İlkbahar Güneşim
Daimi karanlık ve puslu bir gecenin sonrasında, ürkütücü manzarası eşliğinde yazıyorum sana bu satırları… Dünyanın kapris dolu zamanında adım atmıştım, yıllar evvel… Çıplak bedenim, kader denilen şeyle tanışmamıştı henüz. Ben hazır olmadan “Yaşamımın ilerleyen yıllarında” alnıma ve tüm benliğime “Kara bahtlı aşık” yazdığını gördüm. Sanki gelecekte ki kötü rüyayı görür gibi önce irkildim, korktum ve kapalı olan gözlerimi “Sıcacık” bedenime saran “Soğuk rüzgarlı” tokadı yiyerek açmış oldum. Sanki bir korku filmi hikayesinden, başına geleceklerden habersiz bir karakteri canlandıracak oyuncu gibiydim. Uyanışımın üzerinden geçen epeyce bir zaman sonrasında büyümüş bir birey haline gelmiştim. Önceleri yani “Çocukluk ve Ergenlik” dönemimde “Sorumsuz” ve içinde yaşattığı “Bebek” ruhundan eser kalmamış biri haline gelmiştim. Çünkü seni görmüştüm o deniz kıyısının hemen kenarında, oturmuş olduğum bir bankta… Mevsim, sonbahardı tabi o zamanlar ve hafiften soğuk bir rüzgar esiyordu. Ağaçlardan dökülen yapraklar ise havada dans edercesine süzülür halde dans ediyorlardı birbirlerine… Sense, yere düşmekte olan yapraklardan birini, sol elinle nazikçe bir şekilde almıştın. Sanki o solmuş yaprağı tekrardan hayata döndürmek istercesine bakışlarında üzgün bir tavır vardı. İşte o zaman ben bırak reçelini yemeyi, ağacından yeni koparılmış bütün ayvayı görmek bile istemezken. Ayvayı yediğimi anlamış vaziyetin içinde bulmuştum kendimi ve derin bir “Ah” çekmiştim… Sana aşık olmuştum çünkü. Sonrasında bana doğru yaklaşıp, saati sorduğunda değil “Salise” dünyam bile bir süreliğine donduğunu hissettim… Kalbime ne dersem diyeyim, söz geçirmek bile zordu. Çünkü, en son kendime söz geçirdiğim zamanı hatırım yoktu. Sonra mı? Neyi, nasıl yapacağını bilmeyen bana “Bu gemi batmaz” dedikleri gemide kaptanlık verdiler. Tecrübesiz, hiç yol görmemiş, acılı halini tatmamış, henüz daha toy birisiydim. Her ne kadar kendimi hazır hissetmesem de yapabileceğim hiçbir şeyim yoktu. “Öyle veya böyle” diyerek, “Bu gemi gitmeli, gitmesi gereken yere” diye düşündüm. Öyle de yapmaya başlamıştım. Önce çevremdeki insanlardan “Dümen nasıl tutulur?” öğrendim. Sonrada “Gemi nasıl yürütülmemeli?” adlı dersler almaya başladım. En nihayetinde koca bir gemiye kaptan olacaktım. Bunları öğrenmem gerekirdi. Öyle de yapıyordum. Hiç değilse bir süre daha böyle gideceğini düşünüyordum. Ama ne yazık ki olmadı da ve ben seni elim bir kaza sonucunda kaybetmiştim. Öyle işte ıslak toprak kokulu, kahverengi saçlı, kömür gözlü cennet kadınım. Nereden bile bilirdim ki? Hayatının son demini, benden çok uzaklarda bitiriyor olacağını? Nereden bile bilirdim ki? Bana emanet olarak bıraktığın çocuğun, yüzüne ben nasıl bakarım? Cennetim. Nur yüzlüm. Umarım emanetin olan, şu içimdeki çocuğa iyi bakabilirim. Ve ben, hiçbir şeye inanmayan ben, üçümüz için dua ediyorum. Biliyorum kadınım! Sen uzaklarda değilsin, yakınlarımda bir yerlerde beni izliyorsun. Bunu hissediyorum ay parçam. Seni hep kalbimde özleyeceğim.
Sol yanım, ilkbahar güneşim…