Deneme

Bazen Çok, Bazen Daha Çok

 

Ah sayın okuyucu, hayat bazen çok. Evet evet direk çok, yanında bir şeye ihtiyaç duymadan büsbütün fazla. Sence de öyle değil mi sayın okuyucu? Her şey fazlaca çizginin arta kalanını arttırmıyor mu?

Bu şehrin en huzurlu sokağından, oturduğum sandalyenin üstünden yazıyorum aklımdan taşan, kalemimde bir kaç damlayla can bulan cümleleri. Saçım toplu, karşımda kimse yok. Karşıdaki sandalyede de ben oturuyorum gibi, nasihat almayı sevmeyen bünye, nasihat vermeye bayılıyor kendine. Hayır, onu da almıyor, almıyorum. İnsan kendine yapma der de dinlemez mi, dinlemiyorum, kaçıyorum, şimdiye kadar benim olmadığım bütün şeylerden, bütün yakıştırdıkları kıyafetlerden sıyrılıyorum. Onun gibi olmuyorum, onlar gibi olamıyorum. Ne düşündüğümü anlamış gibi yapıp kıyısından geçemeyenlere dost da diyemiyorum bu aralar, neyse bunun konumuzla ilgisi yok sayın okuyucu, ben yazayım da köşeye, akıllarına yer edinsin, edinirse…

Sen ve sana dair her şeyin senden beklenmesi kadar adilmiş yaşamak(!), senden sonrasını kimse düşünmemiş, sana kadar da paramparça parçalar dahi. Artık senle de kavga etmeden, içimde senle kavga etmeyi öğrendim, sonucu olmayan. Ha sonrası mı? Sonrası sessizlik, sonrası ve daha sonrası…

Kim sordu hatırlamıyorum sayın okuyucu ama bak ne anlatacağım, oku. Biri, heh hatırladım da, çok önemi yok aslında. Yaşadığın her şeyi mi yazıyorsun demişti, sonra bir cümlemi söyleyip bunun gerçek olup olmayışını irdeleyip cümleyi dahi hatırlamadığımdan, olmayan şeyleri de yazdığıma kanaat getirmişti. Evet, suçlarca. Peki ya gerçek olması için mi okumuştu? Peki ya sen sayın okuyucu? Bunca inilti içinde kendi yaşanmışlığından bir parça bulduğundan mı okuyorsun yoksa benim ne yaşayıp yaşamadığımı öğrenmek istediğinden mi? Ne önemi var ki bütün bunların… Yaşadım, yaşamadım, ya yaşarsak? Peki ya beraber yaşarsak? Tamam sakin, ne hissettiysem o döküldü gözlerimden, sonrası buraya çıktı. Sonra Şebnem İşigüzel’in “bir yazar asla yaşadıklarını yazmaz” deyişi geliyor aklıma. Neyse ki ‘yazanım’ ve yine neyse ki duygulara, hissettirdiklerine önem veriyorum.  En içime bakıyorum, ayırıyorum batan camları köşeye, kalanı yanımda, devam ederim böyle de ama bazen nefes aldırmıyor sayın okuyucu, bazenden de fazlası. Hani bazen bunca yıl nasıl oyulmadı diyorum içim, nasıl sabrettim, halbuki çocuklar gibi sabırsızım ben sayın okuyucu, çocuk kadar heyecanlı, çocuk gibi bağlanırım, çocuk kadar… Sonra tüm çocukluğunu büyütmeye gelen biri oluyor, senin de olduğundan biliyorsun, biliyorum. Büyütüyor ama sen eski sen değilsin, dizlerin yara içinde, elindeki sigara kokusunu bile sevemeyecek hale gelmişsin, halbuki ne kadar da severdin sigara kokan elleri. Hani böyle şuradan bir şey kopuyor da büyüdüm diyerek gülümsüyorsun ama içindeki küçük kız kırgın. Anlamıyorlar sayın okuyucu, bu düzen böyle gittiği sürece de zannımca anlamayacaklar, sen bana anlat, ben dinlerim. Tahammül dereceni bile kendileri belirleyecek, şekillendirmeye çalışacaklar seni, acı da yarıştıracaklar seninle, hangimizin acısı küçükse o çıkacak oyundan, diğeri seni yendi, çünkü acının içinde kıvranışın değil önemli olan, önemli olan onlar sayın okuyucu. Nasihat veremiyorum affola,  buralarda bende tıkanığım, kıvranıyoruz işte hepimiz bir köşede.

Kafamda ihtilaller oluyor sayın okuyucu, her şey bastırılıyor, kalanlar çekmeceden usulca çıkıyor sonunda, bitmesi mümkün olmayanlar var, eskileri ayıramıyorum sanki. Keşke insanları da ayırabilsem, zaman aşımı olanları sağa, rengi solmuş olanlar sola, giyilmeyecek olanlar bir başkasına. Artık yapıyorum bir kısmını, anılara çözümüm henüz yok ama insan ‘detoxu’ benimkisi. Artık ‘biliyor musun’ diye başlayan cümleler kurarken yakalamıyorum kendimi mesela, “keşke sende olsaydın da beraber yaşasaydık o anı” demekti benim için, varsın olmasın sayın okuyucu.

Neyse, ne diyordum,  amaan be sayın okuyucu, olsun hala kaldırımlar tek oturmak için var. Belki bir gün yanından geçerken usulca düşünürsün ne yaşadığını diye var. Hangi nedenin varsa onun için var sayın okuyucu. Her şeyin acısı geçmiş, ağrısı kalmış gibi içinde sanki, tam da bunun için var. En uzakta bulduğun gerçeği düşünecek kadar yakında, öyle karışık ki sayın okuyucu sen bile anlamadın beni değil mi? Bende anlamıyorum, içim donuyor, içim yanıyor, kelimelerim dahi tıkanıyor, sigaramı yakıyorum diğerini söndürmeden, hiç de sönmüyor biliyor musun sayın okuyucu?

Hadi o zaman benimle birlikte senin de kafa radyonda çalsın mı?
Hüsnü Arkan – Kırık Hava

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu