları görmüş ve türlü düşüşler denenmiş olmalı, hepimizde oluyor bu ve zaman zaman da olmaya devam edecek. İçimizdeki kurşunu ve yarasını taşımayı bir şekilde öğrenerek bataklıklardan, düşüşlerden alacağımızı alarak kırlara doğru ilerleme vaktini yaratalım. Kendi duygularımızın farkında olarak ancak dünyanın kendi etrafımızda döndüğünü sanmak tehlikesini aşarak yani kişisel algılamayarak içimizdeki şahlanmayı bekleyen atı ait olduğu yere doğru sürelim. Tamam, senin içinde yaralı bir ceylan var, anlıyorum. Öyleyse yaralarınla oynama daha fazla ve kendine izin ver. Biraz sevgi, biraz şefkat, biraz ilgi ver kendine. Kırlara, dağlara süremediğin o içindeki yaralı şeyi biraz dinlendir, biraz nefes al. Tüm sokaklar çıkmaz iken bir şey olur genelde. Beklemeden bekle, bataklık fantazisi ve bitmeyen tüm düşüşler o bir şeyi beklerken gelişiyor. Düşmüşsen ve daha dibi yoksa direnmemeyi ve bırakmayı ve hatta enteresan bir tat almayı bile öğrenmiş buluyorsun kendini. Acele etme biraz dinlen. Merak etme hiçbir şey kaçırmadın. İstediğin zaman istediğin yerden başlayacağını bil. Durgun sulara geldiğinde vakti gelmiş olacak ve enerjini karaya çıkmak için kullanman gerekecek. Biraz dinlen sadece.
Çağın belası nevrozları aşmak bu neslin en büyük devrimidir. Kendimize rağmen ama kendimiz için. O kurşun her zaman orada kalacak, onu da seveceğiz, onunla birlikte kendimizi de… Sancının en derin yerinde kendine acımak yerine, canım kendim diyerek kolumuzu sıvazlamayı, kendimize şefkat göstermeyi de öğreneceğiz. Böyle bir zamanda doğmuş olmanın bir anlamı olmalı…
Not: Nevrozun iki çeşidi bulunmakta olup burada bahsedilen kişinin kendi içindeki çatışmaları dolaysıyla ortaya çıkan histerik durumlardır.