EdebiyatHikaye

Rötarlı Hayâl

Bu kış epey çetin geçecek gibiydi. Üzerime en kalın kışlık paltomu almama, yünlü beremi ve atkımı takmama ve eldivenlerimi elime geçirmeme karşın bu karlı kış gününe karşı duramıyordum. Üstelik karların üzerinde yürümekten neredeyse ayaklarımı hissetmez olmuştum.

Bir an evvel durağa ulaşıp sıcacık evime girmenin hayâlini kuruyordum. Bugün de Nergis’in evde olmayacağı tutmuştu. Haber vermek için de epey geç kalmıştı. Ancak ben kapının önüne geldiğimde haber verebildi. Yol boyunca ilerlemeye devam ederken soğuktan donan ayaklarım, durması için bedenime direniyordu. Eh, ne demişler akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş, öncesinde bir arayıp konuşsaydım şimdi böyle olmazdı.

Zaten bu aralar her şeyi karıştırır oldum. Kendime söylene söylene giderken nereye geldiğimin farkına ancak varabildim. Boşuna geldiğim yetmezmiş gibi bir de dalgın kafa ile yanlış yola sapmıştım. Durup şöyle bir etrafıma bakındım.

Karşıda küçük bir lokanta ve birkaç dükkan vardı. Biraz ilerisi de deniz kenarına çıkıyordu. Önümde iki seçenek vardı. Ya geriye geldiğim yöne dönecektim ya da şu karşıdaki lokantaya girecektim. Biraz düşünüp lokantaya girmeye karar verdim.

Birkaç adım sonra lokantanın önündeydim. Bu bir balık lokantasıydı. Hızla kapıdan içeri girdiğimde yüzüme çarpan sıcak havanın etkisiyle kendime geldim. İçeride benden başka birkaç müşteri daha vardı. Lokanta rengârenk masa ve sandalyelerden oluşuyordu.

Gidip cam kenarındaki sarı masa ve sandalyelerin olduğu yere oturdum. Az sonra bir garson gelip menüyü getirdi. Hızla göz attıktan sonra seçtiğim balık mönüsünü sipariş verdim. Beklerken de biraz ileride köşede duran sobanın yanına ilerledim.

Hala çok üşüyordum ve kıyafetlerim de karda ıslanmıştı. Ben ısınırken yanıma altmış yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim hafif kilolu, ağarmaya başlamış saçları omuz hizasının biraz altında, kahverengi göz altları yaşlılığın getirdiği yorgunlukla çökmüş bir kadın, gülümseyerek yanıma geldi. Ben de ona karşılık olarak tebessüm ettim. Elinde tuttuğu bardağı bana uzatıp,

“Çok üşümüş görünüyorsunuz, beklerken çay içmek ister misiniz?” dedi.

Sanırım bu teklife hayır diyemeyecektim. “Teşekkür ederim. Evet, biraz üşüdüm.” Uzattığı bardağı alıp, çaydan bir yudum aldığımda iliklerime kadar ısındığımı hissettim.

“Sizi daha önce burada hiç görmemiştim. Buranın sahibiyim o yüzden merak ettim.”

“Buraya ilk kez geliyorum, aslında yanlışlıkla geldim. Durağa gidecekken dalgınlıkla bu sokağa girmişim. İtiraf etmeliyim ki geriye dönmek istemedim.” Tekrar gülümseyip, “Siparişiniz birazdan gelir. Size afiyet olsun.” dedi.

O uzaklaşırken ben de bardağımı alıp oturduğum masaya ilerledim. Kısa bir süre sonra siparişim geldi. Balık çok lezzetliydi. Yemek faslı bittiğinde çıkmak için hazırlandım.

Kasaya yöneldiğimde az önce bana çay ikram eden kadın vardı.

“Balık gerçekten çok lezzetliydi.” dedim. “Afiyet olsun.” Ödeme yapmak için çantamdan cüzdanımı çıkarmaya çalıştım ama içi oldukça karışıktı. Bu yüzden birkaç şey yere düştü.

Hızla alıp çantama attıktan sonra ücreti ödeyip loknatadan ayrıldım. Dışarı çıktığımda havanın daha fazla soğuduğunu hissetmek kötüydü. Arabam bugün bakımda olduğu için dolmuşla gelmeyi tercih etmiştim.

Aceleyle durağa geldiğimde gelen ilk dolmuşa, kalabalık olmasına rağmen bindim. Uzun bir yolculuğun ardından nihayet evime ulaştığımda derin bir oh çektim.

Üzerimi değiştirip ıslak kıyafetlerden kurtulduğumda kendime sıcak bir fincan kuşburnu çayı aldım. Ertesi sabah ise yataktan kalkacak halde değildim, dünkü soğuğun etkisi ile hasta olmuş olmalıydım.

Galiba biraz da ateşim vardı. Çoğu kez olduğu gibi yine tek başına yaşamaya karar verdiğim için kendime kızıyordum. Bugünkü dersleri de iptal etmek zorunda kalacaktım.

Asistanımı arayıp gelemeyeceğimi bildirdikten sonra yatağa geri döndüm. Neredeyse tüm gün bu şekilde geçti. Ertesi gün hazırlanıp kursun yolunu tuttum. Kendime ait bir kursta müzik dersleri veriyordum.

Üç katlı binanın ikinci katına geldiğimde koridorun sonunda asistanım beni karşıladı. “Günaydın Hocam.”

“Günaydın Zehra.”

“Odanızda yaşlı bir kadın var. Size bir şey vereceğini söylüyor. Dün de gelmişti ama sizin gelmeyeceğinizi öğrenince geri gitti.”

“Tamam ben bakarım.” dedikten sonra kapıdan içeri girdim. Girdiğimde karşımda iki gün önce girdiğim lokantanın sahibi kadın ile karşılaştım. “Siz? Hoş geldiniz.”

“Hoş buldum.”

“Asistanım bana bir şey vereceğinizi söyledi.”

“O gün bu belleği lokanta da düşürmüşsünüz. Kusura bakmayın çocuklar içine baktılar. Bu kursa ait olduğunu öğrenince size getirmek istedim.”

“Önemli değil. Size de zahmet oldu. Ben de bunu arıyordum.” O gün çantamdan düşmüş olmalıydı. “O zaman çaylar bugün de benden olsun. Bu arada resmen tanışmadık ben Gamze Işık.”

“Ben de Fatma Kara.” İşte Fatma Abla ile resmen o gün tanışmış olduk. Siz isterseniz tesadüf deyin buna isterseniz de kader. Hikâyenin buradan anlatacağım ana gelmesini ben de beklemiyordum ama oldu, güzel de oldu.

Çaylarımız geldiğinde Fatma Abla ile konuşmaya daldık. Ona abla dememi kendisi istemişti. Yaşına göre oldukça enerjikti. Ama o güne nazaran bugün gördüğüm farklı bir enerjisi vardı sanki. Sohbetimiz son bulduğunda artık gitmesi gerektiğini söyleyip kalkmıştı.

Bu onu son görüşüm olmayacaktı tabiî.

O günden sonra her seferinde yalnız yaşadığım için bana bir şeyler getirme bahanesiyle ya da merak ettiğini söyleyip sık sık kursa gelmeye başladı. Bahane diyorum çünkü onu her geldiğinde bazen eve gitmek için çıktığında opera derslerinin olduğu sınıfın kapısında görüyordum.

Bu son zamanlarda oldukça dikkatimi çekmişti. Benden çok opera için geliyor gibiydi. Bir gün yine durmuş operayı dinlerken usulca yanına yaklaşıp sessizce onu izledim.

İçerideki müziği dinlerken derinlere dalmış görünüyordu. Üstelik gözleri de yaşarmıştı. Fatma Abla’da bir şeyler vardı. Ama galiba bana söylemek istemiyordu. “Eğer istersen içeri girip dinleyebiliriz.” Beni karşısında görünce birden irkildi. “Şey kusura bakma kızım, dalmışım. Bu müziği severim de.”

“İyi ya işte içeri girip dinleyebiliriz.” Söylediğim şey karşısında gözlerinin içi gülüyordu. Yüzüne bir çocuk sevinci yayılmıştı. İçeri girip en arka sıralara yöneldik. Opera benim asıl alanımdı. Bu müziğe karşı farklı bir sevgim vardı ama sanki Fatma Abla benden daha çok seviyor gibiydi.

Bu birkaç gün daha böyle devam etti. Sonunda dayanamayıp Fatma Abla’ya bunun sebebinin ne olduğunu sormaya karar verdim. Bu kez buraya geldiğinde ilk iş ona bu soruyu soracaktım. Biraz geçikmişti, herhalde birazdan gelirdi. Kalkıp koridora çıkacaktım ki o sırada yan sınıftan kulağıma güzel bir ses geldi.

Bu saatte o sınıfta ders yok diye hatırlıyordum. Merakla odadan çıkıp yan sınıfın kapısını açtığımda karşımda Fatma Abla’yı gördüm. Arkası bana dönük olduğu için beni görmüyordu.

Kendini şarkıya kaptırdığı için de odaya girdiğimin farkında bile değildi. Sanki içeride ondan başka kimse yokmuş gibi şarkısını söylemeye devam ediyordu. Ayrıca gördüğüm bu manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Üstelik yaşına karşın sesinden pek bir şey kaybetmemiş görünüyordu.

Bir an için gözlerimin dolduğunu hissettim.

Öylece durup şarkısını bitirmesini bekledim. İlk kez böyle bir şeyle karşı karşıya kalıyordum. Şarkının sonuna geldiğinde kendimi tutamayıp onu alkışlamaya koyuldum. Bu harika bir manzaraydı. Alkış sesini duyunca korkup arkasına döndü. Onun gözleri de benimkinden farksızdı. Benimkinin sebebi belliydi. Peki, ya onun sebebi neydi? Neden opera söyleyebildiğini benden gizlemişti? Aklımda merak ettiğim, cevabını almak istediğim o kadar çok şey vardı ki. Opera söyleyebildiğinden bahsetmemiştin, neden bana söylemedin?” “Söylenecek bir şey yoktu aslında, içimde kalan bir şeyi yapmak istedim sadece ama sana yakalandım.” “Merak ediyorum günlerdir burada opera dinlemeye geliyorsun ve bugün de söylediğini öğrendim. Lütfen anlatır mısın?” “Aslında sadece opera dinlemek için gelmiyordum. Operayı çok seviyorum ama seninle sohbet etmeyi de seviyorum.” “Ben de seninle sohbet etmeyi seviyorum ama hâlâ çok merak ediyorum ve ısrar ediyorum, anlatmak ister misin?”

Israrım üzerine bir süre düşündükten sonra başıyla onayladı. Birlikte odama ilerledik. Koltuklara geçtiğimizde Fatma Abla anlatmaya başladı. Operayı ilk kez kasabadaki kütüphanede çalışan memur dinlerken duymuştum. O zamanlar opera hakkında pek fikrim yoktu. Bu yüzden öğrenmek için sık sık memurun kaldığı, kütüphanenin biraz ilerisindeki sokaktaki evin önünden geçerken dinliyordum. Her eve dönüşünde ilk işi bu müziği açıp dinlemek oluyordu. Ben de sık sık evden izin alıp kütüphaneye gidiyordum. Çıkış saatine kadar durup onun müziği açmasını bekliyordum. Gizlice duvarın altına oturup dinleyebildiğim kadar dinliyordum. Kelimeler yabancıydı ama gün geçtikçe ezbere söylemeye başlamıştım. Tabiî sonraki günlerde annemler durumu fark edince beni kütüphaneye göndermediler ama bir kere bu müziğe gönlümü kaptırmıştım. Gece gündüz evdekilere duyurmadan sessiz sessiz söylemeye çalışıyordum.

Asıl mesele ise müzik dersinde ortaya çıktı. Bir gün cesaret gösterip sınıfın ortasında söyleyiverdim. İşte o gün öğretmenim yeteneğimi fark ettiğini ve bunu ilerletebileceğimi söyledi. Hatta bunun için babamlarla konuşacaktı. Başlangıçta bizimkiler bu fikre pek sıcak bakmadılar. Öğretmenim onlara ileride çok iyi yerlere gelebileceğimi söyledi. O anlattıkça ben daha çok heves ettim, kendi kendime hayâller kurdum. Gün geçtikçe içimdeki operaya karşı olan sevgim daha da büyüyordu. Babam durumu fark etmiş olacak ki daha fazla kayıtsız kalmadı. Öğretmenimle konuşup eğitimini alabileceğimi söyledi.

Ama bulunduğumuz bölgede bu alan üzerine herhangi bir çalışma yoktu. Bu yüzden ayda birkaç günlüğüne babamla birlikte başka bir şehre gitmek zorunda kalıyorduk. Tabiî buna her zaman ayıracak bütçemiz olmuyordu. Öğretmenim bunun için de bir çözüm yolu bulmuştu. Benim masraflarımı karşılayacak kadar burs ayarlamışlardı. Bu eğitim süreci birkaç yıl devam etti. Bu süreçte birkaç yarışmada da derece almıştım. O zamanların hayatımın en güzel günleri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Adeta havalarda uçuyordum. Yavaş yavaş hayâllerime ulaşıyor olmanın verdiği güzel duygular da vardı. Kim hayâllerine kavuşmak istemez ki? Ama olmadı işte.”

Fatma Abla bir süre duraksadı. Sonra anlatmaya devam etti.

“Komşular ve akrabalar konuşmaya başladılar. Artık büyüdüğümü söyleyip buna devam etmememi söylediler. Laf söz olurmuş, başıma bir iş gelirmiş falan filan klasik konuşmalar işte. Babam başlangıçta bunlara aldırış etmedi. Biliyordum babam beni her zaman destekler ve yanımda olurdu. Ama bir süre sonra o da konuşulanlara dayanamadı sanırım. Buna son vermemi istedi. O günden sonra da opera hayâli benim için tabiri caizse gerçekten hayâl oldu. Babama çok dil döktüm olmadı. Gözümdeki yaşla öylece kalakaldım. Sonraki yıllarda da evlendim. Senin opera dersleri verdiğini öğrenince de gelip dinlemek istedim. Hikâyem buydu.”

Fatma Abla’nın hikâyesi beni de hüzünlendirmişti. Devam etmiş olsaydı belki de şu anda onun adını derslerimde anıyor olacaktım. Öyle değerli bir sesi vardı ki ama bazen hayat bizi olmak istediğimiz yere değil de hayatın olmamızı istediği yerlere getiriyor. Biz ne kadar aksinin olmasını istesek de… Fatma Abla artık kalkmak istediğini söyledi. Çıkarken bana dönüp “Elinde gerçekleştirebileceğin hayâllerin varken kimseyi dinleme olur mu? Bazen insanlar yanlış yolda olduğumuz konusunda tavsiyelerde bulunabilir, onları iyi tart ama her düşünceyi kabullenme, yoluna devam et.”

Son geldiği günden sonra Fatma Abla birkaç gün ortalarda görünmedi. Merak etmeye başlamıştım. Gidip lokantanın yolunu tuttum. Aklımda güzel düşünceler vardı. Onu yeniden operaya başlaması için ikna edecektim. En azından içinde ukde olarak kalmayacaktı.

Lokantadan içeri girdiğimde Fatma Abla kasanın başında duruyordu. Karşısında beni görünce şaşırdı. “Fatma Abla sana bir haberim var.” Anlamaz gözlerle bana baktığında arkadaki boş masalardan birisine ilerledim. Az sonra gelip karşıma oturduğunda heyecanla konuya girdim. “Uzatmadan direk konuya gireceğim. O gün sesini duyduğumda farklı ve güzel bir ses rengin olduğunu anladım. Sonra gelip seni dinlediğimde haklı olduğumu biliyordum. Hikâyeni de öğrenince sana bir teklifte bulunmaya karar verdim. Eğer kabul edersen sana opera dersleri vermek istiyorum. Zaten çok önceden aşinasın ama ben yeniden hatırlatmak ve daha ileriye taşımak istiyorum.” “Bu güzel bir teklif kızım ama ben artık o küçük kız çocuğu değilim sen de görüyorsun ya, o gün sadece içimden geldi söylemek istedim.” “Lütfen hemen vazgeçme. Hem sen dememiş miydin insanların ne söylediklerini çok fazla dikkate alma diye.”

Hissediyordum kabul edecekti ama biraz zamana ihtiyacı vardı. Düşünmesini söyleyip oradan ayrıldım. Bunca yıl bekledikten sonra hemen kabul etmesini beklemiyordum. Önümüzdeki yaz sonunda hazırladığım bir grup öğrencim büyük opera binasında sahneye çıkacaktı. Bu yüzden hazırlıklarımız hâlâ devam ediyordu. Birkaç gün boyunca Fatma Abla’nın kursa gelmesini bekledim. Odamın kapısı her açıldığında acaba geldi mi diye merak ediyordum. Onu çalıştırmayı, içinde bir ukde olarak kalan hayâlini yıllar sonra gerçekleştirebilmeyi çok istiyordum.

Günler geçmesine karşın gelmemekte ısrar ediyordu. Artık geleceğine olan inancım kalmamıştı. Her zamanki gibi derse girip çalışmalara devam ettik. Birkaç dakika geçmişti ki dersliğin kapısı çalındı. Başımı çevirdiğimde Fatma Abla’yı görmeyi beklemiyordum. “Böldüğüm için özür dilerim, dersinize katılabilir miyim?” “Tabii ki gel lütfen, biz de yeni başlamıştık.” Fatma Abla’yı sınıftakilere kısaca tanıttıktan sonra derse devam ettik. Dersin sonuna geldiğimizde neden gelmekte bu kadar geciktiğini ve neden kararını değiştirdiğini sordum. “Yarım kalmış bir hayâlim vardı sanırım onu nihayete erdirmem gerekiyor. Daha fazla bekletmek istemedim.” “Bu çok iyi bir karar hemen çalışmalara başlayabiliriz. Şu an için ısınma turları yapalım sana birkaç parça önereceğim, işe onları dinleyerek başlayalım.”

Böylelikle çalışmalara başlamıştık.

Ders bitiminlerinde sınıfta kalıp Fatma Abla ile ses çalışmaları yapıyorduk. Onu dinlediğimde her seferinde sesinde yeni bir şeyler keşfediyordum. Sesinde beni büyüleyen bir tını var gibiydi. Nasıl oluyordu da yaşına karşın sesi hâlâ kendini korumayı başarabiliyordu. Hafta içleri kursta çalışıyor, hafta sonlarında ise birkaç saatimizi ayırıp benim evimde çalışmalara devam ediyorduk. Her şey çok iyi ilerliyordu. Bu fazladan dersler beni biraz yoruyordu ama Fatma Abla ile çalışmak benim için çok değerliydi. Çok çalışkan bir öğrenciydi. Ben ondan daha genç olmama karşın o benden daha hevesli, daha bir istekliydi. Ona bizimle derslere katılıp dinleyebileceğini söylemiştim.

Bir derste söylenilen şarkıyla heyecanlanıp kendisinin de söyleyip söyleyemeyeceğini sordu. “Eğer izin verirseniz bu parçayı bir kez de ben söyleyebilir miyim? Çok severim bu parçayı.” “Tabii ki.” Tüm sınıf durmuş merakla ona bakıyordu. Söylemeye başladığında ise meraklı gözler yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Elbette böyle bir performans beklemiyorlardı. Tıpkı benim ilk kez onun sesini duyduğumdaki gibi bir şaşkınlık vardı gözlerinde. Parça bittiğinde sınıfta büyük bir alkış koptu. Ardından yerini övgü dolu sözlere bıraktı. Anlamıyordum. Nasıl böylesine bir ses öylesine geride bırakılabilmişti? “Hocam, Fatma Abla da bizimle sahneye çıksa çok iyi olmaz mı?” Daldığım düşüncelerden çıkıp, sesin geldiği yöne baktığımda herkesin meraklı gözlerle bana baktığını gördüm. Aslında bu fikir benim de aklımdan geçmiyor değildi.

“Benim için de çok iyi olur ama Fatma Abla’ya sormalıyız, eğer kabul ederse neden olmasın?” Fatma Abla’ya gülümseyerek baktığımda o da aynı şekilde karşılık verdi. “Bilmem, yapabilir miyim ki?” “Gösteri Eylül ayının başında olacak. Önümüzde altı ay var. Bu da bize yeter.” “Bize katılacaksın değil mi Fatma Abla?” Sınıftakilere şöyle bir baktıktan sonra “Tamam katılacağım.” dedi. Gözlerindeki sevinci görebiliyordum.

Sonraki günleri Fatma Abla’yı gruba adapte etmekle geçirdik. Çok istekliydi. Diğer öğrencilere nazaran biraz zorlanıyordu ama çabuk uyum sağlayacağına inanıyordum. Üstelik diğerleri de ona alışmışlardı ve ona destek oluyorlardı. Bu sayede her şey onun için daha hızlı ilerlemeye başladı. Böylece iki ayı geride bırakmış olduk. Sınıftakilere provalara devam ederken odamda diğer dersler için hazırlık yapıyordum.

O sırada kapıdan içeriye kırklı yaşların başlarında olduğunu tahmin ettiğim bir adam girdi. “Gamze Hanım’la görüşeceğim.” “Buyrun benim.” “Ben Ali Kara, Fatma Kara’nın oğluyum, sizinle annem hakkında konuşmak için geldim.” “Öyle mi, memnun oldum. Oturun lütfen.” “Konuşup gideceğim. Annem bir gösteriye hazırlandığınızı söyledi. Lütfen daha fazla annemin aklını karıştırmayın. Buna katılmasını istemiyorum.” “Ama neden?” “Görmüyor musunuz annem kaç yaşında. Onun rezil olmasını istemiyorum. Konuştum ama inatla devam edeceğini söyledi. Ben de sizinle konuşmak ve bu konuyu kapatmak istedim.” “Bakın Ali Bey tanışmıyoruz ama gıyabınızda anneniz sizlerden çok bahsetti. Sizleri çok seviyor. Siz hayâllerinize kavuşun diye çok uğraşmış. Yanlış anlamayın lütfen ama anneniz çok yetenekli, zaten opera geçmişini biliyorsunuzdur. Hatta…” dedim ayağa kalkıp “Gelin size bunu göstereyim.”

Odadan çıkıp birlikte yan taraftaki sınıfa doğru ilerledik. İçeriden müzik sesleri yükseliyordu. Kapıyı hafif araladıktan sonra kenara çekilip Ali Bey’in görmesini sağladım. “Buyurun kendi gözlerinizle görün.” Ne olduğunu anlamak için bakışlarını benden çekip aralık duran kapıdan içeri baktığında Fatma Abla söylüyordu. Şaşkın gözlerle annesini izlediğinde sanırım onu ilk kez bu denli opera söylerken görüyordu.

“Gerçekten annem mi söylüyor?” “Evet.” “Onu uzun zamandır söylerken duymamıştım. Hatırladığım kadarı ile en son bizim küçüklüğümüzde söylerdi.” “Daha önce de söylediğim gibi anneniz çok yetenekli ve oldukça da hevesli. Başlangıçta ben de anlamamıştım ama sonra onu ilk kez dinlediğimde böylesine bir sesi öylece bırakmak istemedim. Yaşı büyük olabilir ama yeteneğini korumuş ona engel teşkil edecek bir durum göremiyorum. Tabii ki son karar sizlerin olacaktır. Ben derim ki bu kadar uğraş vermişken ve bunu yapmayı çok istiyorken ona engel olmayın.” “Sadece bir gösteri değil mi?” “Evet, sadece bir gösteri, sonrası ona kalmış.” Durup bir süre düşündükten sonra “Tamam, ona karışmayacağım ama bir gösteri o kadar. Ben gideyim artık.” “İyi günler.” Arkasını dönmüş giderken durup geriye döndü “Gamze Hanım buraya geldiğim aramızda kalsa?” dedi. “Tabii ki merak etmeyin.” “Teşekkür ederim.”

Neyse ki bu ziyaret umduğum kötü sonuçlara yol açmamıştı. Fatma Abla’ya bu konuyu hiç açmadım. Zaten açmaya değer büyük bir şey değildi. Belli ki Ali Bey de Fatma Abla’nın operaya karşı olan tutkusunu göz ardı edememişti. Sanırım gelip onu canlı canlı söylerken görmesinin de bunda payı vardı. Biz yine kaldığımız yerden provalara devam ettik, ta ki gösteri gününe dek…

O gün sabah erkenden kalkıp, son kez bir sorun olmaması adına kursta toplanıp kontroller yaptık.

