Sessizlik Yemini/ Bölüm-3
Agah o gece uyandığında kolu acıyor ve her yeri ağrıyordu. Saate baktığında gece ikiyi on dört geçiyordu. Çekyattan doğruldu ve etrafına nedensizce baktı. “Keşke yanımda birisi olsaydı, keşke karanlıkta sandalyede birisi başucumda bekleseydi ama durum bu işte yalnızım ve yaralıyım. Yaralı ve hiçim.” Ne kadar çok yalnızlığın verdiği özgürlüğe körü körüne bağlı olsa da tek başına olması canını yakıyordu. Ayağa kalktı ve başı döndü hemen geri oturdu. Oturduğunda kafasına feci bir ağrı saplandı. Sanki birisi beyninin içine bıçak saplamış döndürüyordu. Alnındaki sigara yanığı migrenini tetiklemiş olmalıydı. İçinden bir küfür savurdu ve başı ellerinin arasındayken tanrıya yalvardı;
-Tanrım, ne olursun bu acımı dindir ve artık bana güzel bir şeyler ver! Güzel bir şeyler olmasına ve bir mucizeye çok ihtiyacım var, lütfen Tanrım lütfen!
Agah Tanrının ona bir mucize gönderdiğini bilmeden yalvarıyordu. Ayağa tekrar kalktı. Lavaboya doğru gitti, ışığı açtı, yüzüne su vurdu. Ardından bir ağrı kesici attı ve yatağa yattı. Agah çekyattan bozma yatağında acılar içinde yatarken Khaled Hosseinin bir sözünü hatırladı: ‘’Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur. ‘’Gerçekten de öyleydi. Agahın güzel giden şeylere ihtiyacı vardı. Özellikle de bu saatlerde her şey için daha da kötü hissederdi kendini. Ama bir ehemmiyeti yoktu bu durumun çünkü Agah hayatını bu şekilde yaşardı genellikle: Her şey için hevesini yitirmiş, heyecanı hiç kalmamış bir biçimde. Agah yatağından sızlana sızlana kalktı.
-Kime sızlanıyorsun be mal. Evde tek başına yaşıyorsun, kimse yok yanında. Zaten göz var nizam var. Şu haline baksana bir, sıska çirkin bir tipin var. Kim bakar sana? Kim çeker seni bu bir göz odada.
Agah bu gibi düşüncelerle masasına doğru ilerledi. Sandalyesini çekti ve masa lambasını yaktı. Çekmecenin tek gözünden mavi kaplı, eskimiş bir defter çıkardı. Sayfalar arasında gezinmeye başladı. Dün gece kaldığı yeri buldu ve daktiloya bir kağıt koyduktan sonra yazmaya başladı:
BOŞVER
Ha sen bi fazla ben bi eksik olmuşum,
Ne farkeder?
Hepimiz aynıyız sonuçta:
Et, kemik, deri.
Sen gerisini boşver.
Sen aydınlık ben zifir olmuşum,
Ne olmuş yani?
Hepimizin içinde var bir şeyler:
Umut, kin, öfke, aşk.
Boşver sen bunları, dünya fani.
Agah bu şiiri yazdıktan sonra devam etmeye hevesi kalmamıştı. Ne uyumak, ne uyanık kalmak, ne de bir şeyler yapmak istiyordu. Eli masa lambasına gitti, lambayı kapattı ve karanlıkta öylece oturdu. Beyaz çiçekli tüllerin arasından gecenin zifirini bastıran sokak lambasının ışığı vuruyordu. Sigara içmezdi, alkol kullanmazdı ama o gece canı bir şişe votka ve bir paket sigara çekiyordu. İçinden hüngür hüngür ağlamak geldi ama bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini de gayet iyi biliyordu. Ayağa kalktı, gözlerinin bir süre karanlığa alışmasını bekledi. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra girişteki askılığa doğru ilerledi. Koridordan geçerken mutfağa baktı, mutfak son derece temiz ve düzenliydi. Çocukluğundan beri evini hep böyle tasvir ederdi; küçükte olsa düzenli, güzel bir mutfak, tek göz olsa da çalışma masası, televizyonu, antika bir radyosu, antika bir daktilo ve büyük bir kitaplığın olduğu bir oda. Hayalinde tasvir ettiği evdeydi ama bu evin içindeki insanı böyle tasvir etmemişti. Agah askılıktaki ceketine uzandı, ceketi sırtına geçirdi. Sağ kolunu giyerken kolundaki yarayı hatırladı. Bir dikiş gerekebilirdi, aksi takdirde mikrop kapabilir ve iltihap oluşabilirdi. Antrenin üstüne koyduğu cüzdanını aldı ve sağ arka cebine koydu, anahtarı aldı çakmak cebine koydu. Evden çıkmak üzereyken bir anda geri döndü. Çalışma masasındaki tek göz çekmeceyi yerinden çıkardı ve arkasındaki gizli bir bölme de duran kelebeği alıp sol arka cebine koydu, ardından pencereye yaklaştı ve cüzdanını çıkarıp baktı; sadece beş lira vardı. Elini cebine attı, cebinde de beş lira vardı. Yatağının yanındaki çekmeceye yöneldi ve eğilip en alttaki çekmeceyi açtı, çekmeceden küçük cüzdanı aldı. Cüzdanda annesinin, kendisinin ve eski bir arkadaşının fotoğrafı vardı, ilk gözü açtı, içinde para yoktu.
Hay amına koyim, para çekmeyi unuttum.
Ayağa kalktı, cüzdanın içinden bir banka kartı aldı ve asıl kullandığı cüzdanının içine koydu. Cüzdanı yerine attıktan sonra çekmecenin kapağına sert bir tekme vurup kapattı. Dönüp şöyle bir odaya baktı çekmece hala masanın üstündeydi. Çekmeceyi yerine koyduktan sonra, bir kağıt aldı ve yazmaya başladı; Sütür iğnesi, sütür ipliği, tentürdiyot, gazlı bez, sargı bezi, novalgin. Kağıdı katlayıp cüzdanına koyduktan sonra kapıya doğru yürümeye başladı. Sürgüyü açtı ve dışarı çıktı. Merdivenlerden inerken apartmanın ışığı yandı, merdivenlerin birkaç basamağında hala kan vardı. Aşağıya indi ve apartman kapısını açıp dışarı çıktı. Kapı aralığından dışarıya bir göz attı hiç kimse yoktu. Bu gece rahatım, diye düşündü. Ellerini ceketinin cebine sokup yürümeye başladı. Sokağın başına geldikten sonra müzik dinlemek istedi, elini iç cebine attı, kulaklığını ve mp3 müzik çalarını çıkardı. Biraz durduktan sonra vazgeçti. Kafasını gökyüzüne çevirip derin bir nefes aldı. Hava soğuktu, gökyüzü yıldızlarla doluydu, etraf sessizdi, sadece tren garından gelen ray sesleri vardı. Sokağın başında öylece durdu, gözlerini kapattı ve şehri dinlemeye başladı. Önünden hızlıca bir araba geçti, tren hala hareket ediyordu, rüzgar hafif hafif süratına vuruyordu, havada çok güzel bir koku vardı -pekte güzel değildi belki de ama o anın ambiyansı Agahın koku alma duyusunu değiştirmişti- bu sefer gece onu zifiri ile boğup onu içine almıyordu. Agah birkaç dakika bu anın güzelliğini yaşadı. Gözlerini açtı ve köşedeki bakkala doğru ilerledi. Bakkala girip camel marka sigarayı işaret etti. Bakkal;
-Hayırdır Agah sigara içmezsin, efkar mı tuttu?
Agah kafasını salladı ve masaya bir beş lira attı. Bakkaldan çıktıktan sonra fark etti ki sigarayı yakacak bir şey de yoktu. Tekrar bakkala girdi, bakkal efendi hemen bir kibrit uzattı, Agah gülümsedi, bakkal efendi de şaşkınlık içinde aynı şekilde karşılık verdi çünkü Agahın güldüğü çok görülmezdi. Agah elini arka cebine attı, bakkal efendi; Gerek yok evladım, bir kibrit, ne olacak, dedi. Agah başıyla selam verdikten sonra çıktı. Bakkalın hemen yanındaki karanlık sokağa girdi. Bu yol istasyona gidiyordu. Sigarayı çıkardı hemen bir tane yaktı ve içine çekti. Hafif olmasa öksürürdü. Bu kapkaranlık sokakta ne bir sokak lambası ne bir ses, ne bir ışığı yanan ev, ne de bir kimse vardı, sadece Agahın sigarasının külü parlıyordu biraz yürüdükten sonra durdu ve etrafı tekrar dinledi, tren gitmişti, ray sesleri yoktu. Yavaş yavaş yürüdükten sonra sokağın sonuna geldi, biraz durduktan sonra ağzındaki sigarayı eline alıp eliyle külünü döktü ve sola döndü. Bu yol sola doğru biraz eğimli olmasına rağmen güzel görünüyordu ya da o an Agaha güzel gelmişti. Köşedeki bakkal hala açıktı, hemen bakkalın arkasındaki evin kaldırımına çıktı. Kaldırım bozuktu, bazı yerlerinden otlar fışkıtmıştı, bazı yerlerde beton, bazı yerlerde kaldırım taşı, bazı yerlerde ise sadece toprak ve kurumuş otlar vardı. Agah biraz yürüdükten sonra bir tren sesi daha duydu, adımlarını hızlandırdı, bir an önce istasyondaki üst geçide çıkıp orada bir sigara yakıp trenin gidişini izlemek istiyordu. Elindeki sigaranın neredeyse kül olduğunu fark etti ve yere attı. Hemen üst geçide geldi, bu geçit büyük bir ağacın biraz gerisinde başlıyor ve tren raylarının öbür tarafındaki ağaçlarla devam ederek tekrar aşağıya iniyordu. Agah tren istasyonlarıyla hep bir özel bağı varmış gibi hissederdi. Bu garda onlardan biriydi. Hızlı hızlı merdivenleri çıktı. Merdiven basamaklarına bastıkça metalik bir güm sesi geliyordu, yani birinin üst geçitte olduğunu anlamak çok kolaydı. Agah geçidin en üst kısmına ulaşdığında tren de büyük bir gürültüyle geçidin altında durdu. Agah merdivenlerin başında biraz durdu ve nefeslendi. İç cebinden sigara paketini çıkardı ve bir sigarayı ağzına aldı ve kibritle yakmaya çalıştı ama geçidin üstü rüzgarlıydı ve kibrit hemen sönüyordu. Agah merdivenden birkaç basamak indi ve oturdu hemen merdiveni kendine siper ettikten sonra bir kibrit yaktı, ardından da sigarayı. Ayağa kalktı, geri indiği birkaç basamağı tekrar çıktı ve yavaş yavaş yürümeye başladı hatta adeta ayaklarını sürüyordu. Agah geçidin yarısına geldiğinde durdu. Trenin kokpitinin durduğu yöne doğru arkasını döndü, dirseklerini korkuluklara koyup kafasını geriye attı, gözlerini kapadı ve ağzındaki sigaradan bir nefes çekti, sağ eliyle sigarayı aldı ve dumanı dışarı üfledi. Bu sırada aklına bir şiir geldi;
Gecenin bir vakti kahrn tutar bir cigara yakarsın,
Dumanını sen çekersin içine ateşi beni yakar,
Sana cigaranı yaktıran şey aldırmaz beni de yakar,
Ay senin gecene doğmaz ama karanlığı ben de akar.
İsterim şu canım kaldırımlarda zamanım aksın,
Lakin en iyi dostlarım olan kaldırımlarda yürümez oldum,
Seni düşünürken kendimi yolun ortasında bulur oldum,
Kara sevdaya düştüm, gece gündüz sana gelir oldum.
Agah şiiri içinden tekrarlarken aşağıdaki görevlilerin konuşmaları kulağına çalınıyordu. Kokpitteki memur;
-Hadi allahaısmarladık, kendine iyi bak.
+Sen de kendine iyi bak, treni kullanırken uyuya kalma sakın.
Tren büyük bir sesle kalkışa geçti. Agah döndü ve trenin hızlı bir şekilde tren garından ayrılışını izlemeye koyuldu. Ray sesleri Agahın düşüncelerine karıştı. Agah yavaş yavaş ilerlemeye devam etti. Bütün bu seslerin içinde sanki bir huzura ermişti. Belki de ona ait olan en iyi yer buydu; hayatın bütün karmaşıklığı ve durmak bilmeyen zamanın ortasında sakin bir adam olarak yaşayıp gitmek. Ama yemin etmişti bir kere ve Agahın karakterinde sözünden dönmek yoktu. Susacaktı, 20 yıldır bildiği en iyi şeyi ve yaptığı en iyi şeyi yapacaktı; susacaktı. Aslında böyle de olmalı biraz. Her şeye karşı cevapsız kalacağını bildiğimiz şeyler için nefes harcamamalı ve susmalıyız. Ölüme, ayrılığa, maziye ve insan olmaya yapacak bir şey yoktur. Hepsini sadece yaşarsınız, o kadar, ötesi yok! Gideni döndürmeye çalışmanın, ölüyü hatırlayarak acı çekmenin, geçmişte yaşanmış ve önüne geçilemeyecek olaylarda takılı kalmanın ve insanı keni doğasına karşı gelmesinin bir faydası yoktur. Bırak, giden kendi yolunu bulsun, ölü toprakta çürüsün, geldiği yere geri dönsün, mazi sırttaki bir yük olmaktan çıksın, geçip gitsin ve bırak, bırak kendi doğana karşı gelmeyi! Sen busun, insansın en nihayetinde, nefret etmelisin, kin tutmalısın, intikam almalısın, iyiden umudunu kes. Şu dünyada iyi namına bir tek çocukluğun kaldı elinde. Agah bir şeyler düşünürken yine ziyan etmişti sigarayı. Hepsi kül olmuş, dökülmüştü. Bir sigara daha yakmak istemiyordu. Ellerini cebine soktu ve yürümeye devam etti. 1. istasyon caddesinden şehrin tek çarşısı olan ismet paşaya çıkmayı planlıyordu. Eh, mutlaka açık bir eczane bulurum oralarda, diye düşündü. Agah bu gibi yürüyüşleri ara sıra yapardı, böyle havalarda, güzel hissettiği anlarda yollar onu kendisine çekerdi. İstasyonun önündeki göbeği geçince buraların hep canlı ve işlek olduğunu anlayabiliyordu insan. Yolun hemen sağında, istasyon çay bahçesi adında bir çay bahçesi vardı oradan itibaren başlıyordu hareketlilik. Bunu hissetmemek elde değildi. Sanki burada hava bile bir değişikti ama yine de Agaha göre değildi. Agah 100 metre daha ilerledikten sonra sesler iyice çoğalmaya, yollar iyice hareketlenmeye başlıyordu. Bu tatava Agahın hoşuna gidecek cinsten değildi, hemen yolun karşısına geçip manavın yanındaki sokaktan sola döndü. Bu iki ana caddenin arasındaki yol şaşırtıcı derecede sakindi. Agah burada biraz yavaşladı. Kafasını kaldırdı ve etrafa bir baktı, sabahki olaydan sonra birazda olsa paranoyaklaşmıştı. Her neyse, deyip kafasını kaldırdı ve yürümeye devam etti, hızlı adımlarla ismet paşa caddesine çıktı. gözleri fıldır fıldır bankamatik arıyordu. Fazlasıyla acıkmıştı, sabahtan beri ağzına tek lokma koymadan duruyordu. Kim bilir açlıktan belki de ağzı kokuyordu. Agah ufak bir sırıttı, Ulan, dedi içinden. Yakınlardaki ilk bankanın bankamatiğine yaklaştı cüzdanını çıkardı ve banka kartını soktu. Şifreyi yazdıktan sonra hesabına giriş yaptı; 28,965 TL. Haneye 365 yazdı ve parayı aldı. Kartı da aldıktan sonra cüzdanına koydu ve iç ceplerinden birine koyup fermuarını çekti. 10 yaşından beri çalışıp kazandığı paranın üçte biri burdaydı. Geçen yaz annesi hastalanınca ameliyat olması gerekti, 12- 15 bin aralığında bir para lazımdı. Agah hiç düşünmeden parayı anında yollamıştı. Bu parayla bu şehirde 2 sene daha yaşayabilirdi. Hem çalışıyordu da, oradan da geliyordu 550- 600 arası bir şeyler. Agah biraz daha yürüdükten sonra ilerde bir dürümcüye girdi, bir masaya oturdu. Garsonlardan biri hemen bir menü getirdi. Menüden tek lavaş tavuk dürümü gösterip eliyle iki yaptı ve ayranı gösterip 3 yaptı. Garson:
-Paket mi olacak abi?
Agah kafasını hayır anlamında salladı. Birkaç dakika sonra da dürümler geldi. Büyük bir iştahla yemeye başladı. Yerken ne kadar çok acıktığını anladı. Karnını doyurmuştu şimdi ise sırada açık bir eczane bulmak vardı. Agah masadan kalktı kasaya doğru yürüdü. Kasiyer masa numaranız kaç diye sorunca eliyle 3 işareti yaptı. Hesabı ödedikten sonra dürümcüden çıktı ve ismet paşa caddesi boyunca yürümeye başladı. Yol sonunda açık bir eczane buldu. İçeri girdi ve cüzdanından yazdığı listeyi çıkardı. Eczacı;
-Bunları ne için istiyorsunuz?
Agah ceketinin sağ kolunu sıyırdı ve sarılı olan yeri gösterdi. Eczacı hemen malzemeleri kattıktan sonra bir de öneride bulundu;
-Dilerseniz bir de saf alkol vereyim, temizlemesi kolay olur hem de mikrop kapmaz.
Agah kafasını hayır anlamında sallayıp hesabı ödedikten sonra eczaneden çıktı. Lise birinci sınıfı sağlık meslek lisesinde okuduğu için bunları gayet iyi biliyordu, tentürdiyot yeterliydi. Zaten malzemelerin de ismini bu yüzden biliyordu. İç cebinden cüzdanını çıkardı ve kalan paraya baktı. Şimdiden elli lira para harcamıştı. Biraz daha tutumlu olmalıyım, diye düşündü.
Cüzdanını iç cebine koyduktan sonra bir sigara daha yaktı ve evinin yolunu tuttu.
arkadaşlar devamını yazmamı istiyorsanız görüşlerinizi belirtin ki yazayım. eğer okunmayacaksa zamanımı buna harcamak istemiyorum
Devam et