
Eğer bir kuş ölürse içimin düzlüklerinde,
Artık gök kubbeyi yerinde tutan bir şey kalmayacak;
Dünyanın temelleri yerinden oynayacak
Ve en güzel hisler tüylerle boğulacak…
Eğer sen de gidersen içimin şehirlerinden
Şehirlere tutsak kadınlar, ölecekler özgür kalamadan
İçten içe patlayacak her biri başarılı kumandan
Bir hissi yönetememiş olmanın utancından…
Eğer çocukluğumu kaybettiysem içimin sokaklarında
Sokaklar yanacak, limanlar kuru, yük gemileri susuz kalacak…
Penceremin altındaki sardunyalar gözyaşlarımla solacak
Ve en güzel hislere, en kuru yapraklar mezar olacak…
Eğer, diyorum, çok sevmek yerine güzel seversen
Merdiven olur sana, benim gök kubbem,
Şehirdeki tutsak kadınlar kulun-kölen…
Gemiler içimden geçer, sardunyalar uzun yaşar
Sen çok sevmek yerine güzel seversen…
Güzel sev sen,
Zaman geçmeden…
Eğer bir ben ölürse içimin saraylarında,
Yalnızlık en büyük yankı olur
Çığlığım ağzımdan çıktığı anda
Çarpa çarpa içimin duvarlarına
Dönüp dolar yine kulaklarıma…
Eğer ben bir geri adım atarsam içimin basamaklarından,
Basamaklar yosun tutar ve kayıp düşerim
Rüyalarımın tersi çıkmaz ve kaybolur düşlerim
Biz ne zaman ölmüşüz ve ne zamandır farkında olmadan yatıyoruz
İşte, şu senim; şuradaki beyaz da benim mermerim…
Eğer bir gün kovulursam, içimin cennetinden
Babam gelir, kurtarır beni bilirim.
Oysa öyle de zordur ki baba olmak…
Ben daha yeryüzüne inmeden bana söylediği şeyleri hala duyuyor gibiyim:
”Kusura bakma kızım, ben de buralarda hiç mutlu değilim,
Ama emin ol, ben seni herkesten çok severim.”
Eğer babam olmasaydı,
Kazara rotamı şaşırıp da indiğim şu dünyada
Zaten hiç kimse tarafından asla sevilmezdim
Bir de bilemezdim, hayatı incitmeden nasıl yaklaşacağımı
Bir kuşun başını hangi parmağımla okşayacağımı
Ve kanayan yerlerimi ani bir kararla kesip atmayı
Asla beceremezdim…
Eğer, içimin tanrısını terk edersem, ölürdüm pişmanlıkla
Ve yüzüstü bırakıp gittiğim Tanrıyı ağlaya ağlaya
Yeniden çağırmak istedim dün gece hayatıma…
Yeryüzünü çekip çevirebilecek güçte ise,
Ancak bir kadın olmalıydı bu Tanrı Baba!
Ay Dede, yeryüzünü aydınlatabilecek kadar parlak ise,
O da bir kadındı mutlaka…
Sahip olduğum tüm sembolleri döktüm yoluna
Yine de cevap alamadım yakarışlarıma…
Aldırış etmeyecek kadar umursamaz ise,
Sadece kadın olabilirdi şu Tanrı Baba.
Aldırış etmedi feryatlarıma…
Eğer günahlar işletirsem içimin şiirlerine,
Hatırla,
Şiirin günahı bile mübahtır esasında,
Hatırla,
Hepimiz ölecek yaştayız
Henüz beş dakika önce doğmuş olsak da…
Eğer taşlar doldurursam ben, içimin kuyularına,
İçimi temizlemiş olur muyum sevgili?
Kuyuya düşen birinin canını acıtır mı taşların yankısız sertliği?
Gözlerim de sığar mı o kuyulara
Bulabilir miyim eğer ağlarsam,
Gözyaşlarımı sığdıracak yeri?
Eğer ben bir bitki koparsam içimin saksılarından
Aklımla birlikte kaçar bir kızıl turna,
Göç eder, küser dumanlara, alıp başını gider uzaklara…
Sıkıntıdan kavurup sakladığım unlar dönüşür ilk hallerine, tarlalarımda…
Oysa birileri illa ki ölür, ne zarar var tedbirli olmakta?
Gözlerini eksem saksılara…
Akreplerin zehirli iğnelerini tuttursam sesini,
Bıraksam sağanak duyguların altında,
Görebilir misin sen de o zaman kalbimi?
Sana yazdığım tüm şiirler, destana dönüşmeye meyilli…
Sana geldiğim her sokak çıkmazlara eğilimli,
Ben, ki bir zırdeli, bilinçli delinin teki
Kimsenin ”Aklı Selin” demediği,
Yine aynı zamanlarda, aynı hataları yapar
Yeniden büyük bir aşkla severim seni…
Selin’S