Öyle anlatılır insanlar, zannederiz ki bizi yaşamdan uzaklaştıran içimizde yaşamakta. Unutmakla geçmeyen yangınlar, uyutularak geçer zannederiz. Nitekim öyle olmuş, kendimiz hariç herkesi kandırmaya başlamışız. Serkan çokça düşünmüştü tabii, katil Barbo arkasında dört ceset bırakıp, yakalanacağı sırda, bir sır gibi saklanmıştı dünyadan.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce , Serkan’ın babasının öldüğü gün bir cinayet haberi almasıyla başlayan kovalamaca, kendi ruhsal sonunu hazırlıyor ve Serkan bu çukura giderek daha çok düşüyordu.
Yıl 2012, mevsimlerden Haziran;
Serkan ve Zafer her zaman oturdukları bardan sokağa adımlarını attıklarında ”Ne karmaşık yapıda şu düzen demekten kendi karmaşamda kayboldum, sen neredesin aklın nerede? Ben neredeyim, hayatım nerede lan!” diye çıkıştı Serkan. Zafer on beş saniye durakladıktan sonra içtiği biranın etkisi ile biraz soluk birazda cesaretle “Karmaşık mı? Sende be, amma yaptın lan, basit işte. Doğduk, büyüdük ve öleceğiz. Nedir yani?” Serkan, Zafer’e hak veriyordu ve aralarında olan dostluk sebebi ile biraz yumuşadı. Denize inen sokaklar sanki Serkan için var olmuştu, nereye gidecek olursa olsun, denizi görmeden gitmezdi. Hele o kalsedon rengi hayalleri olmasa yaşamı anlamsız denecek kadar basitleşirdi. Zafer, çocukluk arkadaşıydı ve polis olmaya birlikte karar vermişlerdi.
Serkan’ın telefonu çaldı, önce bir etrafına baktı ve sonra yavaşça cebine uzandı. Telefon ısrarla çalarken, Serkan ısrarla yavaş hareketlerini sergilemeye devam ediyordu. Zafer dayanamadı ve elinden telefonu kaptığı gibi açtı. ”Ooo ihtiyar sen bizi arar mıydın?” Serkan anlamıştı babasının aradığını ama Zaferin konuşmasına müsaade etti. Zafer’in bakışları sertleşti ve gözleri doldu. Kaçarcasına bir hamle yaptı Zafer, bir şeyleri saklıyor gibiydi. Yüzünde hüzün belirtisi vardı. Kötü haber Tanrı buyruğu gibi hızla yayılmış,en kısa sürede mutluları mutsuz etmek için yola çıkmıştı ve İlk durak Serkan’dı. Serkan aldığı haberle dakikalar önce söylediği söze nispet edercesine, saniyeler içinde kıpkırmızı olup, dolup taşmayan gözüne inatla ”Hayatım uyumakta, uyudukça hatırlanmakta. Ölmekteyiz lan işte. ”
Deniz kenarına koştu, etrafta tanımadığı yüzlerce yüz, bilmediği her şey tam karşısında duruyordu. Ölüm ilk defa bu kadar korkunç gelmişti bastırılmış korku duygularına.
Zafer ne demesi gerektiğini bilmeden Serkan’ı takip ediyor, kendisine zarar vermesinden korkuyordu. İhtiyar Zaferin babası sayılırdı. Kimsesiz olmanın yükünü Serkan ve İhtiyarla atmıştı ruhundan. Zafer, zor olsa bile Serkan’ı ikna etmeye çalıştı “Hadi lan, ne bok yiyeceksin? Bu sefer nereye kaçacaksın, mezara mı? Yok kardeş, ne deniz kabul eder seni dalgalı sularına ne de kuru toprak. Yürü eve gidiyoruz. Annen ne olacak, tek başına ikimize baktı. Bunca yıl ayrımız olmadı şimdi garı düşmenin sırası değil.” diye sertçe konuştu Zafer. Siniri yumuşamamıştı ama Serkan’ı eve götürmek zorundaydı. “Hadi eve gidelim.” dedi hafif bir sesle. Serkan nefes nefese, yorgun gözleriyle kafasını kaldırdı “Bunca yıl el öpmek için gittiğim eve, tabut taşımaya nasıl giderim! Aklın alıyor mu?” diye Zafer’e bağırdı. Fakat nafileydi. O tabut taşınacaktı.
Serkan, babasının nasıl öldüğünü henüz bilmiyordu. Vurulduğunu bilmesini istemiyordu Usta. Zafer önceden haber almıştı mevzuyu fakat Serkan’a hiçbir şey hissettirmeden Usta’nın olayları çözmesini bekledi.
Serkan ve Zafer dar sokaklardan hızlıca geçerken Çürük’ten mesaj geldi.
“Serkan’ın cenazeyi görmemesi lazım.” Zafer mesajı içinden okudu ve biraz yavaşla kardeşim.” diye çıkış yaptı. “Bir karar ver artık sende git gitme, ne kararsız adamsın lan. S*ktir git başka arabayla gel.” diye bağırdı Serkan. Zafer tahmin etmişti bunları söyleyeceğini ama iş işten geçmiş Serkan arabayı çoktan kenara çekmişti. Zafer “Bizi de mi öldüreceksin lan, ölmüş gitmiş adam. Ne çok meraklısın toprağa koymaya.” diye çıkışınca Serkan arabadan indi.
Duymamazlıktan gelmişti, duymuştu söylenenleri. Telefonunu çıkardı, çünkü biliyordu. Çürük bir şey söylemiş olsa Zafer böyle davranmazdı. Çürük’ü aradı. “Hayırdır ne iş dönüyor lan?” deyince, Zafer arabadan indi. Gözleri dolmuş yutkundu. Çürük telefonda susuyor Zafer karşısında susuyordu. Serkan sinirini belli etmek istemese bile dişlerinin gıcırtısını duyan Zafer “Tamam Serkan ben anlatacağım her şeyi. Çürük söylemeyelim dedi sadece. Senin iyiliğin için.” deyince Serkan “Ne beni lan. Babam ölmüş oğlum, ne beni. Ne bok saklıyorsunuz?” diye bağırdı. sesini duyan esnaflar kapı önüne çıkmış Zafer etrafa bakıp girin içeri işinize bakın dercesine kafa sallıyordu. Serkan Zaferin üzerine doğru gidince “Tamam bin arabaya anlatacağım. Ama bir aksilik yaparsan…neyin aksiliği Zafer. Tamam bin Allah aşkına arabaya.”
Zafer susuyor, Serkan evin yolunu uzatıyordu.
Taş olsa kuma dönerdi diyeceğimiz anda “Baban vurulmuş.” diyebildi sadece. Serkan hiç bir şey söylemedi, tepki bile vermedi. Sadece sustular, her şey susarak çözülmüştü sanki. Bütün insanlık sussa aydınlanacak kadar anlamıydı susmak. Serkan iç dünyasında kendini karmaşaya hazırlıyor, aklından dönen çözüm yolları örümcek ağlarına karışıyor, çözülmez bir hal alıyordu. Bu düşüncülerle boğuşurken evin önüne gelmişlerdi. Zafer önden inip hızlıca eve girdi, Serkan sakin ve durgun bir şekilde eşikten geçti.
Usta kapının önünde Serkan’ı karşıladı. “Baban iyi bir insan olmaktan ziyade insanları iyi eden bir insandı, askerlik yıllarında bile tek bir kötü davranışı olmadı kimseye karşı. Tek isteği seninde iyi bir insan olmandı.” diyerek Serkan’ı yumuşatmaya çalıştı Usta. Babasının eski dostu, kendisinin ise rehberi olmuştu yıllarca. Artık daha çok ihtiyacı olacaktı. Çünkü babasını vuranın kim olduğunu en kısa zamanda bulmak istiyordu.
………
Yaşananlar fazlasıyla derinleşmiş, Serkan deniz kenarında aklından geçenleri toplamaya çalışıyordu.
“Elimizde sadece 2 tana dandik kamera kaydı var. Çürük bir bok bulamadı, sözde en iyi istihbaratım. Zafer desen elinden geleni yapıyor ama bir çözüme kavuşmuyor. Usta bir akıl vermedi. Harbiden Usta neden bu sefer akıl vermedi. Yıllardır ben cinayet masasında ne başarı elde ettiysem onun sayesinde. Kendi çözmek istese çoktan çözerdi.” diyerek aklını toparlamaya çalışıyor fakat aklından geçenlerin kendisine oyun oynadığının farkına bile varmayacak kadar güveniyordu etrafında bulunan insanlara. Herkes doğruydu da Serkan mı yanlıştı? Hayır, bir yanılsama içinde yaşıyordu ve farkında değildi. Islak kumlara oturmuş, birasını yudumlarken Çürük yanına oturdu. “Abi, Barbo diye bir adam var. Kamera kayıtları ile uyuşuyor. Balistik inceledi, kurşunda onun adına kayıtlı silahtan çıkmış. Silah incelendi. Adamımız bu. “Serkan bu kadar kolay olduysa kesin bir sıkıntı var diye düşündü fakat adamı gidip yakalamak zorundaydı. O anda anonstan geçen bir cinayet ihbarı.
Serkan, Barbo’nun peşine, Zafer ve Çürük gelen cinayet ihbarının olduğu yere doğru yola çıktılar. Serkan, yapmış olduğu davranışlardan ötürü ne kadar kendine kızıyor olsa bile bir yandan kendi başını okşuyor, hatalarını görmezden geliyordu. Zafer ve Çürük ne kadar destek olmak isteseler bile, yaşanan olayları unutmak düşüncesindeydiler.
Zafer ve Çürük olay yerine vardıklarında şaşkınlıklarını göz önüne düşüren bakışlarıyla olay yeri inceleme ekibinin hazırladığı rapora baktılar önce, sonra ceseti incelemeye koyuldular.
Maktül alnına çizilen “s” harfi ile karşılarında duruyor, ne anlama geldiğini çözmeye çalışan Zafer “Yine mi alicengiz oyunu abi bıktım yeter ” diyerek sitem etti. Çürük sessizliğini bozmadan ceseti bulan adamın yanına gitti. “Sen mi buldun kardeş cesedi?” diyerek adama çıkıştı. “He abi ben buldum ama geldiğimde bi kadın buradan koşarak uzaklaştı.” diye anlattı adam. Çürük sormaya yeltendi fakat adam “Abi 170 boylarındaydı, yüzünü görmedim ama kafasındaki şapkadan saçları uçuşuyordu. Oradan fark ettim.” Çürük sakince “Tamam kardeş, Ahmet alın bu arkadaşı, merkezde yazılı ifadesini almaya götürün, biraz misafirimiz olsun.” Çürük adamın ifadelerinden biraz şüphe duymuş Zaferin yanına giderek “Zafer durum uzayacak, ama bizim çok uzamadan bitirmemiz lazım.” deyince, Zafer üstünde biriken ağırlıkla “Uzarsa uzasın lan, çok ipimde değil. Serkan ne yaptı onu öğrenelim önce.”
Serkan, Çürük’ten aldığı tarifle Barbo’nun kaldığı yere ulaşmak üzereydi. Kendi kendine düşünüyor, bir sonuca varamıyor olması bir hayli yoruyordu kendini.
Bu sırada telefonu çaldı, arayan Zafer’ i bekletmeden açtı “Abi, burada durum karışık. Maktül, alnında ‘s’ harfi yazılı bir şekilde bulundu. He bide bulan adam geldiğinde bir kadının koşarak uzaklaştığını söyledi.” Diyerek durum bildiri yapan Zafer’in yüzüne telefonu kapattı. Serkan telefonu yerine koyarken yoldan geçen bir şeye çarptığını farketti ve hemen arabayı durdurdu. Etrafına baktı kimde yok, dikiz aynasından bakınca yere yatan biri oldupunu farketti, insanlar çoktan başına toplanmıştı. Hızlıca arabadan indi. Bir yanda elinden kaçacak olan Barbo, diğer yandan çarpmış olduğu birisi olunca durum hayli belirsiz bir hal almıştı. “Olacak iş mi lan bu?” diyerek seslendi. O sırada kalabalık biraz dağıldı. Serkan “Açıl açıl, polis!” diyerek kalabalığı dağıttı, yavaşça yaklaştı ve yerde yatanın bir kadın olduğunu fark etti.
Kadın iyi gözüküyordu, yüzünde, sol kaşından aşağıya doğru inen dikiş izini fark etti. “İyi misin?” diye sormakla yetinebildi. “İyiyim, sol bacağım, incindi biraz galiba.” diyen kadın bir hayli sinirli gözüküyordu. “Ambulans arayalım, sizi hastahaneye götürsün. Al bu kartım, ararsan masrafları karşılarım.” deyince, kadın bir hayli sinirli bir tavır sergiledi. “İstemez kardeş, polissin diye arabada telefonla oynamak zorundamısın.” diye çıkıştı. Serkan haklı olmasa bile şu durumda suçlamayı kabul etmek zorundaydı. Kaçabilecek durumda olan bir katili yakalamak üzereydi. Serkan ne yapacağına karar verememiş halde kadını yerden kaldırdı, yavaşça yolun kenarına oturttu. “Bakın şu durumda size yardım edemem, hemen bir ambulans arayayım.” diye sakinleştirmeye çalıştı kadını. Nitekim de öyle oldu. Serkan arabaya atladı, hızlıca yola koyuldu.
Adrese ulaşmış, cebinden adamın resmi olduğu kağıdı çıkardı. Hızlı adımlarla 56 numaralı binaya girdi.
Serkan hızlı adımlarla merdivenleri çıkarken, Zafer ve Çürük olay yerindeki işlerini halletmiş, Barbo denen herifi yakalaması için Serkan’a yardım etme düşüncesi ile yola çıkmışlardı. 13 numaralı kapıya doğru yöneldi ve kapıyı iki kez hızlıca vurdu, uzunca bir süre ses gelmedi. Serkan bir kez daha kapıya vuracakken üst kattan gelen adım sesi ile üst kata yöneldi. Birkaç adım atmıştı ki 13 numaralı kapı açıldı ve barbi koşarak aşağıya inmeye başladı. Serkan aynı hızla tepki verip aşağıya doğru koştu. Zafer ve Çürük sokağın başından araba ile girdiklerinde koşan Babro’yu fark ettiler ve hızlıca arabadan inip kovalamaya başladılar. Fakat nafileydi bunca çaba, ara sokaklara giyip kaybolmuştu Barbo. Serkan sinirli bir şekilde sessizce arabasına bindi. Yola çıktı ve peşinden gelen Zafer ve Çürük’ü fark edip aradı “Siktirin gidin.”
Serkan kafasında dönen düşüncelerle birlikte Ustayı aradı.
En yakın meyhanede buluşmak için sözleştiler. Hava kararmış, deniz kenarına yakın bir meyhanede buluşmuşlardı. Serkan direk söze girdi “Usta nedir bu hal he? Yıllardır akıl veren adam şimdi mi susuyor? Ne oluyor nedir yani, Babamı öldüren adamı yakalamayım mı?” Usta biraz sessizliğini korudu ve ardından söze girdi. “Bak Serkan, hislerinle hareket ediyorsun. Hata yapacaksın, biraz bekle. Ortalık yatışsın, bakarız hal çaresine.” deyince Serkan sinirle masadan kalktı “Sende siktir git, neyin hissiyatı lan. Senden bir şey bekleyen de hata zaten!” diyerek meyhaneyi terk etti.
Denizin kenarında uzunca bir süre yürüdükten sonra bankta oturan kadının, arabayla çarptığı kadın olduğunu fark etti ve yavaşça yaklaştı. Kısa bir özür dilemeden sonra “Çok acil bir işim vardı, yoksa öyle ulu orta insanı bırakıp gidecek değilim.” diyerek anlayış bekledi. Kadın “Dalgıç ben. Unutmuştum zaten çoktan o olayı.” Serkan anlamadı ilk söylediklerini “Dalgıç mı? O ne be” deyince “İsmim yok, bana Dalgıç der herkes.” diye tanışmış oldular.
Yazarın notu;
Bir fikir ortaya koyduğumuzda, eyleme geçirmek için pek vaktimiz olmuyor. Gece aldığımız kararlar gibi hayatımız. Sabah olunca mükemmel olmayacak hiçbir şey. Yaklaşık bir yıl önce yazmaya başlayıp, her zaman yaptığım gibi yarım bir hikayenin elbette bir sonu gelecek. Hepimizin sonu olduğu gibi. Sonu baştan belli hikayeler yazıp yaşamaktansa, hayatım nasıl ki her gün biraz daha karmaşık hale geliyor, tamda o şekilde yazıyorum. İnsan, ancak ölür. Ancak yaşar, bu hayattaki en kısa zamanın ömür olduğunu bildiği halde. Bana ilham olacak insanları, çevreyi, toplumu ve hayatı, birer birer uzaklaştırdığım, tek bir yolda ilerlemek amacı gütmeyen ve anlamsız her manaya anlam yüklemeye çalışma amacında kaybolup giderken, bir şeyleri yazabiliyor olmak bile ruhumun peri memleketlerini canlandırmaya yetmiyor. Bir çok kez yaşamaktan vazgeçerken umutsuzca, sığındığım yazarların ölümleri ve intiharları arasında boğuluyorum. Kurtulamıyorum…
Son söz; belki bu hikayeyi yazamayacağım. Biliniz ki bu da yazdığım her öykü, şiir, hikaye gibi mutsuz bitecek.