Gamsız Hayat

Ne yazıyoruz, neler yazmak istiyoruz? Belki karanlıklarımızı belki de göremediğimiz yalnızca hayal ettiğimiz aydınlıklarımızı. Yürüyoruz, hayatın kılıcının keskin ucunda. Kimimiz o kılıçtan topukları kanaya kanaya geçerken kimimiz onu bile hissetmeden geçiveriyordu. Kimi ise yalnızca içinde olmanın verdiği korkuyla acı hissediyordu.
Oysa ben, bu hayat yolunda hangisiyim bilmiyordum. Çünkü hangisi olduğuma hayatımdaki gün sayısı değiştikçe, karar değişiyordum.
Başka hayatlar duydukça iyi ya da kötü konumumu daha çok arıyordum. Bakıyordum, dert mi dertlerin yanında dert diye yandıklarım? Ve yine bir arayışa sürükleniyordum. Bana göre insan hep aramalıydı zaten, hep… Çünkü doğduğumuz gibi kalmıyoruz, aynı ‘öz’lükle yaşamıyoruz ve bulduğumuz ya da oluşturduğumuz sabit bir fikirle uyduramıyoruz ayaklarımızı bu hayat kılıcının üzerine.
Velhasılkelam, aramalıydı insan ister beş ister yetmiş beş yaşında olsun. Yetmiş beş yaşındakinden daha mantıklı şeyler duyacağımıza garanti vermiyorum yalnız. Çünkü eminim ki atalarımız da boşuna söylememiştir: “Akıl, yaşta değil baştadır” Buna dayalı olarak, aklın ürünüdür düşünce, düşüncenin ise dışavurumudur dil ve dil sözcüklerin evidir. Aklın sonu ise cümlelerimizdedir. Cümlelerimde aradım belki de kendimi hayat kılıcından geçerken, bu yüzden mi yazdım? Cümlelerinde aradım belki de insanların o kılıçtan geçerken neler hissettiklerine dair. Ne mi oldu? Bilmiyorum, çok şey kazandım belki de. Sordum mu çok, sordum. Hâlâ soruyorum ve fark ettim ki o kılıcın üzerindeki her insanın tek bir ortak noktası vardı: “Sorgu”.
“İçinden yahut dışından bu eylemi her birey gerçekleştiriyordu” demeyi çok isterdim lakin gerçekleştirebilmek için sorunun bir cevap yolu çizip aklındaki soru işaretini oraya yatırması gerekiyordu oysa bazıları kaçış için sığınıyordu ilerisi gözükmeyen çıkmaz yollara.
İstediğimiz neydi biz de bilmiyorduk, kılıcın üzerinde öylece yürüyorduk, belki hepimizin bir parça topuklarından bedenine doğru doğan yaraları vardı. Ama onu yalnızca biz ve herkese karşı çizdiğimiz çizgiler görebiliyordu. Görebilmekten kastım hissediyordu. Şimdi soruyorum size hangi birimiz eminiz diğerinin hayata nasıl baktığına dair oluşan fikrimize? Evladımız dâhil.
Bilemeyiz çünkü o kılıçta yan yana yürümek yasaktır, yalnızca destek olanlar arkanızda örnek aldıklarınız ise önünüzde olur. Siz ve size dair oluşan çizgiler kalır sizinle, vicdanınızla topuklarınız basar bir bir. Size tavsiyemdir şayet bir şey diyor ya da yazıyorsanız vicdanınızın doğruladığı ölçüde yapın, yapalım.
Ve vicdanınız sözcüklerinize, diliniz aklınıza bağlanmış olsa da hiçbir zaman hiçbir şey yaşa bağlı olmadı. Deneyimlerin ve yaşanmış acı günlerin verdiği “Deneyimcilik” haricinde…
Ha! Bir de… Eminim ki hepimizin hayatında vardır o kılıcın üstündeyken kulağımızda her daim var olan bir tını ve bunu yazmama vesile olan şarkıdır bu: “Gamsız Hayat”
…
Ve yürüdük iyi kötü o kılıcın üzerinde, hâlâ daha ben ve sevdiklerim birlikteyiz. Önüme ekleyebildiğim nadir insanlar var, arkamı ben kontrol etmiyorum oraya arzu eden buyuruyor. Ve tek bir şey kalıyor kılıcın üstünde, vicdanınız ve sözlerinizle yürüdüğünüz koca bir yol.
Belki de bunun için yazıyoruz ne dersiniz, derinliklerin evi olan vicdanımızı dilin sığındığı sözcüklerle buluşturmak için?