EdebiyatHikaye

Delilik

Islak sokaklar boyu yürürken, vaktin nasıl geçtiğini anlamaz, adımlarının kendisini nereye götürdüğünü bilmeden, sürekli çoğalan yoğun hisleri kendi bedeninde taşıyamaz etrafına dağıtır hale gelirdi. Ve zamanla zail duygularla kendini bitiren bir durum yaratırdı içinde. Birçok sokağı yürüdükten sonra mavi yeşil çizgili bir kapı gördü. Üstünde “LÜTFEN ÇİÇEKLERİ ÇALMAYIN” yazılı küçük tabelaya gözü takıldı. Olduğu yerde durdu, etrafına baktı. Sonra tekrar tabelaya baktı ve çiçeklere doğru ilerledi. Kurumuş onca çiçek, harcanmış emeğin çalınmasından sonra emek harcanmaz hale gelmişti.

Yürüdü yokuşları, yoruldu bazen ama durmadı. Evinin olduğu sokağa geldi. Yokuş yukarı çıkmaya başladı. Yol boyu merdiven ve sağlı sollu müstakil sıvasız boyasız evler, paslanmış tel örgülerle çevrili mutsuz insanların yaşadığı yerlerdi. Yokuşun tepesine kadar çıktı, sol köşede küçük kapılı bakkalı gördü. Elini cebine attı. “Evet.” dedi ve bakkala girdi. 2 çikolatalı gofret aldı ve yavaş adımlarla evin yolunu tuttu. Kısa bir süre yürüdükten sonra evine ulaşmış renkli kapısı ve rengarenk boyalı duvarları ile ona gülümsüyordu. Dış kapıyı yavaşça açtı, hafif gıcırdama sesi duyuldu ve sakince bahçeye adımını attı. 2 küçük ıhlamur ağacı ve haziran yağmurlarından nasibini almış güzel çiçekler bahçeye hoş kokular yaymıştı. Evin kapısına kadar geldi. Dışarıda ayakkabı yoktu. Halbuki üç çift ayakkabı olması gerekti. İkisi ışıl ışıl parlayan küçük çocuk ayakkabısı ve hafif de yıpranmış olsa giyilecek durumda olan bir kadın ayakkabısı. Kapının kenarındaki saksının altından anahtarları çıkardı ve kapıyı açtı.

İçeride çocuk sesleri yoktu. Ocaktan kokusu gelen yemek, hiç izlenmese bile sürekli açık olan çizgi filmin sesi gelmiyordu. Yavaşça koridordan ilerledi soldan ikinci kapıyı açtı, lavaboya girdi ve elini yüzünü yıkadı. Havlu yere düşmüştü, yavaşça eğilip havluyu aldı ellerini yavaşça kuruladı, yüzünün suyunu aldı sadece. Dışarı çıktı kapıyı kapattı. Hemen karşıdaki salona girdi, televizyonu açtı, çocuklarının en sevdiği çizgi film kanalını açtı. Odadan çıktı mutfağa gitti, ocağı yaktı, eşinin en sevdiği yemeği hazırladı. Tekrar salona gitti ve sofrayı hazırladı. 4 tabak koydu sofraya, 2 yemek kaşığı ve çocukları için 2 tatlı kaşığı koydu. Suları doldurdu. Evet, yemek saati gelmişti ve yemek yerken hep haberleri izlerdi. Kumandayı eline aldı, 8’e bastı ve sesini kıstı. Eşi rahatsız olurdu haber izlemekten ve televizyona sırtını dönerdi hep, sesini bile duymak istemezdi. İyice kıstı sesi ve duyulmayacak hale geldi.

Tabaklara yemek koydu, çocukların su bardakları mavi ve yeşil renkliydi. Bardakları tepsiden alıp tabakların kenarına koydu. Ve suyu doldurdu. Yemeğini yavaşça yedikten sonra tabaklara baktı, soğumuş yemekler hoş kokular yaymayı bırakmıştı. Nazikçe ayağa kalktı ve sofrayı topladı. Eşi yemekten sonra hemen kahve hazırlardı. Kendine kahve yaptı, dış kapıdan dışarı çıktı, yavaşça kahvesini içti ve ıslak torağa baktı, ıhlamur ağaçlarına baktı. Eşiyle birlikte ilk evlendikleri gün dikmişlerdi ıhlamurları, daha 12 yaşındaydı ağaçlar. Vaktin geç olduğunu fark etti ve bahçeye bir sandalye çekti, ne de olsa yarın büyük gündü. Gözünü bile kırpmadı bütün gece.

Sabah güneş doğarken eline kazma ve küreği aldı. Önce ıhlamur ağaçlarını sonra çiçekleri söktü. Ama hiçbirinin tek bir köküne zarar vermedi. Saat 9’a gelirken kapıya bir pikap yanaştı, içinden yaşlıca bir adam indi ve nazikçe arabaya yüklediler ıhlamur ağaçlarını ve çiçekleri. Yola henüz yeni çıkmışlardı ama içinde ki huzursuzluk menfi duygular uyandırmaya başlamıştı içinde. Gözlerini kapattı, uykuya dalmıştı ve zaman nasıl geçmiş bilememişti. Yaşlı adam uyandırdı adamı, gelmişlerdi neredeyse. Hazırlandı, üstünü düzeltti ve dikiz aynasında yüzüne baktı, yorgun çıkmak istemedi karşılarına.

Arabadan indiler, önce toprağı kazdılar, ıhlamurları ve çiçekleri özenle toprağa diktiler. Yaşlı adam “Benden bu kadar kardeşim.” dedi ve arabasına bindi. Egzozdan çıkan siyah duman ve koku ile kendine gelir gibi oldu. Kendinden geçmişti. “Ölüm, ne kadar yakınmış bize…” diyerek iç geçirdi. Her akşam çocuklarına aldığı çikolatalı gofreti cebinden çıkardı mezarlarının başına koydu. Eşinin mezarı başına gitti, bekledi uzunca bir zaman, sonra delirdi adam. Her akşam evine giderken 2 çikolatalı gofret aldı. 4 kişilik sofra kurdu…

Ahmet

Ruhun karanlığından, savaşın başında ve kimyasal silahların ortasında doğan insan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu