İncelemelerKitap

Kırmızı Saçlı Kadın Kitap İncelemesi

Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk yazarımız Orhan Pamuk tarafından yazılan ve 2016 yılında yayımlanan kitabıdır. Kırmızı Saçlı Kadın, içerik olarak doğu ve batıyı sentezleme peşindedir. Doğu ile batının yanlışını, doğrusunu ele almış. Bunu da hem doğudan bir hikaye olan Firdevsi’nin Şehname’si ile hem de batıdan bir hikaye olan Sophokles’in Kral Oidipus’u ile yapmaya çalışmıştır. Bu iki hikayede anlatılanlar ise kısaca şunlardır:

Şehname, Sührab adındaki savaşçının tanımadığı babası Rüstem tarafından öldürülmesini, Kral Oidipus ise babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus’u konu almaktadır.

Orhan Pamuk ise kuyu kazma ustasının yanına verilen ergen bir çocuğun, kuyu kazarken geçirdiği yaklaşık bir aylık bir zamanda yaşadıklarını ve sonrasını anlatmaktadır. Kasabaya gidip gelen bu çocuk orada kırmızı saçlı bir kadın görür. Bu kadına aşık olur. Birkaç hafta içinde de kırmızı saçlı kadınla sevişirler. Bir zaman sonra da yanlışlıkla kuyunun dibindeki ustasının kafasına kova düşürür. Önce kasabaya koşarak Kırmızı Saçlı Kadın‘dan yardım istemeye gider, ama onu bulamaz. Elinden gelen bir şey olmadığını anlayınca da korkarak oradan kaçar. Bir daha da oralara dönmez.

Detaylarda boğuluyorsunuz!

Yazar, buraya kadarki kısımda hikayeye gereğinden fazla uzun bir giriş yapmış. Neredeyse 30-40 sayfa kuyu açma işini anlatmış ve Kırmızı Saçlı Kadın’a anca gelebilmişti. Burayı neden bu kadar uzattığını kitabın sonunda anlarım dedim, ama anlayamadım. Buraya kadarki işe yaramaz bilgileri ileride de kullanmadı. Ama neyse ki buradan sonra da hüzünlü bir aşk hikayesine dönüşmediği için şükrettim. Ancak detaylı bir anlatım olmasına rağmen okuması keyifliydi, çünkü kelimeler adeta dans ediyordu.

Sürekli ödüller alan yazarımız, kitabın bu 30-40 sayfalık bölümünden sonra bir anda hızını artırdı. “Aman n’oluyor?” demeye kalmadan kendinizi 20 yıl sonrasında buluyorsunuz. Bu keskin zaman geçişini o kadar detaylı bir paylaşımdan sonra beklemiyordum. Ergen çocuk büyüdü, yuva kurdu, şirket açtı; modern dünyayı gezdi, ama kuyu ustasını orada yalnız bıraktığı zamanı ve Kırmızı Saçlı Kadın’ı hiç unutmadı. Bunu takıntı haline getirdi. Kuyucu ustasını, kendi babası onu ve annesini terk ettiği için babası yerine koymuştu. Az da olsa vicdan azabı çekiyordu. Bir yandan da Kırmızı Saçlı Kadın’ı düşünüp duruyordu. Buraya kadar da yine uzunca bir süre boyunca gezdiği yerler, kuyu kazdığı yer, Kırmızı Saçlı Kadın aklına geldi. Kuyu ustasının öldüğünü düşündü, sonra “Ölmemiştir, ölse şimdiye beni tutuklarlardı.” diye sürekli ikilemlerde kaldı.

Kitap daha çok yukarıdaki ikilemlerle geçtiği için bundan sonra yazabileceğim şeyler kitap hakkında her şeyi anlatmak olur. Bu nedenle kitaptan alacağınız hazzı azaltmak istemem. Pamuk, konu olarak ensest kavramlar (Nedense Türk yazarlar çok seviyorlar böyle konuları; örnek Elif Şafak, Baba ve Piç kitabı) üzerine düşmüş ve o tarafa doğru bir algı yaratmaya çalışmış olsa da yazım olarak görkemliydi.

Orhan Pamuk hakkında

2006 yılında Dünya’nın En Etkili 100 Kişisi’nden biri seçilen Pamuk, Nobel’i almasına ve ödüllere boğulmasına rağmen açılan davalarla, yazdığı kitapları başka eserlerden devşirmesinin konuşulmasıyla ve Amerikanvari hareket ve söylemleriyle gündeme geldi. Bana göre bunların nedeni iyiye iyi diyemememizden ve “Bu kadar iyi olamaz, kesin altında bir şey var.” algımızdan kaynaklanmaktadır. Benzer bir algıyı yazar Jack London da yaşamıştı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu