
Aşk bir peri masalı değildir. Önce zihnini durdurup susturacaksın demiş hikayenin deli kadını. Büyüdükçe her şey daha da zor geliyormuş. Yalnızca kendine değil dünyanın bir ucuna da sığamıyormuşsun. Peki sahiden sevmek neydi senin için? Komidinin ucunda duran bir biblo gibi seyretmek miydi? Sahiplenmek miydi bağrına basarcasına bir anne şefkati ile ya da öylece durup…komidinin ucunda hayatı seyreder gibi beklemek miydi? Ben bu çağlar ötesi aşkları, kadınları ve yalnızlıkları hiçbir zaman nağmağlup göremeyeceğim. Öyleyse ayağa kalk ne duruyorsun diyor içimdeki ses! Savaş alanım kısıtlı ve sen de dahil olmak üzere hiçbiriniz ama hiçbiriniz bana yardımcı olmuyorsunuz. Bildiğiniz hiçbir şey yok aşkla alay etmekten başka. Bilmezden geliyor olmanız ise daha malum başka bir can sıkıcı konu.
“Ben kötü kalpli duygusuz biri değilim.” diye seslendi değneğine. Sadece babasının daha çocukken terkettiği küçük bir kızım. Beni anlamlandırmak mı? Halbuki biraz uğraşsaydınız dünyanın en kolay şeyi ile karşılaşacaktınız. Fakat sizler zor olanı seçtiniz. Tıpkı benim yolum gibi. Bu yüzden yarım kaldı yolculuklarımız ve asla kesişmedi ayrılmamak üzere labirent yollarımız. Kimse bilmiyor bu şehirde meleklerin buz gibi akan gözyaşlarını . Kimse bilmiyor dışavurumum bir tuvalin portresinden, bir notanın girdabında süzülen çatlamış sızı(ntı)larını, kimse bilmiyor öteki olmanın duvarlarını, mesafelerin şeffaflığını unuturcasına duvarlarımda açılan yara izlerini…
Ve bundan böyle bunu sen istedin.
İyi biriyim ama melek değilim.
Ruhumu teslim etmedim ama özgür değilim.
Yaşanmışlıklarım somut bir bedenden çok daha fazlası.
Merhamet ederim ama değneğim kayıp ve eskisi kadar…sihirli değilim.
Ne bir hanımefendiyim ne de kraliçe.
Ne küçük bir kız çocuğu ne de (senin) sevginin kölesi.
Ne bir kuklayım ne de bir barbie bebek.
Ben…ben sadece bir yerlerde saklanmış…gerçek bir hazineyi arayan…değneksiz bıraktığınız hikayenin başrolünün kahramanıyım.