Bu gösteriye alanında önemli müzisyenler de katılacaktı. Belki de bu sayede içlerinden bazıları keşfedilip güzel yerlere gelme şansını yakalamış olacaklardı. “Sizlere güveniyorum arkadaşlar, zaten hepiniz çok yeteneklisiniz. Şimdi sıra aylarca verdiğiniz emeğin karşılığını almakta.” Bizi almak için gelen servise binip yola koyulduk. Fatma Abla, “İçimde tuhaf bir heyecan var. Biraz korkuyorum sanırım. Buradakilerin hepsi neredeyse torunum yaşındalar. Bir işe kalkıştım ama o sahneye çıktığımda bana nasıl bakacaklar? Ne söyleyecekler? Az çok tahmin edebiliyorum.” dedi.

Elini ellerimin arasına alıp, “Bu heyecan çok güzel. Sen sahneye çıktığında diyecekler ki, bu muhteşem ses de kime ait, onunla tanışmak istiyoruz.” dediğimde ona kocaman tebessüm ettim. Gözleri dolu bana bakarken “Teşekkür ederim kızım.” dedi. Opera binasına geldiğimizde kuliste sıranın bize gelmesini bekliyorduk.

Belki de bu onlarla birlikte son kez söyleyişimiz olacaktı. Artık kendi yollarını çizme zamanı gelmişti. Ayların, yılların nasıl geçtiğini anlamak mümkün değildi. Tabii bir de Fatma Abla vardı. O da hayatımda çok farklı bir yere sahipti. İlk kez böyle bir öğrencim olmuştu. O gün iyi ki de yanlış sokağa girmiştim. Üşüdüğüm için biraz söylenmiş olabilirim ama o gün yaşananlar olmasaydı şimdi bu ânı yaşamıyor olacaktık.

Sıramız geldiğinde heyecanla sahnedeki yerimizi aldık. Grubu yönetirken gözlerim tek tek gururla onları süzüyordu.

Fatma Abla’ya geldiğimde her şeye inat içindeki büyük inançla söylüyordu. Sona geldiğimizde Fatma Abla’nın yalnız söylediği bir kısım vardı. Bitirdiğinde herkes ayağa kalkmış onu alkışlıyordu. Göz göze geldiğimizde “Başardın.” deyip hayranlıkla alkışladım.

O da, ben de, diğerleri de dolu dolu gözlerleydik. Çok garip bir andı. Yıllar sonra umut ettiği, yarım kalan hayâllerini biraz rötarlı da olsa yerine getirmişti.

O salonda birisi daha vardı. Hayranlıkla annesini izleyen birisi…

Ali Bey en ön sıralara oturmuş gösterinin başından sonuna dek annesini gururla izlemişti.

Tabii Fatma Abla’nın onun geleceğinden haberi yoktu. Ona küçük bir sürpriz yapmak istemiştik. Sahneden indiğimizde gelip annesine sarıldı. Galiba benim bugün ağlama günümdü ama merak etmeyin mutluluk gözyaşları bunlar.

“Gamze kızım, biz artık eve gidiyoruz. Birlikte memlekete gideceğiz. Yad etmek istediğim birileri var.”

“Zaten bir tatili hak etmiştin. Kendine çok iyi bak. Seni özleyeceğim.

“Sana doğru düzgün teşekkür edemedim. Tüm bu yaşananlar senin sayende oldu. Sana minnettarım.”

“Teşekkür etmene gerek yok Fatma Abla, ben sadece aracı oldum. Asıl işi yapan kişi sensin.”

Son kez sıkıca sarıldıktan sonra onları yolcu ettim.

Yıllar sonra…

“Hocam, duvardaki şu resim kime ait?”

Sınıftakiler merakla duvarda duran Fatma Abla’nın resmine bakıyorlardı. Yeni dönem öğrenciler ile yeni başlangıçlar yapmaya devam ediyorduk.

“O mu? O, azmin ve pes etmemenin resmi…”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu