Psikolojik Bir Başyapıt: Martin Eden

Martin Eden, Jack London tarafından 1909 yılında yazılmıştır. London’ın hayatının bir kısmını anlatan, yarı kurgu yarı gerçek bir psikolojik başyapıttır.
Anlatılanın ve verilmek istenilenin tam tersine psikolojik olarak düşünüldüğünde dehşet verici bir kitaptır. Kitabın geneli London’ın hayatının belli bir bölümü olan ilk aşkı ve ilk kitaplarını yayımladığı dönemleri kapsıyor. Konu itibariyle Eden zengin, görgülü, bilgili ve aristokrat kesimden olan bir kıza ilk görüşte aşık oluyor. Ancak Eden alt tabakadan biri ve hemencecik kızla arasındaki ve farkında olduğu uçurumu sorgulamaya başlıyor. Eden, ana dilini bile tam olarak konuşamıyor, okuyamıyor. Aşık olduğu kızın (Ruth) kafasındaki erkek profilini kendince belirliyor ve ona göre şekillenmeye başlıyor Eden.
Bir insanın sadece kitap okuyarak sınıf farkı olan insanlara yetişmesi mümkün mü?
Martin Eden’ın sosyal hayatta perperişan bir izlenimi var. Fakirlikten kırılıyor; ama eli açık. Örselenen bir tip; ama kendi tabakasındaki kızların da ilgisini çekmeyi başarabiliyor. Martin, aslında tam bir Dostoyevski karakteri. Kitapta anlatılan fakirliğe göre odası berbat bir durumda. Kendi görünüşünden ve giyiminden de hoşlanmıyor. Ama Martin bu tür yüzeysel durumlarla hiç ilgilenmiyor. Onun tek istediği çokça kitap okuyarak yazar olmak ve kendini aşkına ispatlamak.
Martin yüzlerce kitap okuyarak seçkin sınıftaki insanların yanına adım adım yaklaşıyor. Kendince onları geçiyor da. Herkesle her türlü tartışmaya girebilecek seviyeye geliyor. Sonunda da kısa zamanda yazarlığa adım atmış oluyor.
Psikolojik özet
İlk bölümlerde kişiler bağlamında Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sına yakın, ortam olarak da Dostoyevski’den fukara çağrışımları vardı. İçinde teknik olarak “psikolojik kavramlar” geçmese de ders niteliğinde bazı konular var.
Kitaplarla neredeyse hiç işi olmamış, kaba ve argo konuşan aylak ve müşkülpesent Martin, dergilere yazı gönderebilecek seviyeye geldi gelmesine, ama bu yolculukta başına her şey geldi. Onu kendi dar kalıplarına sokmaya çalışan büyük aşkı Ruth, onun yazdıklarına derinlemesine bakmadan kısaca bunların karın doyurmayacak işler olduğunu söyledi. Dergiler yazılarını aylarca kabul etmedi, aç kaldı. Bakkalı ona bir zaman sonra ekmek bile vermeyi kesti. Kardeşinin kocası da onu dışladı. Martin’i tek anlayan yine Martin’in kendisiydi.
Ancak aşk insana neler yaptırıyor. Martin’in aşkı onu yazar yaptı. Psikolojik olarak Martin’e dayatılan genel güzellik algısını Martin reddetti. Yazar olmadan önce Martin’e adeta hayvan gibi davrananlar, yazar olduktan sonra onun kölesi oldu; şöhretin ve paranın esiri oldu. Belli bir duruşu olan Martin ise her şeye rağmen duruşunu bozmadı.
Jack London’ın okuduğum kitapları itibari ile sürekli birbirinden zıt iki kesimi (ya da daha fazla kesimi) kıyaslama çabası içine giriyor. Burada da alt tabakada olan fakirler ve aristokrat tarafındaki zenginler var. Ama London’ın görece zengin bir aileden gelmesi ve alt tabakada işler tutması iki tarafı da çok iyi analiz etmesini sağlamış.
London, her konuda yazabilir; her konuda uzmanlaşabilir. Bu kitap her ne kadar onun hayatını anlatıyor gibi gözükse de içinde aşktan, bir mücadeleden, iş hayatından, insan tepkilerinden; müzik, kitap ve benzeri birçok konudan bir şeyler barındırıyor. Hatta evrimle ilgili birçok noktaya değiniyor ki London’ın evrime ilgisi olduğunu ve Adem’den Önce’yi bu doğrultuda yazdığını da biliyoruz.
Martin Eden filmi hakkında
2019 yılında İtalya-Fransa ortak yapımı olarak piyasaya çıkmıştır. Amerika’yı çokça eleştiren London’ın Martin Eden’ının Amerikan filmi olarak piyasaya çıkması zaten sürpriz olurdu.
Kitaba bazı kısımlarda uyulmuş; işlediği yıl bakımından kitabın çıkış tarihini yansıtmıyor. Filmin yarısından sonra “Acaba başka bir filme mi geçti?” diye sormadan edemedim. Zira keskin bir geçiş ve kopuş söz konusu. Eğer Martin Eden’ı okumayan biri bu filmi izlerse büyük ihtimalle filmden hiçbir şey anlamayacaktır. Kaldı ki işleyiş itibariyle de film vasat gözükmekte.
Son yıllarda Jack London kitaplarının film uyarlamaları kitaplarının kalitesini etkilemese de kendi nazarımda kötü bir algı yarattığını düşünüyorum. Kitapları ve çıkan filmler arasında uçurumlar oluşuyor.