
Gabriel Garcia Marquez küçükken yaşadığı bir olayı bizlere sunmuş; gerçek bir hikaye.
Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk sayfalardan biliniyor. Üstelik sadece siz değil, Santiago’nun ailesi, arkadaşları, nişanlısı hatta kendisi de biliyor öleceğini. Kitaba Santiago’yu kimin öldüreceğini ve cinayeti kimin işleyeceğini bilerek başlıyoruz. Bu anlamda kitabın sonunun başta söylenmiş olması heyecanından bir şey kaybettirmiyor. Kitaptaki her karakter ve bu cinayetle yakından-uzaktan alakaları detaylıca anlatılıyor. Santiago’nun kasabasındaki herkesi tanıyorsunuz kitabı okurken. Bunlar da akıcı bir dille, sıkmadan yapılıyor. Romanın sonunu önceden öğrenip yavaş yavaş çözümlüyorsunuz ve bu heyecanı doruklara çıkartıyor. Öyle incelikli anlatılıyor ki her şey, kitabın içine giriyor, o kasabadaki yerlilerden biri gibi hissediyorsunuz. Ancak dikkatli bir şekilde okumak gerekiyor. İsimler biraz kafa karışıklığı yaşatıyor. Dikkatsiz bir şekilde okunursa bu roman ne anlatıyor diyebilirsiniz.
Kitabın dış kapağı da kitabı okumadan önce hiçbir şey çağrıştırmıyor. Ancak okuduktan sonra bakıyorsunuz ki kapak kitabın sadelikle özetini sunmuş.
Bu romanda asıl değinilmesi gereken konuya gelecek olursak; toplumun işlenecek olan bir cinayete, başına “Namus” getirildiğinde nasıl da suspus kalındığını anlatıyor. Cinayetin işleneceğini herkesin bilmesine rağmen kimse karşı çıkmıyor. Hatta izlemek için herkes olay yerine akın ediyor. İkizlerin üzerlerinde hissettiği baskıyla Santiago’yu öldürmeyi beklerken önlerine çıkan her insana ¨Biz Santiago’yu öldüreceğiz.¨ demeleri ve aslında içten içe durdurulmak istediklerini hiç kimse anlamıyor. Evet, toplumun bir cinayete nasıl sessiz kaldığını görüyoruz bu kitapta. Bu bir kişinin işlediği bir cinayet değil; toplumun işlediği bir cinayet.
Kırmızı Pazartesi bir cinayet anlatısı kılığına bürünse de bireysel ve toplumsal değerlerin iç çatışmalarını gözler önüne seren, kısacık ama bitimsiz bir roman olarak değerlendirilebilir. İncelikle yazılmış, harika bir toplum eleştirisi.
İfadem yerindeyse doğu kültüründe olan ‘töre cinayeti’ işlenmiş. Aslında cinayet de sayılmaz, çünkü töre veya adı her neyse bu artık etraftaki insanların onayladığı bir durum olarak ortaya çıktığı için adına cinayet denemez.
Bu arada kapak hoş durmuş, tebrikler. Yazı için de teşekkürler.
Ben teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Evet cinayet çok farklı bir boyuta taşınmış aslında. Bir kişinin yaptığı bir şey değil de toplumun susarak dahil olduğu bir olay. Sosyal psikoloji bağlamında grup etkisinden söz edilebilir bi açıdan.