”Her şey insanoğlunun elindedir ama yine de sırf korkaklığı yüzünden her fırsatı elinden kaçırıyor. Bu artık bilinen bir gerçek. Acaba İnsanlar en çok neden korkarlar? Doğrusu ilginç bir soru. İnsanlar en çok atacakları yeni adımdan, söyleyecekleri yeni sözden, yeni olan her şeyden, kısacası eski kendilerini terk etmekten korkarlar.”
Dostoyevski
Hakikaten, insan en çok neden korkar? Önce “Korku nedir?” onu tanımlayalım. Daha öncekinden farklı bir durumla karşılaştığımızda yaşadığımız stres hali, gelecekle alakalı duyduğumuz bir çeşit endişe, ne olacağını kestirememe durumu…
Olumsuz duygu durumlarından bahsediyoruz. Öyleyse bu yeni ve farklı durumlar kötü bir şey mi? Yenilik ve farklılık söz konusu iken olumsuz duygulardan bahsettiğimize göre. Aslına bakarsan iyi ya da kötü şeklinde nitelendirmek tamamen bizim bakış açımızla ilgili.
Öncesi ve sonrasını yalnızca iki nokta olarak düşünür, aradaki bu geçişi de iki konum arasındaki fark olarak görürsek her koşulda kayıp ya da kötü şeklinde itham edebileceğimiz şeyler bulabiliriz. Her olayı, her yeri, herkesi, her şeyi bir noktanın dışında hedef kazanımından ziyade süreç kazanımı olarak düşünürsek belki de hayatımızda iyi ya da kötü olarak tanımladığımız kavramların yerine “yolculukta olma hali”, “yaşıyor olma hali” meydana gelebilir.
Yaşıyor olmayı deneyimlersek eğer geleceği düşünmek için çok az vaktimiz kalacağından kaygı, endişe ve korkularımızdan azami ölçekte kurtuluruz. Herhangi bir şeyi içinde kaygı barındırmadan yaparsak da o zaman tam anlamıyla yapmış oluruz.
Burada bir tavsiye ya da çözüm önerisinden daha çok bir yaşam felsefesinden bahsediliyor. Anlamın; hayatı yaşamak, yaşamanın ise hayatın anlamı olduğundan…
Halbuki yaşadığımız dünya panosunda teşhir edilen öyle çok fenomenle karşı karşıya kalıyoruz ki. Onlara sahip olmayı istememek için hiçbir sebep yok. Çünkü devamlı iki noktayı birbiriyle kıyaslayıp aradaki farka odaklanıyoruz. Sahip olduğumuz ya da sahip olduğumuzu(!) sandığımız her yeni şey bir sonraki şeyin korku ve kaygı kaynağı oluveriyor. Sonra bir gün bir bakıyorsunuz ,tabi eğer dönüp kendinize bakmayı başarabilecek kadar şanslıysanız, hayatı yalnızca korku ve kaygılardan ibaret algılayan yaşamayı değil yalnızca nefes almayı bilen farkındalıksız bir canlıya dönüşmüşsünüz.
Yol ayrımı işte tam da burada kendini gösteriyor. Farkında olduğunuzu hissettiğiniz ilk andan itibaren onu sürdürmeyi mi tercih edeceksiniz yoksa bunun başınıza neler getireceğini kestiremediğinizden korkunuza yine ve yeniden yenik düşerek aslında size bir armağan olarak sunulmuş bu kavramdan ilk fırsatta kurtulmayı mı?
Kendime bu soruyu soralı çok olmadı ama farkettim ki cevaplarımı yaptıklarımla vermeye başlayalı epey bir zaman olmuş.
Yaşamaya, yaşamanın tadına varmaya başlayalı…
Epey bir zaman olmuş!