Kitap

Siyah Gökkuşağı // 3. Bölüm

Metehan ikinci günün sonunda normal odaya alınmıştı. Birkaç saat sonra ise evde istirahat etmeye devam etmesinde bir sakınca olmadığını söylemişti doktor. Üç gününü yatakta geçirmiş bir insan için fazla bitkin görünüyordu. Tabiri caizse bütün gün taş taşımıştı sanki. Öylesine yorgun, öylesine argın… Adeta yılların yorgunluğu binivermişti bir anda omuzlarına.

“İki günde bir pansuman değişmesi gerekiyormuş dedi doktor. Ben bilmem ki nasıl yapılacağını. Ne yapacağız, nasıl değiştireceğiz?”

Annesi Metehan’ın bir koluna, babası diğer koluna girmiş yürürlerken dert yanıyordu kadıncağız. Cemre önce tereddüt etse de birkaç adım hızlanıp önlerine geçerek hafifçe onlara döndü yürümeye devam ederken.

“Ben biliyorum Zümra Teyzeciğim… Yani, eğer isterseniz bu konuda size yardımcı olabilirim.” Metehan’ın gözlerini üzerine diktiğini görünce kızaran yanaklarını gizlemek istercesine yavaşlayıp tekrar adımladığı yola dikti gözlerini. “İki günde bir size gelip değişebilirim pansumanı…”

Annesi gülümseyerek ve biraz da mahcup hisseden gözlerle oğluna baktı. Metehan’ın bakışlarında bir ışıltı görmüştü. Gözlerindeki mahcupluk yerini tebessüme bırakırken eşine döndü ve onda da aynı duyguları sezmişti.

“Çok teşekkür ederiz Cemre kızım. Hakkını ödeyemeyiz.”

Göz bebeklerindeki ongunlukla tekrar Zümra Hanım’a baktı Cemre. “Estağfurullah. Metehan iyi olsun yeter, bütün uğraşım sadece bunun için.” Cümlesini tamamlayınca yanakları daha da kızarmış başını iyice öne eğmişti Cemre. Metehan ise gülümseyerek izliyordu onu. Sanki kısa bir süreliğine de olsa bütün ağrısı geçmiş gitmişti.

Arabaya binip evlerinin yolunu tuttuklarında Metehan hızla gözlerinin önünden geçip giden yolu izleyerek derin düşüncelere dalmıştı. Cemre’yi neredeyse iki yıldır tanıyordu güya. Hakkında fazla bir şey bilmediğini fark etti. Gözünde sürekli canlanan Cemre gerçekte olan Cemre ile hiç de aynı değildi. Ona nasıl haksızlık ettiğini ilk defa fark edip kendinden nefret etmişti. Nasıl telafi ederdi, kendini nasıl affettirirdi; bilmiyordu. Ama bunu bir şekilde yapmalıydı. Onunla konuşmayı öyle çok istiyordu ki… Kalkıp da yanına gidemezdi, onu ayağına çağırmak da hoş olmazdı. Mecburen iki gün sonra pansuman değiştirmesi için gelmesini bekleyecekti. Araya bilirdi de ya da mesaj da atabilirdi amma velakin Metehan bu konuyu Cemre’nin gözlerine bakarak anlatmak, konuşmak, dillendirmek istiyordu. Düşündüğü şeylerden sıyrılıp gerçeğe dönünce kendine gülmeye başladı. Daha üç gün öncesine kadar kızı gördüğü her yerde kaçan Metehan şimdi kendini nasıl affettireceğini düşünüp duruyordu.

İnsanoğlu böyleydi işte. Bir şeyleri kaybetmeden ya da böyle bir olay yaşamadan değerini anlayamazdı. Gerçi… İnsanoğlu bazen öyle bencilleşiyordu ki kaybetse bile anlamıyordu hiçbir şeyin değerini. Dünya böyle acımasız, böyle adaletsizdi işte. Hak edenlere  hak ettiğini vermez, onları hak etmeyenlere bahşederdi. Sonra hak eden beşer, hak etmeyenin onu nasıl çarçur ettiğini izlerdi.

Metehan da öyleydi işte. Bir yıl boyunca Cemre’nin sevgisini boşa harcamış, onu yıpratmıştı. Hayatında ilk defa pişman olduğunu hissetmişti. Oysa ki Metehan pişman olacağı şeyler yapmaktan kaçınmıştı hep ömrü boyunca. O da insandı sonuçta. Diğerleri gibi Metehan da kusursuz değildi ve bir hataya düşmüştü.

╰☆☆ – ☆☆╮

-Ne zaman geleceksin..?

Pansumanın değişme zamanı gelmişti. Geçen iki gün boyunca Metehan, Cemre’ye yazmak ya da aramak gibi bir cesaret girişiminde bulunmamıştı. Ve sonunda pansumanı bahane edebileceği düşüncesiyle yazmaya karar vermişti ama pansunmanın değişmesi ya da değişmemesi umurunda bile değildi. Cemre ile konuşmak istiyordu. Gözlerine bakıp her şeyi anlatmak, anlamak istiyordu. En çok da onu daha iyi tanıyabilmeyi istiyordu. Amma velakin öylesine korkuyordu ki; Ufak bir bebeğin denize girmekten korktuğu gibi… Kanser olduğunu öğrenen bir hastanın ölüm korkusu gibi…

Cemre telefonuna düşen mesaj sesi ile irkildi. O gün hastane çıkışında Metehan’ın bakışları onu öylesine derinden etkilemişti ki, günlerdir ondan mesaj ya da bir çağrı bekliyordu. Gel dese gelirdi, git dese giderdi. O bakışlar ona çok şey anlatmış, çok şeye umut bağlamasını sağlamıştı. Ve Cemre de korkuyordu. O bakışları yanlış anlamış olmaktan, yine boşuna umutlanmış olmaktan…

Telefon ile bakışmasını, düşünceleri ile çatışmasını bitirip cevap verdi.

-Birazdan evden çıkacağım.

-Pekala…

-İstediğin bir şey var mı? Gelirken alabilirim.

-Hayır, teşekkürler. Sen gel yeter.

İkisinin de yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Cemre ne yazacağını şaşırmıştı. Yanlış bir şey söylemekten korktuğu için cevap vermedi. Telefonunu elinden bıraktı, kitabını da masasının üzerine koydu ve hızlıca dolabına yöneldi. En sevdiği kıyafetlerini alıp ütüyle üzerlerindeki kırışıklıkları giderdikten sonra giyindi. Salona geçip anneannesinin yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. Anneannesi gözlerindeki gülümsemeden nereye gittiğini anlamıştı, bu yüzden torununa hiç soru sormadı.

“Anneanneciğim ben Metehanlara gideceğim. Sana söylemiştim ya pansumanı değişmesi gerek diye. Onu halledip geleceğim geç kalmam, merak etme.”

“Tamam güzel kızım, dikkat et kendine.”

Cemre gülümseyerek evden çıktı. Metehan’ın evi çok uzak olmadığı için toplu taşıma kullanmak yerine yürüyecekti. Yol sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu Cemre’ye. Adımladığı kaldırımlar, geçtiği sokaklar, soluduğu hava, her gün baktığı dükkanlar bugün daha farklı görünüyordu ona. Mutluluğundan mı, aşkından mı bilinmez her şey yenilenmiş gibi kusursuz görünüyordu. Bu, Cemre’yi ürkütmüştü. Her şeyi böylesine güzel değil de olduğu gibi, hep gördüğü gibi görmeyi diledi, olması gerektiği gibi…

Ve sonunda Metehan’ın evine ulaşmıştı. Tek eliyle üzerini düzeltirken diğer eliyle aldığı kurabiyelerin bulunduğu poşeti tutuyordu. Derin bir nefes alıp bütün cesaretini topladı. Birkaç salise sonra aldığı derin nefesi dışarı bırakmaya korku Cemre. Gözlerini kırpıştırdı ve kapıyı çaldı. Çok geçmeden Zümra Hanım kapıyı açmıştı. Kocaman bir tebessümle karşılanmıştı Cemre ve karşılığında da en güzel gülümsemesini sunmuştu Zümra Hanım’a.

