DenemeEdebiyat

Hep Böyledir

Kalemimin en güzel onu yazacağını sandığım bir an vardı. El ele tutuşup uyuyunca, ikimizinde aynı rüyayı göreceğimizi sandığım. Öğrendim ki o an, kaderin bütün ışıkları kapattığı an olurmuş hep. Ve insan da ancak karanlıkta kalınca anlayabilirmiş ışığı. Nasıl bir deliğe tıkıldığını, ne kadar sıkıştığını, ne denli kırıldığını.

Ama hep böyledir. Oturur insan akşam üstü bir vadinin kızılında, durur bir gün doğumu serinliğinde uçan havalı balonlarla, sevişir oymalı taş duvarların kıyısında, ama unutur da hepsini bir ayrılığın esnasında. Hep böyledir. İnsan nefesi olmadan kalır sonunda, güller susuz, kaktüsler mutsuz, papatyalar sönük ve lavantalar boynu bükük kalır.

Deniz kabukları çıkarmıştı oysa bana derinden, ben de sandım ki gitmez beni bu kadar çok severken. Lakin şimdi, sahip olduğum acıyı anlatabilecek tek bir sözcük yok lügatımda, beni mutlu kılabilecek tek bir ayrıcalıklı duygu, beni öldürmediğine ikna edebilecek tek bir bulgu yok. En kötüsü de onu geri getirebilecek herhangi bir kurgu yok artık hayatta.

İçimdeki her ölüşüne bir beyaz saç teli konduruyorum bugünlerde. Her ne zaman düşünsem, gidişine bir ay yas ilan ediyorum. Zaten ben ne zaman sevsem birini, hep kaybediyorum.

Rengi solunca hafızamda gözlerinin, sobadaki kestane pişmeyip yanınca, limonlu dondurma eriyip kalınca, aldığın nar gülmeyi unutunca ve mutsuzluk her geçen gün ikiye katlanınca, sonsuz olmasını umduğun bir veda anının bile tesiri dokunmuyormuş demek ki. Zaten onca yaşanan da belki sadece rastlantı eseriydi.

Tepelere çıkıp yüksekten bakınca bir şehre, en büyük sevda bizdeki sanıyormuş insan. Çakılınca da yere anlıyormuş ki, onu tutup kaldıracak eller klavyede gördüğü eller değilmiş artık. Ne bileyim? Boncuklar takınca koluma, aynalar kondurunca duvarıma ve lambalar döşeyince tavanıma, sandım ki izlenecek çok film, okunacak çok kitap, gidilecek çok yer ve tadılacak çok yemek vardır daha.

Ama hep böyledir. Önce aklı karışır insanın, sonra gözyaşı sümüğüne, sonra da kalanla giden karışır. Hep böyle olur, önce biz olur insan, sonra birbirinin, sonra birbirinden olur. Hem zaten ne ederdi ki onunla ben toplanınca. Ben sütlü severdim çikolatayı, o bitter, o et yerdi restoran da, ben ciğer ve ölçüsü miktarsa eğer, ben onu çok sevdim, o beni eser.

Yalın ayak koşardım da yolunda görmedi dikenleri, ama doğru, o da hiç bilmedi gidenleri. Üşengeçtim halbuki, onca zaman sonra bir tek onu sevmeye üşenmemiştim. Fakirdi, çoraktı toprağım, onunla zenginleşmiştim. Hırçındım aslında ama o olunca dingindim. Korkusuzdum dörtnala ama onu kaybetmekten tedirgindim.

Yıldızların parıltısına kanıp unuturmuş insan kayabileceğini. Kayınca da ansızın, esirgermiş dileğinde birbirini. Bu yüzden şimdi onunki basit bir ayrılık hikayesi, benimkiyse zorlu bir hayatta kalma mücadelesi.

İncinmedim sayıyorum, incitmedi sayıyorum. Elbet bir gün yeniye dönünce ay ve akla düşünce her detay, herkes payı yaşattıklarından alır diye umuyorum. Çünkü  ne kadar eksilmişse bir insan, zaman onu tamamlarmış an be an. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Pazar gününde ölmek isterdim, uğrayabilsin diye sırf, hem zaten giymemiştim öldürebilsin diye zırh. Hatırlıyorum nasıl gelirdi çat kapı ve nasıl giderdi zamansız ve yoruluyorum düşündükçe nasıl katlandım onca zaman cevapsız.

Traşı gelmişti saçlarının onu son görüşümde. Onunla içilen sigaranın dumanı odada esmeyince, onun parfüm kokusu üzerine geçmeyince ve uyanılan bir sabah abdest gerekmedikçe, yine anladım ki kirlenmek bile eksik kalıyormuş usulünce. Teni bile gocunur oluyormuş insanın mis kokmaktan yeterince.

Anladım ki tozlanmışız, ondan biriktirirmişiz mendilleri. Kutulara kaldırmak için kurutmuşuz çiçekleri. Ve bir gün reyonda görünce simitleri bırakmışız yadırgamayı, kabullenmişiz gariplikleri.

Şimdi her beyaz araba onunki, her dinlenen şarkı dertli, kitaptaki her cümlenin altı çizili. Önce evimi taşıyıp sonrada taşınınca evimden temelli, aransa da bulunmazmış yaralara teselli. Ve pişman da olunurmuş vazgeçtiklerinden, saklayacak bir şeyim yok, vaziyetim ulu orta, vaziyetim besbelli.

Lezzetsizmiş öğünler altında yokken ayakları masamın ama çözülmezdi de düğümler kalp artık öyle yorgun, kırgın, dargın. Oysa onun farları beyazdı bilirdim, yolun kenarındaki tabelaya yansırdı, onun yürüttüğü yollar parlaktı bilirdim, geçince gözlerim kamaşırdı. Ama acıtacaktı emindim, onun tarzıydı korkak olmak, onun planları aşarıydı. Onun zamanı bol, benimkisi kısıtlıydı.

Islaktı zemin ama kaymadık. Ufaktı pencere ama zorlanmadık. Nadirdi acılarımız ama utanmadık. Bu yüzden bekledim resmiyeti yayımlanana kadar ayrılığın, bu yüzden çekti fincanlar özlemini varlığının. Ve bu yüzden yoksundu düşünceler öneminden saklamanın.

Ceplerinde hep güzel  şeyler olmazmış insanın, hep güzel şeyler bulunmazmış kesesinde. Ve bir keresinde cinayet silahımı gördüm bir öldürme hevesinde. Haykırmıştık oysa ki her kasiste sevdiğimizi delice, aşmıştık her engeli birlikte, başarmıştık asice, kazanmıştık her oyunda ikimiz de adilce.

Ama dedim ya hep böyledir. Birini yazabilmek için hep bitmesi gerekir. Hep böyledir. Yeniden dirilmek için önce ölmek gerekir. Şimdi kimin sakızının falında çıkar bilmiyorum, kimin için kozalak toplar bilmiyorum, kiminle saatleri yakalar bilmiyorum. Kiminle eşlik eder şarkılara, kiminle uzanır ormanda, kim hazırlar ona kumanya bilmiyorum. Çünkü yok. Çünkü artık yok. Ne evimin neşesi, ne o yumaşacık pamuk teni, ne boynunda biten beni. Ne benim halim artık düşleyecek, ne onun hali çarçabuk gelecek, ne de bizim evde ondan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu