
Umutsuzluk çerçevesi içinde boğulan Dünya!
Acı haykırışların, tatlı tatlı unutulmaya mahkûm bırakıldığı Dünya…
Duy sesimi!
İsyanım sana.
Duy sesimi!
İsyanım, içinde kalbi nasır tutmuş insanlığına!
Kaç kadınımız daha huzur dilendiği senden vicdansızca göçüp gitti, gördün mü?
Kaç küçük beden, acılara göğüs germek zorunda kaldı, hissettin mi?
‘Yeter artık’ dedikçe, kanı bozuk insanlığın yetmediğini işittin mi?
Büyüdükçe insanlığın yok olduğu Dünya!
Kırgınım sana.
Öfkeliyim de bir o kadar…
Biz öfkemizi yazarak tasvir ederken, kim anlattı bu insanlığa can almayı?
Kim gösterdi her türlü şiddetin varlığını?
Dışı insanı içi insanlığı yakan Dünya!
İsyanım, içinde büyüttüğün insanlara…
Ne hayalleri ne umutları olan milyonlarca yüreklerin, bir hiç uğruna Yaradan’ın değil de ‘bizim insanımız’ dediğimiz varlığın, can aldığı Dünya…
Ne zaman bitecek bu kin, bu öfke? Ne zaman insanlığın içine baharlar serpilecek? Ne zaman insan olmaktan onur duyacağız?
Bizler iyi insan olmaya çalıştıkça, ne zaman bitecek bu insanlıktan payını almayan insancıklar!?
Çocuklarımıza çiçek bahçeleri sunmamız gerekirken, kan kokulu parklar bırakma eylemi ne zaman bitecek?
Bağıra bağıra susturulduğumuz Dünya!
Biz beceremedik insanlığı, sen bizi hatırla.
Hey koca Dünya!
Biz sığdıramadık insanlığımıza vicdanı.
Sen insanımıza vicdanı tanımla.
İçinde hala yaşadığımız Dünya!
Biz ‘insan’ olamadık, sen bize insanlığı aşıla.
İsyanım sana değil Dünya, içinde büyüttüğün vicdansız insanlığa!..