“Hoş geldin Cemreciğim, girsene.”

Yüzündeki gülümsemeyi salmadan ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi Cemre. Zümra Hanım onu Metehan’ın odasına götürürken elindeki poşeti Zümra Hanım’a uzatmıştı. Odaya girdiğinde Metehan aniden gözlerini ona dikince tekrar kızarmıştı yanakları. Zümra Hanım çoktan onun için, gerekli malzemeleri hazırlamış; masanın üzerine koymuştu.

“Geldiğin için teşekkür ederim,” dedi Metehan, annesi odadan çıkınca. O sırada Cemre, yatağın yanına koyulmuş sandalyeye oturmuş malzemeleri hazırlamaya başlamıştı. Kısa bir süre için Metehan’ın gözlerine bakınca kalp atışlarının hızlandığını hissetti.

“Dediğim gibi, önemli değil; sen iyi ol yeter.”

Cemre hızlıca işine geri dönünce Metehan yavaşça onun elini tutarak durmasını sağladı. “Neden bu kadar acele ediyorsun ki?”

Gözlerini Metehan’a dikti Cemre. Bakışları ona sert görünmesin diye insan üstü bir çaba harcıyordu. “Bir şey mi söylemek istiyorsun..?”

Derin bir nefes aldı Metehan. “Cemre, ben seni hiç tanıyamamışım bunu anladım şu birkaç günde. Beni yanlış anlamandan, kendimi yanlış anlatmaktan korkuyorum. Susmak istemiyorum ama konuşmak da zor geliyor bana. Lütfen beni affet Cemre. Böyle iğrenç bir insan olmak istemezdim. Seni ne denli kırdığımı ne denli yıprattığımı çok iyi biliyorum amma velakin amacım kesinlikle bu değildi, affet beni.”

“Teşekkür ederim Metehan. Biliyorum hiçbir şeyi beni kırmamak için yaptığını. Sadece ben kendi kendime fazla alınıyorum her şeye. Yani tamamen benimle alakalı bir şey bu. Şimdi izin verirsen işimi yapayım…”

Cemre’nin konuyu sürekli savuşturmaya çalışması Metehan’ın canını sıkmıştı. Zorla da olsa biraz kıpırdanıp tişörtünü yukarı doğru çekti. Cemre de malzemeleri hazır ettikten sonra pansuman yapmaya başladı. Pamuğu tam dikişlere değdirdiği sırada Metehan acıyla mırıldanınca hemen geri çekildi Cemre.

“Özür dilerim…”

“Sorun yok Cemre, canım yanmadı bile.” Cemre kendi kendine Metehan’a kızıp pansumana devam ederken Metehan sırıtmaya başlamıştı. Aniden doğrulup iyice Cemre’ye yaklaştığında, Cemre bakışlarını kaçırmamak için zor tutmuştu kendini. Birbirlerine öyle yakınlardı ki, nefes alıp verişlerini hissedebiliyorlardı.

“Seni bir daha incitmeyeceğim Cemre, söz veriyorum bunu bir daha yapmayacağım.” Metehan’ın bakışları, sözleri, ses tonu o kadar güven vericiydi ki Cemre hayatının sonuna kadar dinleyebilirdi bu cümleyi.

Metehan’ın ani hareketiyle canı yanmış olsa da bunu Cemre’ye yansıtmadan onu kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Cemre’nin kolları da yavaş bir refleksle Metehan’ın boynunda kavuşmuştu. Hayallere ve güzel düşüncelere dalmıştı yine anında ve yine aynı ses fısıldadı kulağına:

“Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler: Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşman dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın.”

 

 

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu