Biraz Şüphe Edelim
Duyular bizi yanıltır mı? Bu soruyu belki de en metodik tarzda soran Descartes olmuştur. Çay bardağında gördüğümüz kırık çay kaşığı örneğini vermeme hiç gerek olmadığını biliyorum. Descartesvari bir örnekle size uyanık olduğunuzu düşündüren nedir? Uyurken birçok kez uyanık olduğumuzu düşünmüşüzdür. O halde şu anda uyumadığından nasıl eminsin? Ben hala emin olamasam da bizim rasyonalist filozofumuz şöyle ilerler: Uyanık da olsam uykuda da olsam iki ile üçün toplamı beş eder. Uyanık olduğumdan bile şüphe edebilirim, ancak matematiğin kesin yargılarından şüphe edemem. Matematikten neden bu kadar emin olduğumuz benim için bir soru işareti.. İnsan elinden çıkan formüller, insanın deneyimlediği doğaya uyuyor diye bunun kesinliğinden bahsedebilir miyiz? Elbette birçok düşünür bunu ispatlayacaktır, ancak benim matematiksel düşünme yeteneğim oldukça kötü olduğundan belki de, anlayamıyorum..
Matematik ve aritmetik gibi, doğada var olup olmadıkları düşünülmeksizin, en genel şeyleri konu edinen bilimlerinden şüphe edilemeyeceğini savunan Descartes kitabının ilerleyen sayfalarında bakın ne diyor: “Peki, hakiki olan ne? Belki de sadece şu: Hiçbir şeyin kesin olmaması… ya bütün düşüncelerimin kaynağı bensem? Ama o zaman en azından ben bir şey olmaz mıyım?” Bundan sonra Descartes ben’in ne olduğunu sorgulamaya başlar. Bedenim zannettiğim elim, kolum acaba gerçekten var mı? Bedenin varlığı dış dünyayı gerektirdiği için ve haliyle her şeyden şüphe eden ben dış dünyayı henüz kurmadığım için bedenim var diyemem. Peki, bir beden değilsem neyim? Bir önceki cümlede ipucumuz var: “her şeyden şüphe eden ben” Şüphe ettiğim sürece, şüphe ettiğimden şüphe edemem. Şüphe etmeye ve dolayısıyla düşünmeye son verdiğim an var olmaya da son veririm diyor Descartes ve hepimizin bildiği o sözleri ekliyor: “cogito ergo sum” “Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Dış dünya var mı bilmiyorum.. Hatta bir bedenim var mı bilmiyorum.. Yalnızca bir düşünensem nasıl bir şeyim ben? Burada cogito ergo sum kadar bilinmeyen ancak bilinmesinin gerekli olduğunu düşündüğüm bir düşünce deneyinden bahsetmek istiyorum. İbni Sina bizden bedeninden soyutlanmış bir şekilde havada ya da boşlukta asılı duran, hiçbir şeyle teması olmayan bir insan düşünmemizi ister. Bu kişinin dış dünya ile hiçbir teması ve doğal olarak henüz hiçbir bilgisi yoktur. Ancak kendi varlığını bilir. Salt kendi var oluşunu bilmek.. Kendi var oluşunun ne olduğunu, neye benzediğini bilmeden var olduğunu bilmek.. Descartes’ın ‘düşünen’ dediği o benliği bilmek.. Düşünmek dış dünyaya gerek duymaz.. Var olmak zihnim sayesinde vardır..
“Ben düşünen bir varlığım, yani kuşku duyan, kabul eden, reddeden, bazı şeyler anlayan, birçok şeyden habersiz olan, isteyen, istemeyen, hatta hayal eden ve hisseden.”
Descartes – Meditasyonlar
Özünde düşünme olan biz insanlar düşünmeyi ne zaman bıraktık?
Dipnot: Öğrenme ve öğretme kaygısı güdülmeyen denemelerin çok sevdiğim bir özelliğini sizinle paylaşmak isterim. Bir anda yazma isteğiniz gelir. Neden yazdığınızın farkında bile olmazsınız. Aklınızı kurcalayan bir konu hakkında yazdığınızı düşünürsünüz. Ve metnin son cümlelerinde Freud’un koltuğunda bilinçaltınızdaki yazma isteğiniz açığa çıkar. Sahi biz insanlar düşünmeyi ne zaman bıraktık? Dilerim düşünebildiğimiz, umut edebildiğimiz, karanlık bir gün ışığına düşme korkusu olmadan uyuyabildiğimiz bir geleceğimiz olur..