EdebiyatHikaye

Coronadan Yıllar Sonra

Corona virüsü halen yurdumuzda devam etmekte. Bizler de toplumumuzun sağlığı ve bu zorlu günleri çabucak atlatabilmek için kurallara uymaktayız. Zorunlu olmadıkça evden çıkmıyoruz. Ancak bugün de çıkmazsak, üç gün (sokağa çıkma yasağı) boyunca evde depresyona girebiliriz düşüncesiyle maskelerimizi takıp ihtiyaçlarımızı almak için dışarıya çıktık. Bu bir ay sonra elde edilen harikulade bir çıkıştı. Uzun süredir markete de gitmediğimiz için alacaklarımız birikmişti. Bir de evde olunca insanın iştahı bir açılıyor ki anlatamam. Şu bisküvi bu çikolata derken bir şekilde oradan da çıktık. Babamlar bizi diğer yolun kenarında bekliyorlardı. Arabaya bindik. Eve gitmeden önce bir yere daha uğramamız gerekiyordu. Babam biraz ilerledikten sonra sağa park etti ve ağabeyim arabadan indi. Biz annem ile beraber arkada oturuyorduk. Ben anneme aklıma gelen bazı sosyal medya esprilerini anlatıyordum. Annem de biraz oruç halinden olmalı pek bir istekli(!) dinliyordu. Çarşı içinde olduğumuzdan arabalar oldukça fazlaydı. Hatta arabalar üst üste haldeydi desem teşbihte hata olmaz diye düşünüyorum.
Gözlerimi etrafta yavaşça gezdirmeye başladım. İleride trafik ışığı vardı. Kırmızı yanıyordu. Göremesem de ilerlemeyen arabalardan tahmin ediyordum. İftara az kalmıştı. Arabaların içindeki insanların stresini oturduğum yerden hissedebiliyordum. Kimi işinden yorgun dönüyor, kimi evden aceleyle çıkmış veya da bambaşka sebeplerden stresli olmalıydı. İnsanları incelemeyi sevdiğimden bakmaya devam ettim. O sırada babam bir arkadaşını gördü. Elinde dezenfektan vardı. Birkaç ay önce dezenfektan görsek o kişinin temizlik hastası olduğunu dahi düşünebilirdik. Şimdi ise yüzünde maske elinde dezenfektan olmayanı milletçe dışlayacak kadar endişeliyiz. Endişeli de olmalıyız tabi ki bunu yanlış bulmuyorum. Babam arabadan inip arkadaşının yanına gitti. Aralarında neredeyse iki metre mesafe vardı ve tokalaşmadılar. Şaşırdık mı hayır. Sadece kurallara uyuyoruz. Birkaç şakalaşmadan sonra onlara bakmayı bırakıp telefonuma döndüm. Eve gidince bir güzel dezenfekte etmeliydim. Sosyal medya hesaplarından birinde dolaşmaya başladım ve arkadan kocaman kalabalığı yırtarcasına bir ses. Hayatımda beni etkileyen en korktuğum o ses geldi. Kalbim küt küt atıyordu ve gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. Annem ile aynı anda sesin geldiği yöne doğru bakıp arabanın içinde panik yaptık. Oysa bir Süpermen değildik ki sıkışıp kalan trafiği tek hamlemizle açabilelim. Arkadan gelen ses ambulans sesiydi. Kulaklarımı yırtıyordu sanki. Daha önemlisi kalbimi ağrıtıyordu bu ses. Gözyaşlarıma engel olamadım. Trafik bir süre açılmadı ve o ses kalbimizi hoplatmaya devam etti. İçimizden o alarmlar kime çalıyorsa onun için dualar ettik. Herkes olabilirdi orada. Bir yaşlı olabilirdi veya çocukları olan bir baba, anne veya hayalleri olan bir genç.
Oysa kimin yoktu ki hayalleri? Mesela bunları anlatanın yani benim en büyük hayalim, insanlara mutluluğu yeniden hatırlatmak. Kast ettiğim tahmin ettiğiniz mutluluklardan değil. Hani son zamanlarda sıkça rastlayamadığımızdan bahsediyoruz mutluluğa. Almak istediğimiz arabayı, evi alamadığımız için, çocuğumuz istediği üniversiteyi kazanamadığı için, sürekli bir şeyler isteyip de yapacak zaman bulamadığımız için. Maalesef benim kast ettiğim bu değil. Siz hiç karşı komşunuzun balkonundaki çiçekler açtı diye seviniyor musunuz? Fakat sizin çiçeklerinizin hepsi solmuş olmasına rağmen. Çok uzaktan bir akrabanız yıllardır peşinde koştuğu çabaladığı bir işten başarılı olunca siz istediğiniz işi başaramadığınız halde onun adına sevinebiliyor musunuz? Bunlar anlatmak istediğim mutluluğun ikinci aşamasında olabilir. Biraz daha şöyle hafifleteyim, sokakta bir çocuk gördünüz ve yanına yaklaşıp ona cebinizde olan herhangi bir şeyi şeker vb. verdiğinizde onun yüzünde oluşan gülümsemeyi seyretmek işte gerçek mutluluk. Daha fazlasına gerek olmadığını düşünüyorum. O çocuk da bir başkasını mutlu etse sizin sayenizde, o da bir başkasını ve bunu sizin başlatmış olmanız ne kadar müthiş değil mi? Mutlu olmak için mutlu etmeyi denemeye ne dersiniz?
Uzun yıllar önce yaşadığım bir anıyı paylaşmıştım dinleyenlerimle. Konuşmam bittiğinde karşımdaki kalabalık beraberce ayağa kalkıp alkışlamaya başladılar. Utanmıştım. Aynı olayı defalarca yaşamış olmama rağmen utanıyordum hala. Dünya’da kaç kişi kaldık acaba diye düşünmeden edemedim. Bin iki bin ya da küsuratlar işte. Artık nüfus sayım yapmıyordu. Ben de son olarak bir imza günü yapmak istemiştim. Konuşmalarım geç olmuştu belki de. Ama dünyada geçireceğimiz son günleri neden mutlu geçirmeyelim ki? Başımı eğmiş alkışların bitmesini beklerken düşüncelerimi duraklatmama sebep olan biri geldi yanıma.
-Yazar Hanım son kitabınızı benim için imzalar mısınız? Bir de şöyle yazar mısınız? Dünya’dan Sevgilerle uzaydaki kardeşime…

 

 

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. ‘bana sadelikle ve ablaşılabilir bir dille de edebi kaygı taşıyan hoş bir şeyler yazabilen bir akıl gösterin, size naif bir kalp ve ruh göstereyim.’
    yazınız, üslubunuz takdir edilecek kadar hoş, anlatımınız da öyle. yazılarınızın devamı gelmesi dileğiyle mutlu günlerde kalın efendim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu