EdebiyatKitap

Beni Kör Kuyularda-Hasan Ali Toptaş

Toptaş bu romanıyla bizi bir kuyunun içine atıyor oradan çık çıkabilirsen. Kitap bittikten sonra bende büyük bir boşluk hissi oluştu ve bir o kadar da soru…

Cümlelerinin sonunu açık bırakan yazar, düşünme kısmını okura bırakmış. Kuyunun içinde “Ben şimdi ne yapacağım hissi.” veriyor okuyuculara.

Çağımızın sorunu toplumsal yozlaşma ve duyarsızlık kitabın ana teması. Okurken bu gerçeklerle tekrar yüzleşip beyninizin kıvrımlarında hissediyorsunuz. Sanki karışımızda hayat denen bir televizyon var ve biz sadece bakıp duruyoruz. Yazarın bizden istediği bu filmde bizimde rolümüzün olduğu ve onu hakkıyla oynamamız.

Kitap Güldiyar’ın evden babasına sefer tası ile yemek götürmesiyle başlıyor. Annesinin onu gönderirken söylediği şu sözler ise bize kitapla ilgili ipuçları veriyor.

“Git ama dikkatli ol, tamam mı? Televizyon haberlerinde görüyorsun, her gün oğlan çocukları, kız çocukları kayboluyor. Sonra da tecavüze uğrayan bu körpecik çocukların parçalanmış cesetleri bulunuyor sağda solda. Ayrıca, biliyorsun, insanların gözleri önünde her Allah’ın günü kadınlar öldürülüyor. Bu yüzden diyorum dikkatli ol diye.”

Sonrasında Güldiyar geliyor ama bir daha konuşmamak üzere susuyor. Aklımızda Güldiyar’a ne oldu sorusu hep diri kalıyor. Toptaş okuru bu ve benzer sorularla hep kitabın içinde tutuyor.  Onlarca soruyu sanki bir kuyunun içine atıyor ve çıkarmamızı istiyor ama ne merdiven var ne de yardıma gelen birileri.

Konu ilerledikçe insanlar bu kadar mı kör, bu kadar mı duyarsız, bu kadar mı vurdumduymaz diyorsunuz. Başkaları acı çekerken kimileri çıkıp onu seyrediyor, kimileri çıkıp o acıdan faydalanmanın yolunu arıyor ama kimse o acıyı dindirmek için bir adım atmıyor. Atacak olanlar da o işten faydalananlar tarafından sindiriliyor, susturuluyor, elleri kolları bağlanıyor ne de olsa hayatta kalma dürtüsü hepimiz için ilk duygu değil mi?
Ama insanın içini en çok acıtan da bu acı karşısında susanlar oluyor. Ama insan oğlu işte bana dokunmayan yılan bin yaşasın görüşünde biraz da…

Burada Halil bizim insan yanımız olarak karşımıza çıkıyor.
Halil de bu durum için şöyle diyor kitapta;
“Sen diyorsun ki, kötüler gelip bize kötülük edinceye kadar iyidirler, başımızın üstünde yerleri vardır…”

İşte böyle olduğu sürece de ne acı bitiyor ne zulüm bitiyor. Olduğumuz yerde sayıyoruz, dönüp duruyoruz. Sonra Halil tekrar devreye giriyor.

“Siz yaşayanlar, çok tuhafsınız!” ama kimse bir şey anlamıyor. Sonra devam ediyor.

“Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum. Hepsi bu kadar, başka bir şey dediğim yok. Sizin mideniz kaldırıyorsa, kötülük edene de kötülüğe maruz kalana da aynı şekilde gülümsemeye devam edebilirsiniz, işin o yanı beni ilgilendirmiyor.”
Herhalde artık anlarlar diyorsunuz ama yine anlamıyorlar. Ahh insanoğlu ahh…

Bu kitapta bir
“ Kötülük çarkı “ var, dişlileri ise seyredenler.
Kötülük yapmak ve kötülüğü seyretmek , ikisi de suçtur.
Susarak ve seyrederek suça iştirak ediyoruz.

“Bu çarkın gerisi karanlık hem de az buz değil, zifiri karanlık!”

Bu karanlık kavgada, kötülerin bize kötülük yapıncaya kadar iyi olduğunu varsayıyorsanız siz de o dişliden birisiniz.

Bu kitap bir yergidir!
Acıyı parayla satanlara…
Düşene bir tekme daha savuranlara…
Çıkarcılara…
Kötülük çarkının dişlisi olanlara…
İki yüzlülere…
Adam satanlara…
Kayıranlara…
Susup seyredenlere…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu