
Derler ki gözyaşlarının aşk için aktığı zamanlarda zamanın seyrini değiştiren bir çocuk doğmuş. Okyanus dolusu insana bir damlacık gibi düşmüş gökten. Eski zaman ressamlarının resimlerinde pek boya olmazmış bu hadiseden evvel. Çocuktan önce her resimde beyaz tuval her şeyi anlatacak kadar beyaz olsa hayatı tasvir etmeye yetermiş. Her şey beyaz ve şeffafmış.
Hatta birkaç eski zaman tanıklarının anlattıklarına göre insanlar birbirlerinin sevgisini gözle görürlermiş.
Öyle ki insanları yormasın diye kalplerinin içinde kara leke bile olmaz, damarlarında gül erimişinden başka nesne akmazmış.
Baharların ardına ne yaz ne de kış gelir, her baharın ardından yeniden taze çiçeklerin yeşerdiği ve en önemlisi kırmızı papatyaların açtığı zamanlar yaşanırmış.
Garip belki ama ölümün yaşamdan kötü olduğu zamanlarmış. Cennet hayali insanoğluna heyecan vermezmiş. Tanrı daha ölmeden ödüllendirmiş kullarını.
Dertsiz olunmaz diye kağıt üzeri ve istihkak gözyaşları dağıtılırmış yılın kırmızı papatya açmadığı zamanlarında.
Derler ki bir oğlan çocuğu düşmüş kırmızı papatyaların açmadığı bir zamanda. Kim tarafından gönderilmiş annesi babası kimmiş bilinmez bir çocuk ve 3 yaşında. Eski zaman tanıklarının anlattığına göre kalbinde siyah lekesi varmış ve kanı akarmış damarında. Üstelik bir defasında 13 yaşında ağlamış ve ölmüş. Bu yılın gözyaşı istihkakı erken verilmiş. Mezar başında herkes ağlamış. Gözyaşları gömüldüğü toprağın altına inip kalbinde gedik açmış.
Derler ki kalbindeki kara lekeden önce bir ırmak, sonra deniz peydahlanmış. Hangi kara parçasına dokunduysa o coğrafyada renkli resimlerle doğa anlatışmış, insanlar birbirlerinin sevgilerini gözleriyle görmekten mahrum kalmış, baharın ardına kışlar yazlar dayanmış. Hayat şimdiki gördüğümüz düzene bulanmış.
Kırmızı papatyalar bir daha hiç açmamış.
Derler ki ölü çocuk ardında bıraktığı zavallı adama can yanıklarını anlatmış.
Derler ki bu hikayeyi tarihin uzaktan tanığı bir adam, ölü çocukluğuna yazmış.
–