DenemeEdebiyat

Güzel Gözleri Vardı Aslında

Hayatta ani verilmiş kararlar bazen pişmanlık yaratır, bazense mucize. Biz birbirimizin mucizesi olmuştuk. Önce boy verip, alışınca durulmuştuk. Ayaklarımız yere basmamıştı gün boyu belki ama bir gün nasıl yeterse bir kelebeğe yaşamak için, bizim içinde epey şey yaşamaya yetmişti.

Anlaşamadığı ruha çekilirdi insan. Düzen buydu. Ve aslında önemli olan görünüşten ziyade huy, bedenden öte ruhtu. Kimi zaman adet düzensizliği olan bir ergen tribiyle çabucak sinirlenirken, kimi zamansa pusetteki bir çocuğun gözlerine içli içli bakıp, gülümseyebilmişti. İçindeki merhameti öldürmeyen bir insan ne kadar kirlenmiş olabilirdi ki?

Kavurucu bir güneşle utancından kızaran şehre, serinletici bir meltem gibi geldi. Tüm yaşananlardan sonra alınan derin bir soluk, bir mola… Zamanın ilerisinde zamansız birkaç saat geçirmiştik… Hangi sokaktan geçtiğimizin bir önemi yoktu. Hangi köşe başında bir sigara içimi durduğumuzun, neyi söyleyip neyi sustuğumuzun… Hangi şişeden içtiğimizin, hangi rotayı çizdiğimizin… Hangimizin haklı çıktığının bile bir önemi yoktu.

Ansızca ve amaçsızca bulmuştuk birbirimizi. Dünyanın en güzel kafelerinden birinde bir fincan kahve… Dünyanın en güzel yerlerinden birinde bir gün batımı seyri… Sahte bir mutluluktan uzak… Mutluyduk. İkimizde öyle çok sevmiştik ki sevilmeyi, sevmeyi unutmuştuk.

Neysek oydu dilimizden dökülenler. Yalan yoktu. Nafile bir çaba yoktu. Açık seçik konuşmaktan bir an olsun çekinmemiştik, aksine her geçen saniye içine çekilmiştik muhabbetin. Ateş ve barut gibi değil. Ateşin mavisi ve turuncusu gibi…

Güzel bakmak gerekti güzel görebilmek için. Ben ona güzel bakmıştım. Ayakkabılarını vestiyerin yanına düzgünce bırakmıştım, dizimde yatırmıştım, sırtını sıvazlamıştım. İlk kez birine ellerimle kahvaltı hazırlamıştım. Hoş onunda güzel gözleri vardı aslında ve bir sürü de bahanesi bana.

Üstümüzde uyutmayan bir uyku hali kol gezdi tüm gece. Neyi arzuladığımızı ikimizde sezmiştik. Az da olsa içimize sinmiştik, ikimizde istemiştik. El ele bir mekândan çıktık önce. Üstünde gemiler yüzdürülen bir nehrin kenarından yürüdük ve yol üstünde bıraktık her şeyi. Parçaladıklarımızı da, parçalandıklarımızı da…

Nasıl olurdu da bir mum ışığının yansımasından herkesin görebildiğinden daha fazlasını görebilirdi bir insan. Nasıl olurdu da bir parfüm kokusu bu kadar sızabilirdi bir yastığa. Nasıl olurdu da bir çalma listesi bu kadar ahenkli akabilirdi davranışlarla. Nasıl olurdu da iki ten bu kadar yakalayabilirdi uyumu.

Aklının almadığı şeye mucize derdi işte insan. Oysa bilmezdi ki bugünün nefret edileni dünün sevileni olurdu hep. Dünün sevineni bugünün nankörü olurdu. Dünün akıldan çıkmayanı bugünün unutulanı olurdu.

Yanmayı alışkanlık edinmiş iki günahkârı olmuştuk bizde dünyanın. Ama yanılacaksa da böyle yanılmalıydı…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu