“Burada yaşananlar burada kalmalıydı, ne eşe ne de dosta anlatılmalıydı. Burada yaşananlar burada kalmalıydı ne eşe ne de dosta anlatılmalıydı…”
Beynimde çınlayan bu seslere aldırış etmeden kahve makinasından kahvemi doldurup bu sabah ekmek almaya gittiğimde kapımın önündeki posta kutusundan güçlükle alabildiğim zarfları tek tek incelemeye başladım. Fatura üstüne fatura, günü geçmişler, yakında gelenler, elektrik, su derken içlerinden biri dikkatimi çekmişti. Kahvemden bir yudum alıp, işaretli yerinden çekerek açtım. Bu zarfın içindeki her neyse pek tekin bir şeye benzemiyordu. Açtığım kısmı baş aşağı ettiğimde içinden küçük bir beze sarılı jilet ve bir kağıt çıktı “Bu da neyin nesi?” diyerek jileti elimde çevirmeye başladım, tırtıklı kesin tarafında pıhtılaşmış kan lekeleri vardı “Aman Allah’ım!” diye bağırarak bir köşeye fırlattım. Uzun bir süredir kan ve kan kokusuna karşı fobim oluşmuştu. Derhal kağıdı açıp içinde yazılanları kelime kelimesine okumaya başladım.
“Sevgili Bay Ramazan Çengel
Eğer mektubumuz elinize ulaşmış ve şu an bu yazıları okuyorsanız mektubumuza verdiğiniz tepkiyi tahmin edebiliyoruz. Eminim şu an da “Bu da neyin nesi?” diyorsunuzdur. Siz de emin olun ki kim içinden jilet çıkan bir mektubu görse gideceği ilk yer polis merkezi olur. Ama korkmayım ve sakince yerinize oturun, kahvenizi alıp anlatacaklarımı dinleyin. Ve sizden ricam lütfen bu mektubu sesli okumayın…
Yaklaşık on iki yıl önce arkadaşınızla işlediğiniz cinayeti ve bu cinayetten sonra kişiliğinize yansıyan sarsıntıları; gece başınızı yastığa koyduğunuzda yüreğinize saplanan sıkıntıyı, öldürdüğünüz kişinin son sözlerinin kulaklarınızda çınlamasını ve polis sirenleri duyduğunuzda tir tir titrediğinizi biliyoruz.
Nerden biliyorsunuz? Derseniz, ki anlıyorum.
Bizler sizleri huzura kavuşturacak bir yapılanmayız. Yanlış anlamayın, amacımız sizleri rahatsız edip varlığınıza korku salmak değil. Amacımız sizleri bu dertten kurtarmak. Eğer bizlerle tanışmak istiyor, kim olduğumuzu merak ediyorsanız, elinizdeki kağıdı muma doğru tutun…
Politikamız gereği bu mektuptan üçüncü bir kişiye söz etmeyiniz, lakin böyle bir şey olursa olacaklardan tarafımız sorumlu değildir”
Mektuptan kafamı kaldırdığımda aklıma mukayyet olabilmek için kılı kırk yardım, birinin oyunudur diyerek kağıdı zarfın içine koyup ortadan kaldırdım. Ardından anahtarlarımı ve çantamı alarak dışarı çıktım. Kağıtta yazıldığı gibi eski bir katil bir nevi hükümlüydüm. Bu nedenle çevredekilere karşı mahcup bir halde, gözlerinin içine bakmaktan aciz bir şekilde yürüyordum. Garip gelecek ama polislerden ve hatta daha da abartı olacak bankanın önünde bekleyen güvenlik görevlilerinden dahi korkuyordum. Suç işlememe rağmen tüm insanlardan kaçıyordum. Bu kaçısın tek sebebi içimdeki korkuları geçmiş zamana hapsedemememdi. Her uyandığım gün bugün son artık düşünmeyeceğim desem de aklıma saplanıyordu kötü geçmişimin silinmeyen izleri.
Sizlere bunları anlatırken işlerimi halletmiş, evime dönmüştüm. Tam kapıyı açacağım sırada üst katta tak tuk sesler duyulmaya başladı. Yazlıklarına taşınmıştı komşum, belli ki o gelmiştir diye düşündüğüm sırada sesler acılı iniltilere döndü…
Gözlerimden gitmiyordu o gün, her seste kalbime bir bıçak saplanıyordu, kan bıçağımım ucundan oluk oluk akıyordu. Bense terler içinde bir duvara yaslanmış polis sirenlerinin susmasını bekliyordum.
Merdiven boşluğundan yukarıya doğru baktığımda gözlerime inanamadım, bu kişileri, hayatımın karartan günün sabahında da görmüştüm.
Devam edecektir.