Filizlenen Umutlar
Bahçeden çıkan adama baktı kadın.
Adamın tatminkâr bakışları dikkatinden kaçmamıştı. El arabasına bakınca anladı. Emekti mesele; aldığı karşılığın memnuniyetini gözlerine yazmıştı yaşlı adam.
Alnındaki kırışıklıkların bir anlamı olmalıydı. Ellerinde ki karartıların bir sebebi… Yüzündeki ışığın bir geçmişi…
Yılların sessizliğini yaşamış, yalnızlığını kalabalıklaştırmanın farkında olmadan yetmişine merdiven dayamamış adeta tırmanmıştı. Korkuyu, sevgiyi, mutluluğu basite indirgemiş; hayatı izleyemeden bitirmek üzereydi. Korku salınan vücuduna anlam veremeyen kadın irkildi. Daha yirmilerinde iken tutulduğu bu korkuyu tanıyordu. Büyümek…
Ya da
Büyüyememek…
Farkında olmadan amca neler açmıştı başına, neler düşünüp hangi korkulara bürünmüştü böyle? Tanımadığı bu yerde şimdi daha da yalnızdı. Yüksek binaların içerisinde kaybolup geldiği bu köye gelirken asıl olanı yüksek binalarda mı bırakmıştı? Hayır, öyle değil. Bıraktığı şey korkuları olmalıydı. Kendine veremediği cevapları yanında getirmişti ve korku denilen içsel canavar onu bu cevaplara iteleyerek götürüyordu. Belki de bir kurtuluştu bu; kendini göremediği aynaları burada yok edecek. En çok şimdi korkacak sonra korkmaktan korkmadığında, korkmanın anlamsızlığıyla gülüşecekti. Evet, buydu ve bu olacaktı. İçerilerde unuttuğu umudu amca bilmeden, farkında olmadan filizlendirmişti ya da oksijen umut tohumuna iyi mi gelmişti? Kim bilir?
…
Korkuya saplanan kadının umudu yeşerten gözyaşları…
Topraktaki son meyve…
Ve umudun son adresi…
Yüksek dairelere giden yolda köprüden önce ki son çıkış…
Var ol amca, hep var ol!