Ne garip bir başlangıç değil mi? Nefes aldığın ilk andan itibaren ‘yaşamak’ dürtüsü ile başlıyorsun hayata. İlk anne karnında başlıyor bu gizemli serüven. Bilinmezlikler içinde, bilinenlere koşabilmek için…
Yaşamak koyuyorlar adını. Çünkü nefes alıyorsan yaşıyorsundur bu hayatı. Peki ya nefes alırken ölmüşsek? İşte bu bilinmez bir yol.
Çocukluğumuza dönelim şimdi. Hiç fark ettiniz mi? En güzel anıları hep en zor ve en son hatırlarız. Acılar yaşatır çünkü insanı. Acılar diri tutar geçmişi ve geleceği…Her acı, bir umut kapısı doğurur kendi içinde. Ve biz insanlar her kapının ardından güzel günlere koşacağımızı hayal ederiz. Oysa birçoğumuzun ayakları daha küçücük bir çocuk iken kırılmıştır. Koşamayız, yollar ne kadar çiçekli olursa olsun. O yüzdendir çoğumuzun çiçeklere hep masum bir tebessümle bakışı. O yüzdendir, koşanları bir deniz kenarında uzun ve sessiz sedasız izleyişlerimiz…
Oyuncakla büyüyen bir çocuk mutlu mudur sizce? Bilinmez. O an kadardır çocuk. Peki ya o andan sonrası? Bakın bu da bir bilinmez…
Çocuktur mutludur sonuçta…
Nefes alıyorsa yaşıyordur sonuçta…
Peki ya gözyaşlarınızı kavanoza biriktirip içerisinde küçük balıkları yaşatmaya çalıştınız mı hiç? Bu derin bir yaşam öyküsüdür. Balıkların gözyaşında biriken kavanozda yaşayamayacağı kadar derin… Oysa ikisi de tuzlu su değil mi? Her su aynı değilmiş demek ki … O halde her yaşamak da yaşamak sayılmamalı…
Hepimizin ortak kalıpta buluştuğu bir alandır ‘yaşamak’. Herkes için yaşadığını hissedebileceği özel alanları vardır oysa. Kimisi için bir deniz kenarı, kimisi için isli bir oda, kimisi için sevdiğinin üzerinde öylece serili olan yaş toprak… O halde yeniden merhaba tüm yaşanmışlıklara ve ölü ruhlarla bedende diri kalan yaşamlara… Merhaba ayakları bedeninden daha önce kırılan ruhlara.
Selam ve selametle…
“Peki ya nefes alırken ölmüşsek?”
Daha güzel özetlenemezdi.Tebrik ederim çok güzel bir yazı olmuş kaleminize sağlık.
Yüreğinize dokunmama izin verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Esenle kalınız…