DenemeEdebiyat

Kandil ve Yağmur

Arzulanan şeyin ne olduğunu anlayabilme telaşına düştüğümde, kendime kurmuş olduğum saplantılı hislerin uzunca zamandır beni tükettiğini, tükenen olmanın getirisi olarak kendime yapmış olduğum kötülüğün kelimelerle tarifi olmayacağını anladım. Bunu değiştirmek istemiyorum. Ama bundan şikayetçiyim! Ulaşmak istediğim hiçbir şeyin olmaması da beni tedirgin ediyor. Yıllar sonra bugüne baktığım zaman, göreceğim tek şeyin aptallıklarımdan başka bir şey olmadığını biliyorum. Aynı yalanlarla insanlardan uzaklaşmak zor olmuyor. Herkesin teşhisi farklı oluyor hastalığımla ilgili. En kötüsü de yalancı oluyor olmamdı. Aslında düşüncelerimin temelini oluşturan şeyin, söylediklerim ile yaptıklarım arasında tezatlık olmasıydı. Her şeyin çok hızlı değişmesi benim suçum değil! İnsanlar bunu benim gözümden göremedikleri için beni suçluyorlardı. Elbette suçlu olabilirdim. Fakat cezayı kesmek istemelerine anlam veremiyordum. Sadece oyalandığım bir dönemde hayatımdan uzaklaşmak düşüncesinde yaşamanın, bir şeyleri çok düşünmenin, sürekli başımın ağrımasının, kendimden nefret etmemin nedenlerini cevaplamayacak kadar aciz miydim?

Her gün her şeye son vermek niyetinde uyanıp, sürekli tekrarladığım, gidip geldiğim, ucu bucağı olmayan karmaşa denizinden uzaklaşmak için neye ihtiyacım olduğunu bilmeliydim. Bunu keşfetmek olanaksızdı benim için. Anlaşılabilmek ne kadar zorsa, yaşama tutunma çabası da o kadar zordu.

Evet, burada olmak olanaksızdı ve buradaydım. Elbette görüyor, duyuyor ve hissediyordum. Hangi savaşta esir düştüğümü ve hangi cephede olduğumu bilmiyordum. Tenimden ayrı gezmek isteyen ruhuma hangi hayatı sunmalıydım? Benden kaçmasına engel olacak gücü nereden bulacaktım? Evin kapısına kadar ulaşıp, kaldırımda uyumak mı olmalıydı hayatım? Hangi mektup bana gelecek, hangi adreste ben olacağım? Komik, şimdilerde içimi dürten his, sonuna göz yaşları eklediğim… Kayıtsız kalmışım olan bitene, öyle söylüyorlar ve fallarda yollarım değişiyor. Sırtımda uzunca ağrıyı, endişe niyeti ile taşıyorum.

Hangi niyet beni kendine alet edebilir?

Olmasını veyahut olmamasına sığındığım hislerimden geriye kalan yokluk hissiyatı beni nasıl parça parça bölüp bir kıyıda huzursuzca beklememe sebep olabilir? Uzunca zamandır elime almadığım bir hissi nasıl gözlerimde kan kırmızısı bir ölüm halinde görebilirdim? Anlatmak ve anlaşılmak istenen o şuursuz bilmeceyi nasıl olsa çözerdim de, tozlanmış kitaplarım ve okumaya bir türlü mecal bulamadığım ruhumun bir yanıp bir sönen yıldızında kaybolmuş gibiyim.

Bana özel bir şey değil ki yaşamak denen macera. Yahut sunulmamıştı ki gümüş tepsi ile önüme, aman…

Bolu, hava serin ve tam da olması gerektiği gibi. Ancak sokak köpekleri hala tedirgin ve saldırgan. Barış Manço çalıyor radyoda… Ufka doğru baktığımı hatırlıyorum. Uzunca bir ağaç karşımda. Leylek yuvaları çırılçıplak karşımda duruyor. Terk edilmiş bir yalnızlık hissiyatı güneş doğarken… Nasıl olur da her şey böylesine mükemmel olabilir ve karmaşa ile muhasebe edilebilir? İnsanların dikte ettiği binalara bakmaya tahammülüm kalmamış. Olabildiğince uzağa bakıyorum. Ufka ve daha uzağında ve en sonunda gözüm sadece güneşin gün doğarken bırakmış olduğu yalın, sarı beyaz gökyüzüne aşina oluyorum. Şimdi olmak istediğim yer çok daha farklı olsa da burada da kendimi mesut hissediyorum. Bu his yalnızca mutluluk ile ilgili bir durum değil. Her şeye rağmen yaşamaya karar veriyor olmamın sağladığı bir mesutluk hali ve bunu üstün kılan şey yaşamaya karar veriyor oluşum değil. Yaşama karar veriyor oluşum.

Nurhak geldi şimdilerde aklıma; kaldırım taşlarından kaleler ve bira şişeleri…

Hatıraları sık sık hatırlatan, aynı şeyleri tekrara düşüren zihnimin arka sokaklarında bir mutluluk molası beklemek hayallerinde, resimlerde ve fotoğraflarda kendimi tanımadığımı bilmelisin. Kendimle arama hangi mesafeyi koyduğumu zaten bilemiyordum. Bana bir şeyleri hatırlatıyordu sadece; göz yaşlarını, sevgililerimi… Kızıl, sarı, kara, kumral… Kronolojik olarak hata yaptığımı biliyordum; önce yalan söylemiş, sonra aşık olmuştum hepsine. Halbuki önce aşık olsam, sonra yalan söylemeye ihtiyaç kalmayacaktı zaten. Aslında bütün aşklarımdan nefret ediyordum en nihayetinde, ardından hüzünlü bir yalnızlık hissiyatı etrafımı sarıyordu ve ben bundan kaçmak amaçlarında dolaşıyordum sokaklarda. Sokakların nefretine sığınmayı bilmek lazım. Siz hiç esrar içtiniz mi? Hadi bu gecenizi sonsuz gülme eylemleriyle geçirelim.

Ve elbette yeni bir güne uyanmak…

Özellikle pazar sabahlarına uyanmanın canımı ne kadar acıttığını ve boşlukta dönüp duran bir uçurtma hissi olduğunu bilmelisin. En nihayetinde çakılacağım yere… Fakat beni gören olmayacaktır. Yağmur yağacak ve insanlar ne yapacağını bilmeyecek, ıssız bir pazar günü. Sadece evlerinde oturacaklar, nefretle bekleyecekler o gelecek günü… Ben de sizinle beraber bekliyor olacağım. Fakat biraz hasar var engebeli yolların sonunda, aşmak eylemlerine girişmeyecek kimse. Ben de uzatılan elleri inatla geri çevireceğim elbette. Yoksa başka türlü nasıl büyüyecektim sokaklarda?

İhtimal cinayetleri dosyasına bakıyorum. Ardı ardına sıralanmış ihtimallerin birer birer öldüğünü yaşayarak görüyorum. Ve ellerimde büyümeye devam eden ihtimallerden geriye kalan tek şeyin ölüm olması beni korkutmuyor. Alıştık artık ölüme… Çünkü öldürmek ve öldürülmek kaliteli bir sanat artık memleketimde. Katili suçlamıyorum… Gücümün yettiğine saldırmak düşüncesinden arda kalan vakitlerimde, kendi cinayetlerimi hesaplıyorum. Yaşanan onca nefretin arasında hangi ihtimale kurban gideceğimi bilmek heveslerimde dolaşıyorum, memleketin tenha sokaklarında… Arzulanan renge ulaşmak açısından kusursuz bir ölümü planlamıştım önce. Güneşin doğuşunu batıdan seyredecek, kılıcımı ise sarışın bir Amerikalı taşıyacaktı. Aslında önce tarihleri bilmem gerekiyordu, saatini öğrenmem lazımdı ölümün. Bilmek, bir bakıma göze almak demekti.

Önce her şeyi kronolojik olarak sıralamayı başarmalıydım; dün ve bugünü karıştıran zihnim, yarın ne olacağını öngöremezdi ve bununla yaşamak sanılanın aksine oldukça zordu. Yazılanı silmek, anlatılanı unutturmak, görüneni saklamak ve ardı ardına sıralanan şüphelerimi ve ihtimallerimi saklamam gerekiyordu.

Kusura bakmayın, çok fazla şey biliyorum ve bunları anlatırsam hepiniz düşmanım olacaksınız. O yüzden hepsi olmasa bile bir kısmı benimle beraber mezara gelmek zorunda. Ölüme, tanrıya inandığım kadar inandığımı bilmeniz gerek bunun için. Hangi aşka daktiller döktüğümü bir çoğunuz biliyor ve sırtımda dolaşıp duran sıcak parafinden haberiniz olduğunu biliyorum.

Ahmet

Ruhun karanlığından, savaşın başında ve kimyasal silahların ortasında doğan insan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu