
Korkularım içimi kemiriyordu, fakat önünü kestiremediğim yaşayışım, beni sürekli yanlışa sürükleyen aklım; her şey gün geçtikçe dibe batıyordu. Her nasılsa kaderimden kaçamıyordum. Sürekli çıkmaza tabiri caizse kara deliğe sürükleniyordum.
Merdiven boşluğundan yukarı doğru baktığım sırada, korkudan bacaklarım titriyordu, ne yapmam gerektiğinin muhasebesini yapıyordum. O adamları bana hayatı zindan eden o gün görmesem belki yukarı koşacak, gücümün yettiğince bağıran her kimse kurtarmaya çalışacaktım. Ama olmuyor yüreğim git dese de bacaklarım kal demeyi seçiyordu.
Derhal anahtarlarımı cebimden çıkarıp nefes nefese kapıyı açarak içeriye girdim. Duvara yaslanıp derin derin nefes aldım. Acınacak bir şekilde korkuyordum ve korkularım beni kaderime hapsediyordu. Üst kattakiler canhıraş bir şekilde kapıyı açtığımı duymuş olacak ki, adımlarının yaklaştığını duyabiliyordum. Ta ki kapının çengelini üç kere tıklatana kadar…
İçimden “Gidin, gidin yoksa kötü olacak.” dedim. Bu kelimeler aklımdan geçmesine rağmen sanki biri düşüncelerimin avlusuna kaçak girmiş gibi kapının arkasından cevap verdi “hiçbir şey yapamazsınız Ramazan Bey” dedi.
Korkularım bir kat daha arttı, kapının çengeli üç kez daha tıklatıldı. Ve yine içimden “Allah’ım yardım et!” dedim.
Buna karşılık vermesini beklerken kapı kendi kendine açıldı.
Tam da tahmin ettiğim gibi bu insanları o gün de görmüştüm. Titrek sesimle “Ne istiyorsunuz benden?” diye sordum.
Biri uzun boylu, esmer, düz saçlı diğeri ise ondan biraz kısa, kel ve beyaz tenliydi. İkisi de bu sıcakta takım elbise ve üstüne kaban giymişti. Asıl garip olan giyimleri değil, aynı giysileri yıllar önce de üstünde görmüş olmamdı. İçlerinden kel olan ellerindeki eldivenleri çıkarıp bir kenara atarak “Üst komşunuz çok cazgır.” dedi. Haklı tarafı vardı fakat karşılık vermedim. Diğer adam kel adama kızgın bir bakış atıp “Şirketimizin mektubunu aldınız sanırım.” gözlerimi masanın üzerindeki kağıtlara dikerek “O, o mektubu siz mi yolladınız?” diye sordum. Düz saçlı adam masamın üzerindeki çiçeklerle oynayarak “Evet efendim.” diye karşılık verdi. Bacaklarımın titremesi geçtiği an ayağa kalkıp “Kimsiniz?” diye sordum. Kel adam masamın üzerinde ki gönderdikleri mektubu alıp içindeki jileti çıkardı. Bana doğru tutarak “Bu jileti hatırlamıyorsunuz sanırım.” dedi.
Anısal belleğimi tekrar gözden geçirdim. Jiletle alakalı hiçbir bilgi yoktu. İşin garibi bunca yıl jilet bile kullanmamıştım. Ben bunları düşündüğüm sırada düz saçlı adam düşüncelerime son noktayı koydu.
“Bu öldürdüğünüz kişinin cebinden çıktı bayım. O günü siz de bizde çok iyi hatırlıyoruz. O zamanlar yirmi yaşındaydınız, işten çıkmış eve gidiyordunuz. O sırada bir ses duydunuz ve o tarafa doğru yöneldiniz. İki tane küçük çocuk biri tarafından öldüresiye tartaklanıyordu, fakat siz bunu fark edemediniz. Derhal adamla konuşmak için olay yerine girdiniz, adam sizi dinlemeden sizinle kavgaya tutuştu. “Durun!” deseniz de sizi dinlemeyip yüzünüze darbeler indirdi. Tam cebinden bu jileti çıkardığı sırada kalbine bıçağı sapladınız. Ve sonra korkuyla olay yerinden kaçtınız”
Şaşkınlığımdan ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Yaşadığımın birebir aynısını hiç tanımadığım biri tarafından dinliyordum. Polislere de bunun bir kısmını anlatsam da dinletememiş hiç ummadığım bir şekilde yıllarca infazdan yargılanmıştım. Adamın gözlerinin içine bakarak “Siz de kimsiniz? Bunları nereden biliyorsunuz?” diye sorduğumda kel adam araya girerek.
“Biz GEÇMİŞİNİZİ SİLİYORUZ A.Ş.’yiz bayım, sizlere en iyi hizmeti sunmaktan mutluluk duyarız.”
Dedi.
Devamı Gelecektir