EdebiyatHikaye

Düşsel Kırıntılar

User Rating: 4.43 ( 4 votes)

1989, Otobüs. 

Sen bilmezmişsin, eskiden kalburüstü tanışmalardan günler doğarmış, diyerek söze girmiş pos bıyıklı adam. O esnada otobüs sallanırken süt kokusu üstünden gitmemiş lor peyniri otobüsün içinde döngüsel hareketlerle Yunus’un burnuna vura vura burnunun direğini kırıyormuş. Yunus yeni tanıştıklarından ve pos bıyığın yaşını almış bir pos bıyık olduğunu sezdiğinden rahatsızlığını dile getirememiş. İçine atmış, zaten burnu bunu iki saattir yapıyormuş. Zor olmamış. 

Pos bıyık yol boyunca sorulacak soruları bitirdiğinden ve yanındaki adamın bir peygamber olabileceğini bilmediğinden her an bir konu açıp Yunus’u konuşturmak için ya da yanındaki koltukta biri oturduğunu anlamak için sürekli nefes alıp veriyormuş. Hırıl hırıl ama ritmik. Eğer yaşını almış bir pos bıyık böyle ritmik nefeslerle uzaklara dalmış yanında oturuyorsa yapılacak bir şey yokmuş. Balık da bilirmiş bunu. Elinde çinekop varmış pos bıyığın. Poşeti ayaklarının altında tutuyormuş. Bu durumda nefesleri ayakları arasında tuttuğu balığa da gidiyormuş. Bu teoriyi yalnızca matematik profesörü olan şoför onaylamış ve dikiz aynasından göz kırpmış. Başkası düşünülemezmiş. Zaten bizim Yunus da bir matematik uzmanıymış. O hemen balığa acımış. Yine de yapacak bir şey yokmuş çünkü otobüsün içi otobüsmüş. Kahvehane ya da amfi değilmiş. Burada balığa giderken lor peyniri kokusuyla birleşen nefesin sirkülasyonunu konuşamazlarmış. Yunus bu durumdan da sıkılmış. Ama dervişler hiçbir durumdan şikayet etmezlermiş. Onlar şeyhlerine sadık olurlarmış. Yunus’unki biraz abartıymış. O işi çok büyütüyormuş. Şeyhim ne derse ve ne yerse o, diyormuş. Hiç, bir karganın ya da bir balığın konuşabildiğini duydunuz mu? Hiç yani, demiş. Kim demiş, bilmiyormuş. Kim bilmiyormuş, kipsel rahipler. Hatta onların şöyle bir sözü varmış: “Şeyhi karga ya da balık olanın burnu lordan çıkmazmış.” Sanırım onlara da başkası söylemiş. Kipsel detaydan anladığımıza göre… Arkalarda oturan biri o sırada otobüsün salahiyeti açısından (73 derecelik bir açı) arka pencereyi açmış. Yunus iki saatin sonunda dünyanın sekizinci harikası olan oksijenle tanışmış. Çekebildiğince çekmiş ama pos bıyık ona gelen nefesleri kendi içine çekmekte vakum görevi görünce Yunus’a balığın karnında aldığı nefesler kalmış. Yine de son dediğime inanmayın… 

Uzun nefeslerin yorduğu bir milimlik zamanda pos bıyık olağan dışı bir şekilde öksürmüş ve söze girmiş bulunmuş. Şey, demek derviş değilmiş. Bu hırkayı neden taşıyormuş o zaman? Yunus bu söylemleri kendisine söylenmiş bir şey gibi kavrayıp başkası adına söylenmiş bir şey olarak anlamış. Yalnızca kendisinin duyabileceği tonda söylemiş pos bıyık, karıncalar da duymuştur tabii ki ama kahraman kadromuz açısından (47 derecelik bir açı) önemli değilmiş bu. Yine de başkası adına konuşulacak kadar başkalarına uzanmayan sohbetleri ne zaman başkalarını anacak kadar ya da başkalarını hatırlatacak kadar ileriye gitmiş anlamamış. Bu girdap, kendi içinde birçok otobüs barındırdığından buraya da girmek istememiş. Yavaş yavaş terlemeye başlamış yunus. Henüz bir balığın karnına düşecek kadar ümidini yitirmeden… Pos bıyık bu sınavı daha önce denemiş ve geçme serüvenini çok sevmiş hatta Yunus’un terlerini görünce güzel gidiyorum havasına girmiş. Otobüste yol alırlarken “Güzel gidiyorum havası.” zaten girilecek tek yer olurmuş. Bu da zor olmamış, anlaşılan. Zaman geçmiş, otobüs mekan içi ve mekan dışı olmadan pos bıyık uykuya dalmış. Eski pos bıyık olsa Yunus’u rahat bırakmazmış ama eski pos bıyık yıpranmış, ölmüş belki. Eski pos bıyığın hücreleri öleli iki yirmi sene olmuş. Yunus bunu pos bıyıkla sohbete başladığı ilk sırada öğrenmiş. Önce yaşını sormuş sonra hesaplamış. Sonuçta Yunus bir biyokimyagermiş. Öyleymiş tabii. Fosilleri de bilirmiş. Hatta pos bıyığı biraz incelemiş o uyurken. Vardığı sonuç şuymuş: “Dördüncü dereceden patria supcumanica* familyasının üçüncü üye başkanlığının ikinci deryasının onuncu eri.” Gogol’un akrabası çıkmış, buna sevinmiş. Yine de bir kobay olamayacağını düşünmüş. Vazgeçmiş. 

Az sonraları pos bıyık, girdabın içindeki başka otobüse kaçmış. Yani buna kaçış denirmiş. Çünkü arkadan bakan biri için bu görüntü bir kaçışın sahnesiymiş. Bu mevzunun üzerinde durmanın bir yararı olacağını düşünmemiş Yunus. Zaten Yunus bir vampirmiş. Avından istediğini aldıktan sonra pek de önem vermemiş sonuca. Kestirmiş biraz.

Avının verdiği lezzet ölçüsünde tatlı bir şekerlemeden sonra geleceği durağa iki saat kaldığını öğrendiğinde yanında Akakiy Akakiyeviç oturuyormuş. Pos bıyıklı otururken arkalarında oturan adamın o olup olmadığını arkasına dönerek test etmiş. Arkalarındaki adam o’ymuş. Merhaba, demiş Akakiy Akakiyeviç. Buyrun, demiş Yunus. Bu soğuk tanışmadan sonra uzun bir sessizlik olmuş. Ne kadar uzun olduğuna dair bir gazeteci olay mahalini anlatırken şu ifadelerinde belirtmiş: “Anladığıma göre yanına oturan ikinci adamla konuşmaya başlaması için otobüsün içindeki lor peynir kokusunun gitmesini beklemiş. Bu adam tam bir doğa adamıymış. Avı için bir şeyler salgılıyormuş etrafa. Cidden ilginç bir vakaymış.” Aradan iki otobüs yılı (seksen dakika) geçtikten sonra Akakiy Akakiyeviç söze girmiş ya da Yunus avı için hareketlenmiş, “Sen bilmezmişsin, eskiden kalburüstü tanışmalardan günler doğarmış.” diye. O esnada otobüs sallanırken kan kokusu üstünden gitmemiş Yunus’un kokusu otobüs içinde döngüsel hareketleriyle Akakiy Akakiyeviç’in burun direğine vura vura burun direğini kırmış. Sonrasından zerre miskal şüphemiz yok. Gogol’un paltosunun başına gelenler Akakiy Akakiyeviç’in başına gelmiş. Bir peygamber ya da bir matematik uzmanı ya da bir derviş ya da bir biyokimyager ya da bir vampir tarafından. Suçlu bunlardan biriymiş. Yunus değilmiş. 

NOT1: Bu olay gerçek bir hikayeden alıntılanmıştır. Burhan Günter adında bir alzaymırın tedavisinde sona gelinmişken yanlış reçete numarasından kaynaklanan bir sorun, ilacı içtiği  gece ilmihal okurken yaşam boyunca onda etki bırakan her şeyin bilinçsizce dışa dökümü olarak patlak vermiş. Beyin kanaması olarak geçiştirilen bu olay, muhabirimiz Selvi Ferit’in dikkatini çekmiş ve bunu metinleştirmiştir. Okurken bu gözle okumanızı tavsiye ediyormuşuz. Öyleymiş. 

Not73: Pencereler açılır, sen gidişe bak.

*Ben uydurdum. 

Sefa Fırat

Sefa Fırat. 2001, Malatya doğumluyum. Hali hazırda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik 1. sınıf öğrencisiyim. Öykülerimden birkaçı Genç Gelecek, Köşem, Bizim Köşe, Dönüşüm, Divit Kalem dergilerinde yayımlandı. Şuan aktif olarak Rengarenk Dergisi yazarlarındanım. Kendime dert diye yutturduğum bazısı gerçek bazısı hayal birtakım devinimlerin içinde yaşama mücadelesi veriyorum dersem abartırım. Şöyle anlatayım kendimi: "Bir şiirin son mısrasıyım, bütün dağılmalardan sonra ilk unutulan ben olacağım." Merhaba.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu