DenemeEdebiyat

Ütünün Fişini Çektik mi?

Issız sakin kayalıklarda bir başımayım. Sakin dediğime bakmayın bir dalga sesleri var anlatamam size, nasılda bastırıyor içinizdeki sesleri. Bazı düşüncelere gücü yetmese de uğraşıyor garibim. İşin aslı ne düşündüğümü bende bilmiyorum. Kim biliyor ki bu hayat karmaşasında, kim biliyor? Ben bilmiyorum orası kesin. 

Düşünceden düşünceye atlıyorum resmen. Aklım bu delicesi hengameye nasıl katlanıyor anlamıyorum! Cebimdeki parayı düşünürken bir anda aklıma evdeki Aleo veram’ı sulamadığım geliyor. Neden unutuyorum ki onu sulamayı? Hayır lazım da yani bakım maskesi yaparken kullanıyorum. Sahi bir kuaföre gitsem aslında iyi olur. Ah işte gördünüz mü? Denizin karşısında oturup hayatı sorgulayacak belki kendime yeni amaçlar bulacakken yine bir anda kuaför masrafı çıktı. 

Yok babam haklıymış, benden hiçbir şey olmazmış. Olmuyor kardeşim, tutturamıyoruz bir dikiş. 

Hah konumuz neydi? Düşünceler, hayat gayesi falan. Bu devirde iki dakika ciddi kalsan üçüncü dakika çekip vuruyorlar seni ondan ciddi de kalamıyorum artık. Ciddiyeti birine emaneten verdim ama kışlıklar arasında kaybetti galiba. Neyse aman ciddiyet dediğin nedir, iki ay çalışır alırız. Yani taksitlerimden yer kalırsa. Gerçi bayramda gelecek şimdi, yine masraf olur bayramda. Cidden neden masraf olur? Bayram değil mi kardeşim bu, çık iki dolan panayır olsun, bakın dön. Hayır her sene her sene neyin masrafı neyin şamatası. Ama biz seviyoruz ya gürültüyü patırtıyı. 

Ben mesela kalabalık aile çok severim. Bakmayın deniz kenarlarında buhranlı tiplere bürünüyorum da ailecek bir toplansak saçımı salak saçma bir at kuyruğu yapıp çay bardağımı tabağı olmadan elime iyice oturtup sıcaklığıyla bütünleşir bir de üstüne yetmez koltuktan sallanan bacaklarımı katlar üstüne oturur, sabaha kadar eskileri konuşurum. Ah bir de çekirdek gömdük mü, değmeyin keyfimize. Bittikçe doldurulan çay bardaklarının ve çekirdek çitlemelerinin karıştığı mazi konuşmaları. Tamam edebi sohbetler gibi fiyakalı değil, olamaz da ama samimi ya. Bu sosyal medyada artık kovaladığımız “Samimiyet” değil, has ve has samimiyet. Yerinden alıyoruz vallahi, yüzde yüz doğal, katıksız. Yan dükkandan bal, bu dükkandan samimiyet almadan dönmem eve, o kadar söyleyeyim size.

Neyse çok saçma yönlere girdim yine. Bir susmuyor ki bu iç ses denen velet. Hayır tamam konuş, özgürsün de buda fazla yani. Çok yaşlı değiliz ama gözler yaşlardan artık kırıştı, bir sussan da acımızı bir iki çekip gitsek güzel kardeşim. Tam böyle bir ağlama geliyor, içimdeki velet bana bir anda soruyor “Ütüyü fişten çektik mi?”. Hayır bir dur iki saniye izin ver aksın o yaş sonra yine soracağın varsa sor yani. Gözyaşının da hevesi kaçıyor geri gideceğim diye oradan yüreğime damlıyor. Hayır tamam severim gözyaşını da ne işi var orada? Yüreğe düşüyor “Cızz” diye bir ses geliyor. Böyle mangalda ızgaranın üstüne etleri koyarsın, etin yağları altta kömüre damlar ya, hah tam olarak öyle bir ses. Valla kömürü üşütüyor mu bilmem ama yüreğim üşüyor.

Bu zamanda vücut ısısı ödemekte kolay değil. E ama yürek üşüyünce mecbur açıyoruz o ay. Sonra diğer ay kutuplara dönüyoruz. Neymiş efendim, üşümesinmiş. Pekmez içse üşümez ama dinletemiyorum. Gerçi Allah affetsin o keçi boynuzu pekmezi de felaket bir şey.

Büyük sözü dinlemiyor işte. Bakmayın iyi yapıyor aslında. Çünkü ne zaman büyük sözü dinliyorsan o zaman kendine ait cümlen kalmamış demektir. Varsın dinlemesin kendi sözünü yazsın. Beğenirsem altıma imzamı atarım. Yürek benim sonuçta, ne yapayım? Sahip çıkalım yüreğe!

Dalgalara bakmak mı, içimdeki düşünce savaşları mı yordu bilmiyorum ama yoruldum. Hata bende ama, koy girişe iki tane izbandut gibi adam, ver ellerine bir liste. Yalandan desin gelene “Adınız listede yok giremezsiniz!” diye. Onlar rahat ben rahat. Hayır sonra içerisi cidden gece kulübüne dönüyor. Herkes bir şeyler konuşuyor ama aslında kimse bir şey duymuyor. Önemsizlerde, önemli olanları kıskanıp onlarda konuşuyor. Tam bir kaos ortamı. İçip içip bana sarıyorlar. Ondan adam koymak en mantıklısı.

Dalgalarla birlikte tatlı veledimiz iç ses de azıcık inzivaya çekildi galiba. Evet işte şu an mutluyum. Bom boş, hiçbir şey düşünmeden bak ufuk çizgisine. Düşünme, düşünme…

Çizgi demişken, bu hayatta bir çizgimi koruyamadım gitti. Hayır kardeşim çizgi dediğiniz nedir, dümdüz yürü git işte. Yok olur mu? Miray hanım ayyaş gibi zikzak çizecek. Ben içki içmeyi bile sevmem. Nedir bu sarhoş filozof hallerim?

Güneş ışıkları artık kendini göstermeye başladı. Keşke bugün izin alsa da güneş doğmasa. Yıllık izini de yok ki garibimin. Bir aşağı bir yukarı hop bir de kendi kendine dönsün dursun. Ama bugünlük bir dursun. Lütfen…

Bir gün ya, bir güncük daha fazla bir şey istemem. Güneş doğduktan birkaç saat sonra O’nu toprağa vereceğim. Ama güneş doğmazsa vermem değil mi? Gitmez, en azından bir güncük daha. Ne olur ki bir gün daha kalsa.

Şimdi evde değil gerçi, gidip almam gerek olduğu yerden. Eve getir, yatağını yap falan bilemedim zor işte biraz. Erindim yine galiba. Olur olmaz böyle saçma şeylere erinirim ben. Mesela ben gitmeye erinirdim keşke o da erinseydi. Biraz daha kalacağım diyebilirdi dimi? Demiştir belki…

Güneşte ne güzel doğdu be. Bırakası da yok insanın. Ya da bahanesi bu kadar güzel bir şey olsun istiyor insan. İnsan deyip duruyorum da biraz havalı olsun diye yoksa o kişi benim. Gitmek istemiyorum kardeşim ne var! Ay sonra millet ne der olayı çıkacak. Biliyorum. “Güneş çok güzeldi onu izledim.” desem adeta orkestradan el almış bir ekip “cık,cık,cık” nidalarıyla bütün o güzel bahanemi bahşettikleri eforlarla bitirecekler. Bu bahaneyi kavanoza atıp başka zaman kullanmak lazım. 

Elalemle uğraşmak düşüncelerimle uğraşmaktan daha zor olduğundan ayaklandım. Abiyem izin vermiyordu yürümeme. Ama o inatsa ben daha inadım. Topukluyla kayalıklarda dolanmak anca benim gibi zekinin(!) yapabileceği bir işti. Bu kıyafetle burada ne işim var diye soracak olursanız, sormayın. Karışık biraz.

Eve doğru yürüyorum ama yürüyor gibi de değilim. Uçuyor gibiyim. Hayır sevinçli de değilim bu neyin uçması? “Üzüntüden uçtum şahitlerim var!” demek isterdim de kimse yok. Bunu sanki duymuşçasına güneş iki bulutu yorgan misali çekti üstüne. Bu da bu ara alıngan, anlamadım gitti. Tamam kızma güneşcim sen, bulutlar hatta görünmeyen yıldızlar ve ay şahitsiniz! Deniz sende şahitsin, kayalar sizde. Balıklar sizi de şahit yapmak isterdim ama pek güven vermiyorsunuz. Kusura bakmayın.

“Üzüntüden uçtum şahitlerim de var!”

TK4356 nolu uçuşumuz sona erdi. Üzüntü havayoluyla uçtuğunun için teşekkürler, en mutsuz günlerinizde bizimle olmanızı umarız. Kötü günler dileriz.

İçimdeki anons neredeyse, bakın neredeyse diyorum kıkırdamamı sağlayacaktı ama olmadı. Bir daha ki anonslara çiçeğim.

Evin kapısına varınca koca bir nefes aldım. Hep büyüktü de bu kapı bugün daha da büyük geldi bana. İteledim iteledim de sanki bin ton yük çektim. Ama sonunda açtım bina kapısını. Az bir şey kaldı, ha gayret. Merdivenlerden çıkınca hemen sağdaki daire, bordo kapılı olan.

Sadece 15 basamak çıkacaksın ve o kapıyı tıklatacaksın. O’nu buralarda beklerken öğrendim 15 basamak olduğunu. Tekli basamak olduğunu öğrenince sevmedim hiç. Ben çift sayıları seven bir insanım. Bugünse apayrı bir sevmiyorum bu basamakları. O’nu hatırlatıyor galiba ondan.

Bir gençlik dergisindeki kişilik testine göre çift sayıları sevmem yalnızlığı sevmememden kaynaklanıyormuş. O zamanlar saçma gelmişti ama haklıymış. Yalnız kalmak istemiyorum. Çift sayı varken tek sayı olmak istemiyorum, maalesef bunun için artık çok geç.

Son bir kuvvet nefretlik merdivenleri tırmandım kapının önünde tonla ayakkabı. Bu evde, bu kadar kişi nasıl nefes alıyor diye düşünmedim değil fakat içeridekilerin çoğunun soluğu kesik olduğundan oradan kurtarıyorlardı olayı. Mecalim olmamasına rağmen tıklattım kapıyı. Küçük kuzen açtı. 

E yetişkinler biliyorlar mevzuyu herkes ağlamaya bir kenara çekildi, bu zavallıma anlatan yok tabi aval aval bakıyor etrafına. Kafasını okşayıp topuklulardan kurtuldum. Salona attım kendimi. Dediğim gibi herkes bir köşede ağlanıyor. Birkaç saniyeliğine tüm o yaşlı gözler bana döndü. Yaşlı dediysem ihtiyar değil, bunlar bizi gömer valla. Gerçi gömüyorlar da. Sanki onlara ağlamakta eşlik etmeyince dışlayacaklarmış gibi geldi. Hani böyle arkadaşlarla içmeye gidersin onlar içki söyler sen soda söylersin bakarlar ya tam olarak o bakışlar.

Omuz silkip odama geçtim, odamda banyo olmasını orayı temizlemek zorunda olduğum zamanlar dışında seviyordum. Şu an da o anlardan biri. Duşa girdim, çıktım. Bornozla da hayat sorgulama diye bir şey vardır bilirsiniz. Ona girmemek adına hızlıca giyindim. Aynaya bir bakmak istedim, bir de ne göreyim ölü gibiyim. (O’nun gibi.)

Duştan sonra tam arınmayan makyajımı daha fazla sinirimi bozmaması adına hızlıca temizledim. 

Bu temizleme suları da pahalılaştı bu ara. Sahi ya neden her şey bu denli pahalılaştı. Tek bir şey ucuz oda hayatımız. Hayır bize geliş fiyatı da iyi ruhun ama neden böyle oldu bilemedim. Valla dolar, euro, altın değer kazandı da bir canımız değer kaybetti. Olsun ne yapalım. 

Hanımların dikkatine bundan sonra çocuk değil altına yatırım yapalım! Sonrası zaten muasır medeniyetler.

İstemeden de olsa odamın kapısını açıp çıktım. Karşımda uzunca bir hol var. Sağda iki oda, birisinin kapısı kapalı. (Onun odası) Diğeri annemle babamın odası, akrabalardan birisi çocuğunu sallıyordu. Sessizce ilerledim. Helva kokusu çarptı burnuma.

Severdim aslında, mahallede biri ölsün de yesek diye beklerdim küçükken. Ne kadar kötüymüşüm.  Ama bir kötü geldi bu sefer kokusu. Neden acaba? Odaların sırasında olan mutfağı kokudan dolayı es geçtim. Solumda kalan ev kapısı çok cazip gelse de yapamazdım. Salon şu an çok tehlikeli bölgeydi ama balkona ulaşmam için o ruhlar bölgesinden geçmem gerekiyordu. Hızlanıp bakmadan geçecektim ki halam sarıldı boynuma. Hadi bakalım uğraş dur. Tüm o gözyaşlarını akıttı yeni giydiğim tişörtüme. Ayıp denen bir şey var be kadın. Ayıp! Yalandan bir iki sırtını sıvazlayıp balkonuma geldim. 

Kimin olduğunu bilediğim bir sigara paketi gördüm. Sormaya kalkışmadan aldım bir tane. Lafını da etmezsiniz herhalde, gelmişsiniz helvamızı yiyorsunuz bir dal öldürmez sizi. Eğer öldürürse de bu sefer sizin helvanızı yeriz. E bu işler karşılıklı, bugün bizim helvamız yenir yarın sizin. Altın takma mantığı işte. 

Ne çakal insanlarız ya. Karşılıksız hiçbir işimiz yok, korkulur bizden valla. Küçük balkona çokta sığmayan o masaya iyice yerleştim. Sandalyem yuttu beni adeta. Küllüğü yanıma çektim, çakmağı aldım yaktım. Koca bir duman çektim sigaradan. Ağır ağır çektim, hüzünlü bir solukla attım içinden. 

Duygularımızı da böyle uzaklaştırabilsek keşke. Tek bir nefesle çek ve bütün atmosfere sal uzaklaşsın. Aman o zaman da ozon tabakası vaktinden evvel delinir, suçlu beni bulurlar.  Ondan devam edelim her zaman ki gibi, daha fazla olay kaldıramam. 

Karşımda duran sandalyeler dikkatimi çekti. Baktım, baktım, baktım. Bakakaldım resmen.

O’nu gördüm karşımda. Solumdaki sandalyelerde annem ve babam. Şen şakrak değiliz ama buradayız. Birlikte, hiç ayrılmayacakmış gibi. Ama ayrıldık. Oysa ki yollarımız bir hastane odasında kesişmişti. Sen heyecanlıydın bense tepkisiz, her zaman ki gibi, şimdi ki gibi. Orada ilk beni gördüğünde hissettiklerini bir iki cümle arasında dile getirmiştin ama keşke uzun uzun anlattırsaydım sana. Geceler boyu dinleseydim de sen gitmeseydin. 

Hayır arkadaş iki duygulanacağım yalnız kalamıyorum ki. Balkon kapısında fotokopisinin çekildiğini sanan küçük kuzenim Efe yapıştırmış kendini cama dikmiş gözlerini bakıyor. Hayır güleceğim de ayıp olur. İçeriden “cık,cık” ekibi her an beni yakalayabilir.

Elimle istemsiz gel işareti yapıyorum Efe’ye. İkiletmeden yanıma geliyor, keşke hep böyle olsan Efeciğim. Yaramazlığa gelince dinlemek yok tabi. Bin defa kitaplarımı yırtma dememe rağmen her seferinde yırtan çocuk gel deyince geldi. Şoklar içindeyim. Sandalyeyi oturması için biraz çektim. Ona da oturdu beyefendi.

Bana bakıyor, bende ona. Yaşın biraz büyük olsa romantik bir sahne olabilirdi tatlım ama maalesef değil. Bu bakışmadan ilk sıkılan ben oldum ve sigaramla bakışmaya başladım. Kusura bakma Efe tipim değilsin. 

Ben ne güzel dışarıdan sessiz, içeriden çılgınlar gibi sesli bir şekilde otururken Efe paşa konuşma kararı aldı.

-Neden ağlıyor herkes? Deyip meraklı bir şekilde baktı. 

-… 

-Ve neden ağlayıp helva yiyorlar?

 -…

-Melih abi nerede? Oyuncakların yerini o biliyordu? 

Demesiyle anlamlandıramadığım şekilde bir ürperti geldi. Bende bilmiyorum ki be çocuk nerede olduğunu, bilsem getirirdim. Hala soru soran bakışlarla olduğunu görünce yine içimden konuştuğumu anladım.

-Canım, Melih abin gitti. Deyip yutkunmaya çalıştım ama olmadı boğazımda kaldı sanki.

-Nereye? 

Çok haklı bir soruyla karşı karşıyayım. Yahu bu çocuk ne ara bu kadar mantıklı sorular sormaya başladı. Bir de anlamadığım şey bu olay bana nasıl patladı? Anası yok mu bu çocuğun, neden ölümü ben anlatıyorum? Acaba biliyor mudur? Kazık kadar olmuş canım biliyordur. 

-Öldü o.

-Nasıl yani?

-Bildiğin öldü işte.

-O ne demek?

Buyur birde buradan yak! Kazık kadar dediğim çocuğun beş yaşında olduğunu tam olarak şu an idrak ettim. Gel de anlat bu velede. Melek oldu desem mi acaba? Melek diye arkadaşı vardı o zannetmesin şimdi. Göz koymuş kıza belli, Efe ile ilgilenmeyen ben bile biliyorum.

-Şöyle demek; hani bir oyuncağın olur, hep yanındadır senin ve bir gün gider. Öyle bir şey.

-Kayıp mı oldu yani? E arayalım, neden duruyorlar? Deyip tek kaşını kaldırdı.

Çocuğum sen tek kaşını kaldırabilme meziyetine sahipsin bunu nasıl bilmezsin ya! Hayır söylediklerine bakılırsa mantıklı bir şeysinde. 

-Hayır ablacım, kayıp olmadı. Evet kayıp ettik ama bulamayacağımız bir şekilde. Bir daha gelmeyecek yani. Galiba sende oyuncakların yerini bugün bulamayacaksın. Çünkü dediğin gibi bir tek Melih abin biliyordu.

Düşündü. Merak ettim ne düşündüğünü aslında. O küçücük kafasında neler dönüyor acaba. Bahse varım oyuncakları bulamayacağı için içten içe üzülüyor. 

-Sen niye ağlamıyorsun Miray abla?

Sana ne yavrum! Cacıkta salatalık sende soru mübarek. Sahi ben neden ağlamıyorum? Bazı şeyleri içimde yapmaya o kadar alıştım ki acaba ağlama işini de mi içime yapmaya başladım? Aman böyle hep içime içime, şişerim kız ben böyle. Tüm dert tasanın üstüne bir de kilo eklendi, vur patlasın çal oynasın. 

-Ben değişik biriyim, Melih abinde derdi sana hatırlasana. “Bulaşma aman ona tuhaflık bulaşır.” derdi. Galiba tuhaflıktan ağlayamıyorum.

Tam olarak benim verebileceğim bir cevaptı. Benden başka türlüsü beklenemezdi. Ne! Bir çocuk neden ağlamıyorsun deyince ağlamaya mı başlasaydım? Ağlayamıyorum işte dedim size içimdeki velet susmuyor! 

Efe çok komik bir şey söylemişim gibi güldü sonra gülüşü silindi.

-Bir daha Melih Abiyle beraber oynayamayacağız yani. 

-Evet.

-Peki o zaman arabaları benim olabilir mi?

Ya ben bu çocuğun kanını biliyorum ya. Yeminle bekliyordum böyle bir şey. Aferin ama bende isterdim valla. Bir sürü araba açıkta kaldı. Kursun kendine galeri.

-Evet. Ben hazırlar getiririm sonra size olur mu? Deyince yine güldü. Üzüntüsü bu kadardı işte.

Gör abi gör. Sana ne kadar az üzüldüğünü gör. Sen bu sıpayla iki saat arabalarla oyna o sana iki saniye üzülsün. Emeklerinin harcandığını capcanlı izliyorum şu an. Kalbim paramparça.

Bu arada size söylemedim galiba. Abim öldü benim.

Bir anda yengemin balkon kapısına gelmesiyle iç sessim az biraz susuverdi.

-Efe gel buraya oğlum, yemek yedireceğim sana! 

-Of anne!

-Yürü bakayım! Yengem sana yemek getireyim mi?

-Yok yenge sağ ol. Afiyet olsun size.

Efeyle yengemi de içeri yollayınca, sahibini bilmediğim paket, çakmak, küllük, masa, sandalye baş başa kaldık. Gerçi baya kalabalıkmışız. Etraf kalabalıkta içimiz yalnız be. Geldi kamyon arkası tarafım. 

Cenaze ne zaman kalkacaktı bilmiyorum ama bugün olmadığı kesindi. Yoksa şu an evimizin balkonunda değil mezarlıkta olurduk.

Güneş ne zaman doğdu ne zaman batmaya yazdı anlamadım valla. Bugünü de bitirdik, sensiz.

Az biraz dramatik tarafımda var benim he. Melankolik belki, bilemedin alkolik. Yok ya ben içmem. İçmeme gerek yok, kafam hep güzel. Keşke dıştan olsaydı da içi az boş kalıp rahat olsaydım. Ama abimde en çok bu kafamı severdi. Yanlış anlaşılmasın zekam falan değil, baya kafamı severdi. Gelir ısırır, karıştırır. Neyini beğeniyorsa? Söyle bizde bilelim reis. Sahi söyleyemezsin… 

Kızgınım kendime aslında, neden sormadım bunca soruyu sana? Neden beklemedim tüm cevaplarını. Ya da sorularına neden cevap bulamadım? Sorularının hepsini cevaplayacak zekam yok belki ama denerdim. Valla abi cidden denerdim. Bak daha çok kızdım kendime şu an. Sen benim kızgın hallerime bayılırsın ondan yaptım. Girdim gözüne değil mi abi?

Onu bunu boş ver senin kız ne yapacak acaba? Bu gidip başkasını bulur, evlenir bir de beni davet ederse yolarım baştan söyleyeyim. Bir utanma arlanma olur insanda. Valla ayıptır söylemesi de senin gibi seveni de bulamaz. Beni sevdin oradan biliyorum. Evet çok sevdin.

Yavaş yavaş içeride uğultular kesildi. Gelenler gidenler oldu sesleri duydum ama artık bizi yalnız bırakma zamanıydı.

Saatler birbirini, akrep yelkovanı, ben seninle anılarımı kovaladım. Gece çöktü şehre, sokak lambaları yandı.

Yemek saatimiz ama yoksun ondan dolayı bu ara yemek saati diye bir şey olmayacak. Bunun için üzül, düzenimizi bozdun. Çok da şey etme ama, biliyorsun beni aç kalmaya dayanamam. Annem yemez belki ama kilo versin biraz yaza fit girsin kadın. Babam yer ama tuzu eksik olduğunu anlamaz, giderken yemeğin tuzunu götürdün yanında çünkü. Olsun ya kolestrolü azmasın adamın. Yaşlandı da kabul etmiyor.

İyi insan lafın üstüne derlermiş doğruymuş. Babam geçti karşıma oturdu. E senin de lafını geçirdim gelsene abi. Neyse aman sen kumanda almaya bile kalkmazsın, boş ver.

Önümdeki sigara kutusuna uzandı babam, aldı ve yaktı. Küllüğü ortaladı. Bu bir teklif aslında artık beraber sigara içebiliriz diyor. Anlıyorum ama korkuyorum abi. Kızmasın bana. Şimdi sen olsan kollardın da bilemedim vallahi. Aman içiyorum, biliyordu zaten de bilmemezlikten geliyordu. Ne yapsın garibim. Aldım paketten, yaktım bir tane. Bir mimik bile oynamadı. Ağlamamış oda belli. Babamın kızıyım diyordum hep zaten.

“Gitti vallahi.” dedi ve ağlamaya başladı.

Baba ya dakika bir gol bir. 

-Neden gitti Miray?

-Canı sıkılınca giderdi zaten hep. Deyip ona baktım. 

-Doğru, giderdi canı sıkılınca.

Uzun bir sessizlik ve babamın ağlama sesleri. Ağladı, ağladı, ağladı. Hiçbir şey yapmadım, yapamadım. Bir anda gülmeye başladı. Adam delirdi vallahi. Sana deli derdi abi kendi delirdi, haberin olsun. 

-Seni ilk gördüğünde bir korktu senden.

-Nedenmiş? Neyim var korkulacak!

-Buruş buruştun kızım, ne bilsin el kadar çocuk.

-Doğru diyorsun bende korkardım herhalde.

-Ama kucağına alınca seni böyle bir değişik oldu. Gerine gerine “Abiyim ben artık!” dedi.

-İnşallah egosunu tatmin ederken düşürmedi beni, bir iki böyle şaka yaptı da gerçek olarak düşünmedim hiç.

Bu sefer uzun güldü. Gözlerinde yaşlar dudağında bir gülüş vardı.

-Yok yok. Sana o saniyeden sonra öyle bir baktı ki, bakışı bile değerken sana bir şey olacak diye korktu.

-Edebiyat yapma baba Allah aşkına kedi köpek gibi kavga ederiz biz, ederdik yani…

-Onlar abi kardeş ilişkisinin cilvesi.

-Yemişim böyle cilveyi, kaşımı patlattı benim be.

-Sen hiç ağlamadın, neden?

-Dikişli olmak havalıydı o zamanlar baba.

-Hayır. Bugün için söylüyorum.

Temkinli bir şekilde sormuştu. Cevabımdan mı korkuyordu?

-He Efe’de sordu bugün. Şu küçük velet var ya. Bilemedim ne diyeceğimi. Bilmiyorum, ağlayamıyorum. Çok üzgünüm, üzgünlükten kendimi parçalayacağım ama ağlayamıyorum. 

Sustum. Oda konuşmadı. Küllük doldu ama ikimizde konuşmadık. Annemi de sormadım, içerde ağlayarak uyuya kaldı muhtemelen. Paket bitti, dostluk bitti der gibi ayaklandı bir anda. Bir eliyle omzumu tuttu. 

“İyi geceler kızım.” dedi ve içeri gitti. 

İkimizde uyumayacağımızı biliyorduk ama yine de iyi geceler dedi. Bir ümit belki geçer diye.

Bir iki derin soluk aldım. Bende ayaklandım artık odama doğru. Çıkarttığım kıyafetleri toparladım. Yatağımı açtım. Uzanamadım da oturdum öylece. 

Halıya kitlendim, karnesi kötü çocuk gibi. Ayak parmaklarım altta kalanın canı çıksın oynadı, azar yiyen çocuk gibi. Sanki sonra ki hamlesi unutulmuş bir oyun karakteri gibiydim. Hiçbir şey yapmıyordum, yapamıyordum. Derin nefes almak için kafamı kaldırırken komodinimin üstünde bir zarf gördüm. Kaşlarım çatıldı istemsiz. İçini açtım heyecanla, o’ndan bir mektup gibi. Değildi. 

Haftaya olacak olan ve benim gitmek için can attığım fakat babamın izin vermediği konserin biletleriydi. Almıştı, götürecekti beni. Eğer ölmeseydi. İşte o an bir şey oldu ve ben hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ama durduramıyordum. 

Yine beni düşünmüştü. Gidecektik beraber, eğlenecektik. Bir iki bira içip omuz omuza şarkılar söyleyecektik, ölmeseydi. Beni arkadaşımın düğününden almaya gelmeseydi belki de ölmeyecekti. Ya da ben bunlardan bir haber abim gelmedi hala diye çemkirmeyecektim. O telefonu ambulanstaki kız açmayacaktı. Eğer ben araba kullanmayı öğrenseydim olmayacaktı. Gerçi bırakmazdı alırdı o saate beni, alamadı.

Hala neden kendimi ilk abimin yanına değil de kayalıklara attığımı bilmiyorum. O halde görmek istemedim onu galiba. 

Bu ailenin soğuk nevalesi bendim çünkü o değil. Sessiz kalanı o değil bendim. Telefonu hep neşeli açan oydu ben değil. Ben şimdi onu arayamayacağımda. Neyse çok konuşuyordu zaten dakikalarım hep ona bitiyordu. Bir de çok güldürüyordu beni telefonda, ben güleç biri değildim. 

Yatağımın ortasına doğru kıvrıldım, ellerimdeki biletleri göğsüme bastırıyordum. Gözlerim gözyaşlarından nemli nemli kalmış, o şekilde kurumaya çalışıyordu. Onun işi de zor. Cilala parlat! Üşüyordum ama ruhen üşüyordum. Gözlerim saçma sapan dalıyordu bir yerlere. 

İçimdeki velet kıpır kıpır bir şey söylemek için bekliyordu. Dedim konuşsun bari ne diyecek. Sadece üç kelime söyledi:

-Ütünün fişini çektik mi?

İlgili Makaleler

4 Yorum

  1. Bu kadar güzel bir anlatım olamaz, okudukça okuyası geliyor insanın. Elinize,emeğinize, yüreğinize sağlık. Tebrik ederim 👌🏻🤍

  2. Sizi okumayı özlemişiz, ne güzel güne başlamak sizinle 🌸 elinize, emeğinize sağlık daha sık bekliyoruz 💜

  3. Yer yer göz yaşlarıma engel olamadığım, hem güldürüp hem ağlatan çok etkileyici bir yazı olmuş. İnsan okurken kendini kaybediyor. Bitirdikten sonra tekrar okudum otobüste, yurtta, okulda ama hâlâ üstümden atamadım bu hissi. Çok teşekkür ederiz bu güzel yazı için kaleminize sağlık👏🥲🎀

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu