
Çocukluğumda kitap okumak benim için büyük bir mutluluk sebebiydi. Okudukça kafamda kurgulardım hikayeyi, hikayenin kahramanlarını, yaşadıkları bahçeyi, uyudukları odayı… Sonra kendi kurguladığım hikayeden kendim etkilenirdim. Etkilenmek için bahane aradığım o zamanlarda yaşadığım şehirde bulunan il halk kütüphanesinden kitaplar alırdım. Aldığım kitabı teslim etmem gereken süreden çok daha kısa sürede bitirir yenisini almak için can atardım. Ömer Seyfettin kitaplarıyla tanışmam da o zamanlara dayanıyor.
Yüksek Ökçeler isimli öykü kitabı… Ne de güzel bir öyküymüş şimdilerde daha iyi anladım. Hikaye; evin hanımının baş dönmesi şikayetiyle doktora gitmesiyle başlıyor. Doktor bu dayanılmaz baş dönmelerini giydiği yüksek ökçeli ayakkabılara bağlayınca evin hanımı artık evde rahat ve yumuşak ev terliklerini giymeye başlıyor. Hadiseler de bu değişimden sonra gerçekleşiyor. Önceleri yüksek ökçelerinin sesinden hanımın geldiğini anlayarak uygunsuz tavır yahut konuşmada bulunamayan ev çalışanlarının sayıca fazla uygunsuz haline şahit olmaya başlıyor Hatice Hanım. Kilerden erzak çalıp götüren mi dersiniz şahsı hakkında uygunsuz dedikodu ve söylemlerde bulunan mı dersiniz bir sürü olumsuz tablo… Evin kapısı olan her yerine kilit vurmak, çalışanları kovup yeni çalışanlar almak gibi türlü çözüm yollarına başvursa da aynı sorunlar devam ediyor. Hatice hanım son çareyi yeniden yüksek ökçeli ayakkabılarını giymekte buluyor. Böylece baş dönmesi devam etse de en azından kafası rahat oluyor. Bu hikayeyi okuduğum yaşlarım küçük de olsa o dönemde oldukça hoşuma gitmişti ama vermek istediği asıl mesajı yetişkin olduğumda çok daha iyi anladım.
Yürüdüğümüz yollarda tüm seçimleri biz yapıyoruz. Bazen dışımızda gelişen her şeyi görmeyi ve duymayı seçeriz nefret ede ede bazen de varsın ateş yansın ben bilmeyeyim bilirsem yanarım belki de yakarım deriz. Belki de en doğrusu merakımız baskın geldiğinde yüksek ökçelerimizden kurtulmak nahoş vakalar ile karşılaştığımızda da yüksek ökçeleri yeniden ele almaktır.