‘’Öldüğünde evine gidiyordun.’’ cümlesiyle başlayan bu hikayenin incelemesinin, felsefi bilim kurgu temasıyla bağdaştırılarak yapılması gerektiğini düşünmekteyim. Hikayenin girişiyle beraber, varlığın yok olmaktan öte tekrar varlığa gelmesi söz konusu diyebilirim. İnsanın ölümüyle ontolojik sürecinin, birlik anlayışı içerisinde işlendiğini görmekteyiz.
Ben’in oluşumu Bir olan içindir.
Üzerinde durulan konulardan biri olan “Bir” olandan türemek anlayışı, bildiğimiz üzere birçok dinin ana temasını oluşturmaktadır. Varlık; tasavvufta her şeyin “Bir” olan Tanrı’dan süduruyla açıklanırken, panteizmde doğanın ve oluşmuş olan varlıkların Tanrının parçası olduğuyla açıklanır. Hikayede geçen Reenkarnasyon inancında ise ruh göçüyle açıklanır. Ben’in oluşumu Bir olan içindir. Ben aslında “Bir” olan her şeydir. Bu hikayeyi bir yanıyla Ütopik bulurken bir yanıyla da Distopik bulduğumu söyleyebilirim. Varoluşumuzu temellendirmesiyle, benim açımdan kabul edilebilir türden hayatı anlamlandırmasıyla Ütopyaya dair bir şeyler bulduğum kanısındayım.
Tanrı’nın doğumu ve olgunlaşması
Kişinin içinde hem iyiyi hem de kötüyü barındırıyor olması insanın doğasında olandır. Hikayede altı çizilen şeylerden biri, yapılan tüm iyilikler ve kötülüklerin insanın kendisinde vücut bulmakta olduğudur. Böyle düşünerek hareket ettiğimiz zaman insanlar için, haksızlık yapmanın erdemsizliği öne çıkacak, bizi bundan caydıracaktır. Erdemli olmak… Bir insanın Ben’i için yapabileceği en güzel şeylerin toplamıdır aslında. Hikayeye tekrar döndüğümüzde, Tanrı’nın doğumu için gerekli olan tecrübelerin kavranması, Tanrının olgunluğa erişebilmesi için bir yumurtaya yani dünyaya ihtiyaç vardır.
Zamanın ve mekanın ötesindeki Tanrı, varoluşu için insanı, hayvanı, doğayı kısacası her şeyi varlığa atfetmiştir. İnsanın potansiyelinde var olan iyilik de O’nundur kötülük de. Fakat O’ndaki potansiyelin ötesinde “aktüel” olandır. Tanrının bünyesinde barındırdığı potansiyellerin açığa çıkmasıyla iyilik ve mutlulukla beraber, kötülük ve zalimlik de dünyaya yani yumurtaya ait olmuştu. Günümüzde de büyük tartışmalara yol açan kötülük probleminin, bu noktada yüzümüze tokat gibi çarptığını görebilmekteyiz.
Benlik eşittir Tanrı
Bu hikayede var olan “Ben” yani Tanrı parçasında kötülük yer bulmuşsa, çok açık ki Tanrı da bünyesinde bir kötülük barındırıyordur. Halbuki Tanrı hiçbir eksikliği barındırmayan, her türlü noksanlıktan yoksun en üstün varlık değil miydi? Bir adamın bir kıza tecavüzü, bir ırkın diğer ırka yapmış olduğu soykırımı, kadına şiddeti ve daha sayabileceğim birçok kötülüğü yapan da “Ben” olan Tanrı’ydı aslında. Tanrı’nın olgunlaşması için kötülüğün hakim oluşu insan doğası değil, bilhassa Tanrı’nın doğasıydı öyleyse. Böyle bir varlık alemi içerisinde yaşıyor olma düşüncesi de oldukça Distopik geliyor. Hikayeyi iki yönüyle de ele alıp inceledikten sonra bir soruya takılmadan edemiyorum:
“Yaşadığımız yumurta ne derecede gerçek?”