Buraya nereden ve nasıl geldim, düşünüyordum…
Yürümek büyük bir eylemdi. Aslında ayaklarım ve zihnim yola çıktığı ilk günü unutmamıştı, insan büyüdüğü günü unutamazdı. Zamanla büyüdüğünü sandığımız insan bazen kısacık bir anda büyüyebilirdi. Fizyoloji kitapları da bazen yanıltabilirdi. Kalbimiz hesaplanması zor saniyelerin arasında rengini değiştirebilirdi, ki bunu kardiyo-pulmoner dersinde öğrenmiştik. Zihin kendini korumaya her an hazırken ve beyin güçlü durmak için tükettiği tüm koruyucu hormonlarının altında ezilip büyüyebilirdi. Dünya, bizim nefes almamızı beklemezken durmak istemek, komşumuzun dilindeki bu yaşta çocuklaşmaktan ileri gidemezdi. Ve hiçbir pediatri kitabında bu konuya açıklık getirilmemişti.
Zaman da sizin gözünüzde boyadığınız bir gökyüzü değildi, olmayacaktı. Orhan Veli, herkes uyurken boyadığı gökyüzünden bir sabah vazgeçmişti. Artık maviyi sevmediğinden değil, son fırçasında oda, büyümüştü.
Büyümek vazgeçmek miydi? Yoksa inatla saklanmış çocuklukların arasında kalmak mıydı? Yoksa kök salmamak hep gitmek miydi ? Büyümek neydi? İlk kim büyüdü, nasıl büyüdü, neden büyüdü? Çocukluğu bırakmamız gerektiğine nasıl ve nerede karar verdik? Elbiselerimin boyu kısa geldiğinde sevindiğim büyümüşlüğümle bugün bir bankta otururken hissettiğim büyümüşlük neden aynı değildi? Bizi neye, nasıl inandırdılar?
Çocuklarda güçlüydü, çocukluğumuz çok daha güçlü değil miydi? Binlerce kez düştüğümüz sokaktan hiç eve gitmeyi düşünmezken çok güçlüydü. Bisiklete binmeyi öğrenmek için defalarca düştüğümüz yolda da çok güçlüydü. İnsanın büyüdüğü her santim, çocukluk yaralarının hacimi değil miydi? Biz belki de büyümüşlüğü inatla; uzamış boyumuza, artık yaralanma lüksü olamayacak bedenimize, yırtılamayacak elbiselerimize sıkıştırdı. Beş taş oynarken, havaya atılan topu tutarken…büyüktük aslında. Düşünmedik, kimse düşünmedi. Düşünmemekte 21.yy’da büyümekti.
Şimdi hatırlayalım, oysa ki çocukken ne çok düşünürdük, ne çok ayrıntıya takılırdık, ne çok soru sorardık.
Büyümek şimdilerde aklına takılan sorulardan kaçmaktı. Aklına gelen her şarkıyı söylemek yerine susmaktı. Pamuk şeker yemek yerine acı kahve içmekti… Yinede kahve içmek her şeyin devasıydı, çocukluğumuzu bastırmak için birebirdi. Dönen dünyaya yetişebilmek için, gözlerimizi görmek istediklerimize değil de görmemiz gerekenlere sabahın köründe açabilmemiz için güzel bir kaçıştı. Ve kafein kendisiyle asla bunu kast etmemişti.
Biz büyürken bazı şeylerin gerçekliğini de harcadık. Düşme lüksümüz yoktu ama sonsuz harcama hakkımız vardı. Her şeyi… Ben her anı saklayıp öyle yürümek istedim. Büyümek güçlü olmak değil miydi? Sakladığım her anı altında çocuk kaldığımda fark ettim, sakladığım her şeyi taşıyamadığımı. İnsan içinden gelen yerde kalmak yerine zihninin söylediği yerlere gittiğinde, giderken yolda büyürdü.
Çocukluk arkadaşımızın evinde bir gece kalmak için kopardığımız kıyametlere, annemizin hiçbir tedirginliği, korkusu fayda etmezken o gece orda kalmak güçlü olmaktı. Mutluluktu, çocukluktu…Şimdilerde anneler üzülmesin diye sessize alınan her istek, büyümüşlükler dahilinde miydi ? Nerede başladı bilmiyorum mu demiştim satır başında, sanırım ben hep yolda büyüdüm.
İçimdeki çocuğa binlerce güzel anıyı, anı, insanı saklarken gittiğim yollarda izlerim hep adımlarımda kaldı. En çok gitmeyi sevmiştim, yaşamanın kök salmak olduğunu tatmadan önce. Ki yolda olmak varmaktan daha güzeldi… vardığım yerlerde yaşamayı hissetmeden önce.
Şimdi o bankta oturup büyümüşlüklerimi diziyorum ipe. Renkli anılarımdan kolyeler yapıyorum, hiç takamayacağım.
Belki yeniden çocuk olurum diye…
Elbet bir gün çocuk düşlerimiz uyanır.