EdebiyatHikaye

Bir Hayal Meselesi

Başlamadan önce küçük bir not: Hikâye onlara ait olmasa da yazarken bana ilham olan manevi ablam Şeyma’ya ve İbrahim Ağabey’e teşekkür ederim. Hep mutlu olun. 🙂

İlçe çarşısına yaklaştığımda arabayı kenarda ki bir dükkanın yanına bırakıp biraz ileri de taş duvarlarından sarmaşıklar ve begonviller uzanan evlerin olduğu dar sokaktan ilerlerken yılların nasıl da geçtiğini anlamak mümkün değildi. Şimdi bu dar sokakta ilerlerken içimde ki o küçük kız da benimle birlikte yürüyordu. Oldukça uzun bir aranın ardından bugün yeniden burada yanımda benimle birlikte ilerleyen küçük Şeyma ile birlikte yürüyor olmak beni o eski güzel günlere götürüyordu.

Dar sokağı geçip de çocukluğumun geçtiği o sokaktan içeri adım attığımda çevremde ki evler sanki bir an da boyut değiştirmişti. Yeniden o eski hallerine bürünüvermişlerdi birden bire.

O her zaman görmeye alışkın olduğum insanların meraklı ve acıyan bakışlarına maruz kaldım.

Neler oluyordu?

Yeniden etrafa bakındığımda elimi bir adamın tuttuğunu gördüm. Bu sıcacık eller bana çok tanıdık geliyordu. Başımı kaldırıp baktığımda hüzünlü bir tebessümle bana bakan dedemi gördüm. Kırışmış kahverengi nemli gözleri ile bana bakıyordu. Diğer elinde de benim küçük valizim vardı. Yol boyunca ilerlerken dükkanların camekanlarından birinden kendime bakıyordum.

Şu an ki ben değildim.

Yıllar önce buraya ilk kez gelen, anne ve babasını kazada kaybetmiş, gözlerinden hala yaşlar boşanan, şimdi ne yapacağını bilemez bir halde ki küçük Şeyma. İçinde bulunduğum zamandan uzaklaşmış uzaktan kendime bakıyordum. Dedemle birlikte birazdan büyük Bahçeli taş evin kapısından içeri girecektik.


“Bak işte şu ileri de ki büyük bahçeli taş ev benim. Uzun yıllar geçti tabii çok hatırlamıyorsundur sen. En son sen beş yaşındayken falan gelmiştiniz. Ama olsun bundan sonra artık orası da senin evin.”
Dedesi Osman bey konuşurken Şeyma içinde ki sessiz çığlıkları ile sadece yere bakarak dedesinin elini sıkıca kavramış yürüyordu. Onu duyuyor ama anlamıyordu. Her şey o kadar ani gelişmişti ki. Arabayla akşam ilerlerken sarhoş bir sürücünün arabalarına çarpması sonucunda kendini bir an da hastane odasında buluvermişti.

Gözlerini açtığında aklında sadece anne ve babası vardı.


Etrafına bakındığında doktorların telaşla onları hayata döndürme çabalarını gördü. Onlar son nefeslerini verirken çaresiz onlara doğru koştu. Artık yapayalnız kalmıştı. Henüz on üç yaşındaydı.


Anne ve babasından başka tanıdığı bir akrabası yoktu. Ama birkaç gün sonra ellili yaşların sonlarında, göz altları çökmüş, yer yer saçları kırlaşmış koyu kahverengi gözlü orta boylu bir adam çıkageldi. Bu Şeyma’ nın dedesi idi. Başka bir tanıdıkları olmadığı için Şeyma artık dedesi ile birlikte kalacaktı.


Telaşla gözlerinde ki yaşı silerek Şeyma’ nın hastane koridorunda oturduğu kahverengi sandalyenin yanına ilişti. Ona kocaman sarılıp,

“Merak etme sen artık yalnız değilsin. Bundan sonra deden hep senin yanında olacak.” Dedi.


Birlikte otobüse binip Seferihisar’ a doğru yola çıktılar. Uzun bir yolculuk onları bekliyordu.

“Seni arabayla alacaktım ama tamirde. Bu yüzden otobüsle gideceğiz.”
Şeyma usulca başını sallamakla yetindi. Daha sonra başını otobüsün camına yaslayıp içini çekti. Bir süre sonra ağlamaktan yorgun düşen gözleri usulca kapanmaya ve uykunun kollarına teslim olmaya başladı. Saatler süren yolculuğun ardından Seferihisar’ a geldiklerinde Osman Bey, Şeyma’ yı uyandırdı.

“Haydi bakalım inme vakti geldi.”
Dedi usulca. Belli etmemeye uğraşıyordu ama onun da içinde evladını yitirmenin verdiği büyük bir acı vardı. Şeyma ses etmeden oturduğu koltuktan kalkıp dedesini takip etti.

İşte yaşayacağı yeni hayatına ilk adımlarını böylelikle atmıştı.

Osman Bey bir eline Şeyma’ nın valizini almış, diğer eli ile de sıkıca kavradığı Şeyma’ nın elini tutuyordu.
Çarşı boyunca dükkanların, kalabalığın arasından ilerleyip nihayet o evlerinin bulunduğu dar sokağa girmişlerdi. Pencerelerden ya da sokaktan bakan kadınların ve çocukların bakışlarına maruz kalmak Şeyma’ yı daha bir içe kapanık yapıyordu.
Neden sonra dedesinin elini daha çok sıkmaya başladı. Ondan güven alıyordu.

Biraz sonra büyük taş duvarlı bir bahçeye geldiklerinde Osman Bey çıkardığı anahtarıyla demirden mavi bahçe kapısını açıp geçmesi için Şeyma’ yı yönlendirdi.
Girişte onları sarmaşıklar ve çiçekler karşılıyordu. Çok da uzun sayılmayan taş yoldan ilerlerken başlarının biraz yukarısında asmalar vardı. Biraz ileri de ise onları mavi panjurları olan iki katlı beyaz bir taş ev karşılıyordu. Evin arka bahçesinde ise birkaç meyve ağacı bulunuyordu.

Şeyma buraya yıllar önce gelmişti.

Küçükken dedesi ona arka bahçede bir salıncak kurmuştu. Her gün gidip orada sallanırdı. Aklında kalan sanırım tek anı da buydu. Ama şu an da ne salıncak da sallanmayı ne de herhangi güzel bir anı ya da bir şeyi düşünebiliyordu. Hala o kazanın etkisin de anne ve babasının yokluğunu yaşıyordu. Sanki kötü bir kabustan uyanmaya çalışıyor ama bir türlü uyanmayı başaramıyordu.
Dedesi eve geçerken o girmek istemedi. Taş basamakları oturup saatlerce orada bekledi. Öyle ki dedesinin yemesi için yanına bıraktığı yemeği bile fark etmiyordu.


Olduğu yerde uyuklamaya başladığında Osman Bey onu ürkütmeden yavaşça kucağına alıp onu üst katta hazırladığı odaya çıkardı. Yıllar evvel buraya geldikleri zamanlar da ona bu odayı verirdi. Durum böyle olunca da yeniden odayı hazırlamıştı.

Bu sayede belki de kendini evinde hissedecekti.

Gece ise kabuslarla geçmiş uykusunda anne ve babasını sayıklayarak uyanmıştı. Gözlerinden yaşlar boşanırken odaya dedesi girdi. Kucağına aldığında, “Annemi istiyorum.” Dedi.
Bir çare onu daha sıkı sardı. Ama bu öyle kolay atlatılacak bir durum değildi. Kendisi de biliyordu onun bu acısını dindirmenin kolay olmadığını fakat elinden ne gelirdi ki.
Ertesi gün Osman Bey’ in lokantayı açması gerekiyordu. Bir süredir olan borçlarını kapatması satışlara bağlıydı.

Hem artık Şeyma vardı. Onun için de para kazanması gerekiyordu. Kendisi bir şekilde geçimini sağlıyordu ama artık torunu da onunla yaşayacaktı.
Kahvaltı hazırladıktan sonra gidip Şeyma’ yı uyandırdı. Zorlu geçen bir gecenin sabahında onu yalnız bırakıp gitmek istemiyordu.
“Belki hatırlıyorsundur benim bir lokantam var. Bugün açmam gerekiyor sen de benimle gelmek ister misin?”


Şeyma başını olumsuz anlamda salladığında onu zorlamamaya karar verdi.
“Tamam ama eğer sıkılırsan evde telefon var yanında da lokantanın numarası yazılı. Hemen beni ara gelirim. Bak arka bahçede ki salıncak da hala duruyor.”
Sakince masada oturmuş bir noktaya odakladığı gözleriyle sessizliğini korurken Osman Bey masadan kalkıp lokantanın yolunu tuttu. Onu evde yalnız bırakmaya içi el vermiyordu.


Şeyma birkaç gün boyunca dedesi ile çok nadir konuşur oldu.

Bazen bahçeye çıkıp saatlerce salıncakta oturuyordu. Dedesi geldiğinde ise sessizce masaya kurulup yemekten biraz yedikten sonra yeniden çıkıp bahçede ki çardakta oturuyordu.
İlerleyen günlerde ise durum değişmeye başlamıştı. Günlerdir çok nadir konuşan Şeyma bir sabah dedesine onunla gelmek istediğini söyledi.
“Dede ben de seninle gelmek istiyorum.”
Tam kapıdan çıkacakken duran dedesi yüzünde büyük bir tebessümle, “Haydi bakalım dışarı da bekliyorum seni.” Dedi.


Artık evde olmaktan sıkılmıştım. Dedemle birlikte lokantaya gitmek istiyordum. Çok fazla hatırlayamasam da orayı sevdiğimi düşünüyorum.

Hatta annem yemek yapma sevdamın o günler de başladığını söyler.

Evde kendi kendime dedemin yaptıklarını taklit edermişim. Biraz daha büyüyünce de annemle birlikte yemekler ve tatlılar yapmaya başlamışım.
Sokakta dedemle birlikte yürürken sanki buraya ilk kez geliyormuşum gibi geliyordu. Yıllardır gelmediğim için hatırlamakta güçlük çekiyordum. Hem nasıl hatırlayacaktım ki. O zamanlar çok daha küçüktüm.
Sabah güneşinin ilk ışıkları kendini gösterirken esnaflar dükkanlarını henüz açıyordu. Dalgın dalgın etrafı izlerken nihayet dedemin lokantasına geldik.

Üzerinde kocaman harflerle “OSMAN USTA’ NIN YERİ” yazıyordu.

Camekanda da yemek resimleri vardı. Lokanta çarşının biraz daha gerisinde O dar sokakların biraz ilerisinde kalıyordu.


İçeri adım attığımda masalar sandalyeler toparlanmış duruyordu. Dedem sandalye ve masaları düzenlemeden önce eline bir kova su ve süpürge aldıktan sonra yanıma geldi.
“Bana yardım etmek ister misin?”
Şaşkın şaşkın dedeme baktıktan sonra uzattığı kovayı ve süpürgeyi elime aldım.
“Sen buraları süpürmeye başla ben de gidip yemekleri hazırlayayım.”
Az ilerideki tezgahın arka tarafında açılan mutfak kapısına ilerlerken ben de yerleri silmeye başladım. Nihayet yerleri silme işi bittiğinde sandalyeleri masaların çevresine yerleştirdim.


Dinlenmek için bir süre oturduğumda dedem hala mutfaktan çıkmamıştı.
Beklemekten sıkılmaya başladığımda merakla ayağa kalkıp tezgahın arkasında ki mutfak kapısına ilerledim. Kapıyı hafif araladığımda dedem önünde ki soğana odaklanmış doğruyordu. Diğer yandan da ileri de ki büyük çorba tenceresini karıştırıyordu.


Biraz daha aralayıp ağır adımlar ile kapıdan içeri girdiğimde burnuma gelen koku o kadar tanıdıktı ki.

Gözlerimi kapayıp açtığımda o hissi bir kez daha yaşadım.

Elimde dedemin kepçesi mutfakta koşturuyorum. Benim yüzümden dedem bir türlü yemeği pişiremiyor. Bir yan da annem diğer yanda babam beni yakalamaya çalışıyor. Dedem ise benle ilgilenmiyormuş gibi tezgahın başında sebzeleri doğruyor.

Sebzelerin kokusunu şu an bile alabiliyorum sanki. Dedem sebzeleri el çabukluğu ile doğrarken adeta büyülenmiş gibi onu izliyorum. Hızla yanına gidip tezgahın üzerini görmeye çalışıyorum ama boyum o kadar kısa ki bir türlü uzanıp da tezgahın üzerini göremiyorum.
Annem elinde bir sandalye ile yanıma yaklaşıp beni üzerine çıkarıyor. Dedemin o sebzeleri doğrayışını izlerken kendimi izlemekten alamıyorum.

Sonra sebzelerin O yağda kavrulurken ki kokusu tarif edilemezdi.


Gözlerimi kapayıp o güzel kokuyu içime çektiğimde o kadar gerçekçiydi ki. Derken dedemin sesi ile irkilip, kapadığım gözlerimi bir an da araladım.
“Şeyma yerleri silme işi bitti mi?”
“Ne?”
“Çorbanın tadına bakmak ister misin?”
Daldığım anılardan sıyrılıp büyük tencerenin başında duran dedemin yanına ilerledim. Çorbadan bir kaşık aldığımda ağzıma baharatlı güzel bir tat yayıldı.


“Tadı çok güzel ama sanki bir şey eksik gibi.”
Dedem bana şaşkın bakışlar atıp çorbadan bir kaşık aldığında tuhaf bakışlar atıp, “Her zaman yaptığım çorba işte.” Dedi.


Etrafa bakınıp biraz nane ve baharat aldım. Sonra küçük bir tava alıp gaz ocağının başına geçtim. Yağda sos hazırladıktan sonra bir kaseye çorbadan katıp denemesi için ona uzattım. Şaşkın şaşkın bana bakıp çorbadan tattığında yüzünde belirsiz bir ifade ile yeniden bana döndü.
“Bunu yapmayı nereden öğrendin?”
“Kötü mü olmuşolmuş? Ara sıra evde annemle farklı tatlar deniyorduk. Yemek yapmayı seviyorum.”
“Bunca yıldır bu çorbayı yaparım ama hiç bu şekilde denememiştim. Aferin sana. Gayet lezzetli olmuş.”
“Babam bu yönümü senden aldığımı söylerdi. İlk kez buraya geldiğim zamanları biraz hatırlıyorum. Burada sevmiştim yemek yapmayı.”


Dedem bana belli etmemeye uğraşarak göz yaşlarını silerken mutfaktan çıkıp masaların olduğu bölüme geçtim. Hava almak için dışarı çıktığımda benimde gözlerim doldu.

O günden sonra dedeme lokanta da çıraklık yaptım.


Her sabah erkenden kalkıp lokantanın yolunu tuttum. Yerleri siliyor masaları yerleştirip, baharatlarla turşu kavanozlarını masalara yerleştiriyordum.


Yaz ortasında olduğumuz için yapacak daha iyi bir seçeneğimde olmadığından dedeme yardım ediyordum. O gelene dek bütün işleri halledip, öncesinden sebzeleri doğrayıp büyük kapların içine alıyordum. Ben onlarla uğraşırken dedem de çoktan gelmiş oluyordu.


Ara sıra ona yemekle ilgili fikirler bile veriyordum ama tabii mutfak onun olduğu için beni oradan uzaklaştırıp başka işlerle meşgul olmamı istiyordu. Halbu ki müşterilerin geleceği vakte kadar ben bütün işleri bitirmiş oluyordum.


Sonuçta aşçı oydu. Bu yüzden dediğini yapıp lokantanın önüne bir tabure koyup boş boş oturuyordum.
Ama sonra bir bakıyordum dedem güya çaktırmadan öne sürdüğüm fikirleri uygulamaya geçirmiş oluyordu. Ben de anlamamış gibi yapıp ona ayak uyduruyordum. Zamanla buna da alışmıştım. Geleli neredeyse bir aydan fazla bir zaman olmuştu anne ve babamın yokluğunu eskisi kadar hissetmiyordum ama aklımdan da hiç çıkmıyorlardı.

Bir yanım hep eksikti.

Böyle zamanlarda dedemin geçen günlerde, on dördüncü yaş günümde, hediye ettiği mavi bisikletimi alıp deniz kenarına gidiyordum.
Bir gün dedeme gidip benimle birlikte deniz kenarına gelmesini söyledim. Akşam çardakta oturmuş çayını yudumluyordu. Gün içerisinde hava epey sıcak olduğu için akşamları serin hava da saatlerce bahçede oturuyorduk.
Buzdolabından kendim için bir dondurma alıp koşarak bahçeye, dedemin yanına çıktım.
“Dede, sana bir şey söylemek istiyorum.”
“Söyle bakalım.”
“Yarın seninle birlikte sahile gidelim mi? Sürekli lokanta da çalışıyorsun ve çok yoruluyorsun. Bir günlük kendine tatil yapsan olmaz mı?”
Gülümseyerek bana baktığında, “Haklısın ikimiz de bir tatili hak ettik. O zaman ben yarın için bir şeyler hazırlayayım.” Dedi. Sonra tam ayaklanıp kalkacakken onu durdurdum.

“Lokantada usta sensin ama yarın ki atıştırmalıklar benden.”
Dedikten sonra gülümsediğim zaman o da anlaştık der gibi elini uzattı.


Ertesi sabah hazırladığım atıştırmalıkları hasır sepete koyduktan sonra dolaptan meşrubat alıp, dedemle birlikte sahilin yolunu tuttuk. Bu kez araba ile gidecektik.
Dakikalar sonra sahile geldiğimizde kalabalıktan uzakta sessiz bir köşe bulup oraya oturduk. Kahvaltı için hazırladıklarımı, yere serdiğim sofra örtüsünün üzerine yayıp, çayları bardaklara doldurdum.


Birkaç saat bu şekilde vakit geçirdikten sonra dedem beni daha önce görmediğim yerlere götürdü.

Yolda yürürken, “Dede biliyor musun ben bir karar verdim. Böyle senin gibi aşçı olup herkesin lezzetine doyamayacağı yemekler yapacağım.” Dedim.

“Desene boynuz kulağı geçecek.”
“Hayır, sen de benimle geleceksin. Okulu bitirdiğimde birlikte İstanbul’ a gideriz olmaz mı? Tatil yapman için de seni yeniden buraya getiririm.”
“İyi fikirmiş hem ben de artık yaşlanıyorum.”
“Ama bunun için senin yanında çırak olmak istiyorum. Bana tüm bildiğin yemekleri öğretir misin?”
“Biliyorum mutfağında benim gibi çok konuşan, her şeye karışan birini istemiyorsun ama.”
“Tamam çırak yarın başlayalım eğitimlere.”
Yarın olduğunda ise erkenden kalkıp lokantanın yolunu tuttuk. Bugünden itibaren dedem tüm bildiklerini bana öğretecekti.

Yakında okullar açılacağı için bu geçen zamanı lokanta da geçirmeye karar verdim. İlk günler epey zorlu geçmişti. Akşam eve zor düşüyordum. Yemekten sonra erkenden çıkıp yatıyordum. Tek seferde bu kadar fazla yemek yapmak epey zor bir işmiş.
“Ee hala aşçı olmak istiyor musun?”

“Beni yıldırmaya mı çalışıyorsun dede?”
“Hayır, aksine zorluklarını görmeni istedim. Hem sen daha büyük bir yer açmak istemiyor musun? Daha fazla insana yemek yapman gerekecek.”
“Olsun ben hala istiyorum hem ben tek başına yapmayacağım ki benim de tıpkı sana yaptığım gibi çıraklarım olacak.”
Dedemle çalışmak zevkli bir işti aslında. Yemek yapma işini bazen benimle bir oyun haline getiriyordu. Böylece tüm o sıcak ve yorucu ortam kendini daha eğlenceli hale getiriyordu.
Günler bu şekilde su gibi akıp giderken artık okulların açılma zamanı gelmişti.


Yazın dedemle birlikte tercih yaptık ve çarşının biraz ötesinde ki bir liseye kayıt oldum. Bundan böyle dedeme ancak tatiller de ve okul çıkışlarında yardım edebilecektim. Her ne kadar bu duruma üzülüyor olsam da nihayetinde ona yardım edecek vaktimin olması biraz olsun içimi rahatlatıyordu.
Ama ilerleyen günlerde bir şey oldu.

Artık lokantaya gelen müşteri sayısı azalmaya başlıyordu.

Dedemin dediğine göre şu yeni açılan fast food restorantları daha fazla ilgi çekiyormuş.

Herkes yılların Osman Usta’ sını bırakmış yeni oluşumlara gidiyordu. Buna bir an evvel bir çözüm yolu bulmalıydım. O gün bir karar verip, bir internet cafenin yolunu tuttum. Evde bilgisayar ve internet bulunmadığı için başka seçeneğim yoktu. Çarşı boyunca ilerleyip, kenarda üzerinde internet cafe yazan içerisi bizim lokantadan hallice büyük bir salondu. İçieri de on on beş tane bilgisayar bulunuyordu. Hemen hemen her masanın başında bizim okulun ve farklı okulların formalarını giyen erkekler vardı. İçeri girdiğimde herkes bana tuhaf tuhaf baktı.


İlerleyip boş masalardan birisine geçtim. Hızla google’ a girip farklı yemek ve tatlı tarifleri aradım. Seçtiğim birkaç tanesini not almak için çantamdan küçük turuncu kapalı, kareli not defterimi çıkardım. Ben onları not alırken o sırada yan masada ki benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim, kahverengi gözlü koyu kumral saçlı bir çocuğun önümde ki bilgisayar ekranına baktığını gördüm.
“Ne yapıyorsun?”
“Deminden beridir ne yaptığını anlamaya çalışıyorum. İnternet cafe ye yemek tarifi almak için mi geldin?”
“Evet, neden şaşırdın?”
“Herkes genelde oyun oynamak için geliyor da o yüzden?”
“Evde bilgisayarım yok. Dedemin lokantası için yeni bir şeyler denemek istiyorum.”
“Hangi lokanta?”
“Osman Usta’ nın Yeri.”
“Sen Osman Usta’ nın torunu musun? Ben İbrahim. Aynı mahalle de kalıyoruz ama birkaç ev aşağı da kalıyorum. Aslında birkaç kez sen varken lokantaya gelmiştim.”
“Şeyma ben de. Sanırım aynı okula gidiyoruz.”
“Evet B şubesindeyim.”
“A şubesi bende.”

İbrahim ile işte o gün tanıştık.

O günden sonra arkadaşlığımız pekişti. Yeni tarifler konusunda bana yardım ediyordu. Amcası Bodrum’da bir otelin mutfağında görevliymiş. Bana onların menülerinden bahsediyordu. Ben de bulduğum farklı tarifleri evde önce kendim deniyordum. Sonra da dedeme denetiyordum ama o bu yeniliklere diretiyordu. Bir kez olsun menüye yeni bir tatlı eklemek istediğim söylediğimde ilk kez kabul etmişti. Tuhaf şekilde müşteriler bu tatlı fikrini benimsemişlerdi. Dedem de zaferim karşısında daha fazla karşı çıkmadı.
“Merhaba Şeyma tarif işleri nasıl gidiyor? “
“Merhaba İbrahim dedem ilk kez kabul etti. Ve inanamazsın müşteriler tatlıyı çok beğendiler.”
“Başaracağını biliyordum. Sahilde dondurma yemek ister misin?”
“Olabilir aslında bugünler de çok yoruldum.”
Sahilde dondurma yerken gözlerim etraftadaki tatile gelen turistlere ilişmişti. Sonra aklıma bir fikir geldi. Gidip dedeme bu fikirden bahsetmek istiyordum.
“Aklıma bir fikir geldi. Lokantaya gitmeliyim.”
İbrahim’i geri de bırakıp lokantaya gittiğimde dedem birkaç adamla konuşuyordu. Yavaşça kapının kenarına sinip konuşulanları dinledim. Adamlar borçlardan bahsediyorlardı.

Eğer birkaç ay içinde ödeyemezse dükkana el koyacaklardı.

Aslında satışlar biraz artmıştı ama yetmiyordu işte. Dolan gözlerimi sildiğimde lokantaya girmeden eve döndüm. Aklımda ki fikri eyleme geçirmek için sonraki günler bir iki saatimi internet Cafe de geçirdim.
“Şeyma hala tariflere mi bakıyorsun?”
“Hayır bu kez yabancı dil öğrenmek için geliyorum.”
“Tüm harçlığını burada bitiriyorsun.”
“Geçen gün dedem lokanta da bazı adamlarla konuşuyordu. Eğer borçlarını ödeyemezse birkaç ay içinde lokantaya el koyacaklarmış. Ben de turistleri çekmek için dil öğrenmeye çalışıyorum.”
“Bu nasıl olur. Ben de sana yardım etmek istiyorum. Birlikte hareket edersek daha hızlı olur.”
Günler yine hızla akıp giderken İbrahim ile birlikte turistlerle konuşup onları lokantaya yönlendirdik. Başlarda fazla gelen olmadı ama sonra ki günlerde turistler buraya gelmeye başladılar. Ben de bu arada onların ilgisini çekecek yeni tatlar denemeye devam ettim. Birkaç aylık borcu nihayet çıkarmıştık.
“Sağolun çocuklar sizin sayenizde oldu.”
“Memnuniyetle yaptık Osman amca.”


Her şey yeniden yoluna girmiş işler iyiye gidiyor derken sonra ki yıl şu fast food restorantları yeniden bize kaptırdıkları müşterilerini kazanabilmek adına yeni kampanyalar deniyordu.

Onlar karşısında ki savaşımız çok uzun sürmedi. Yine o eski günlere döndük.

Aynı adamlar aylar sonra yeniden lokantaya geldiler. Bu kez daha iyi bir çözümüm yoktu. Evin basamaklarına oturmuş kara kara düşünürken bahçe kapısından İbrahim göründü. Elindeki broşürü bana uzatırken yüzünde büyük bir gülümseme vardı.
“Bu ne?”
“Lokantayı kurtarmak için bir fırsat olabilir.”
Hızla broşürü alıp baktığımda bir pasta yarışmasından bahsediyordu. Ödül on bindi. Tüm borcu kapatmaya yetmezdi ama bir süre idare ederdik.
“Bence katılmalısın.”
Yarışma Urla’ da olacaktı. Lise öğrencileri katılabiliyordu. Hazırlanmak için önümde tam on gün vardı. Bu on gün boyunca farklı tatlar deneyip dedem ve İbrahim’ e tattırıyordum. Onlar her seferinde güzel olduğunu söylüyorlardı ama ben her seferinde olmadığını Düşünüyordum. Nihayet yarışma günü geldiğinde sabah erkenden kalkıp dedemin pikabı ile İbrahim’ i de alıp yola çıktık. Burada ki tek arkadaşım o olduğu için onunda yanımda gelmesini istemiştim. Üstelik bana yarışmaya katılma motivasyonunu veren kişi de oydu.
“Eminim birinci sen olacaksın.”
“İbrahim haklı kesin sen birinci olursun. Olamasan bile üzülmek yok. Sayende pastaya doyduk.”
Hepimiz dedemin söylediğine güldüğümüzde içimden ya kazanamazsam diye geçiriyordum.


Büyük otelin mutfağına girerken dedemler beni seyircilerin olduğu bölümde bekliyorlardı. Benden başka dokuz yarışmacı daha katılmaya hak kazanmışlardı.
Bir buçuk saatlik bir süremiz vardı. Elimi mümkün olduğunca hızlı tutmalıydım ama aynı zamanda da odaklanıp hata yapmamalıydım.
Odaklanmış devam ederken yan tarafımda ki rakip kız yarışmacı alttan alttan beni süzüyordu. Odağımı ondan çekip pastayı bitirdiğimde heyecanla bana bakan dedem ve İbrahim ile göz göze geldim. Ben de en az onlar kadar heyecanlıydım.

Elemeler gerçekleştirilmiş son dört yarışmacı kalmıştık.

Birinciyi açıklamak üzere otuzlu yaşlarında ki bir pasta şefi öne çıktı.
“Birinci olan yarışmacımız Şeyma Ka.. “
Tam adımı açıkladığında içimde tarifi mümkün olmayan bir sevinçle dedeme koşarken bir an da farklı biri gelip yanlışlık olduğunu belirtti.
“Yarışmacımızdan özür diliyoruz. Bir yanlışlık olmuş kazanan kişi Beyza Güneş.”
Duyduklarım karşısında gözlerim dolduğunda neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
“Bu nasıl olur sen birinciydin.”
“Boş ver İbrahim baksana yanlışlık oldu dedi.”
“İtiraz etmeyecek misin?”
“Neye yarar ki belli ki ortada başka şeyler var. Birinci olan kız bana bakıp alttan alta gülüyordu.”
“Bu senin hakkındı ama.”
“Gidelim mi?”
Onları geri de bırakıp gidecekken bir şey oldu az önce adamı söyleyen şef konuşmaya başladı.
“Yanlışlık yok birinci olan yarışmacı Şeyma Karan.”
Ne olduğunu idrak edemezken dedem kolumdan tutup beni şefin yanına götürdü. Şef elimi sıkıp tebrik ederken fısıldayarak, “En iyisi sendin. Doğru olan da buydu. Bundan böyle hakkını savunmayı öğrenmelisin.” Dediğinde şaşkınlığımı gizleyemedim. Sonra teşekkür edip geriye döndüm.

Dedeme bunu borçları için kullanmasını söylediğimde teklifimi reddetti.

“Dede bunu kabul etmeni istiyorum. Hem bizim bir hayalimiz yok muydu? Bunu o yüzden almalısın.”
Dedem dolu gözlerle bana bakarken çaresiz parayı kabul etti. Ama yetmedi işte. Borcu kapatamadık. Lokantaya el koymuşlardı. Eğer iki ay içinde kalan parayı toparlayabilirsek geri alma şansımız vardı. Bu kadar kısa zamanda ne kadar toparlayabilirdik ki. En sonunda dedem arabasını satmaya karar verdi. Yılların emektarını satmak onun için kolay değildi. Bunu ben de istemiyordum.

Bir şeyler yapmam gerekiyordu.

En iyi bildiğim şey yemek ve tatlıydı. İbrahim’ e düşüncemden bahsettim.
Bir şeyler yapıp sahilde gelen turistlere satabilirdik. Fikrimi kabul ettiğinde hızla kolları sıvayıp küçük atıştırmalıklar yaptım. Yanına da biraz limonata işte şimdi hazırdık.
Biraz satış yaptıktan sonra birkaç adam karşımıza dikilip burada satış yapamayacağımızı söyledi. Ve bir güzel tüm yaptıklarımı ayakları ile ezdi. Gözlerimden yaşlar boşanırken İbrahim yanıma geldi.


“Üzülme başka yerde deneriz biz de.”
Ama olmadı. Sonuç hep hüsranla sonuçlandı. İki ayın sonuna geldiğimizde elimizde sadece bin lira vardı. Dedem gelip arabayı sattığını söylediğinde buna çok üzüldüm. Gidip borcu kapatacaktık. Yine olmadı. Lokantayı sattıklarını ve yeni bir bina yapılacağını söylediler. Sanırım bütün hayallerim o bina ile birlikte yıkılmıştı. Şimdi ne bir arabamız ne de bir lokantamız vardı. Dedem bu duruma çok içerlemişti. Bana belli etmek istemiyordu ama durum ortadaydı.


Gün geçtikçe daha bir çöküyordu sanki. Sonuçta yıllarını verdiği çocuğu gibi sevdiği lokantası tuzla buz olmuş yerine bir yenisi inşa edilmişti.

O günler de ben de bir pastacı da çırak olarak çalışmaya başladım.


Son senemdi ve sınavlar yaklaşıyordu. Bir yandan pastane de yarı zamanlı olarak çalışıyor bir yandan da sınavlara hazırlanıyordum. Dedem ise ben rahatsız olmayayım diye ev işlerine bakıyordu.
İstanbul’da gastronomi bölümünde okumak istiyordum. Hem yıllardır evimizi de görmemiştim. Bir de dedeme farklılık olurdu.
Yaz başında sınavlara girdiğimizde sınav umduğumdan çok daha iyi geçmişti.
“Şeyma sınav nasıldı?”
“Umduğumdan daha iyi geçti. Senin ki nasıldı?”
“Fena değil. İstediğin bölüme gidebileceksin o zaman.”
“Bilmem peki sen ne istiyorsun?”
“Sanırım işletme okuyacağım.”

Sonuçların açıklanacağı gün gelip çattığında İbrahim ile internet cafeye gidip sonuçları öğrendik.
“Ben bakamayacağım sanırım. Benim yerime sen baksana.”
“Tamam.”
Gözlerimi sıkı sıkı kapadığımda İbrahim’ in söyleyeceklerini bekliyordum.
“Seneye.. “
“Çok mu kötü?”
“Seneye istediğin bölümü okuyor olacaksın diyecektim.”

Hızla gözlerimi açıp ekrana baktığımda hayallerime bir adım daha yaklaştığımı gördüm.

İbrahim de istediği bölüme yetecek kadar puan almıştı. Hızla internet cafeden çıkıp eve koştum. Dedeme haber vermeliydim.
Demir kapıdan içeri bir hışımla girdiğimde dedemin çardakta uyuyakaldığını gördüm. Yanına koşup, “Dede başardım. Artık hayallerimi gerçekleştirebileceğim.” Dediğimde dedem uyanmadı. Sanırım derin uykuya dalmıştı. Seslendim ama uyanmadı. Sonunda yanına gidip sarstığımda bir çığlık attım.
“Şeyma ne oldu?”
Bu İbrahim’ in sesiydi.

“Dedem…dedem.” Diyebildim sadece.

O artık yoktu. Anne ve babamdan sonra dedemi de yitirdim. Şimdi geriye sadece ben kaldım. Aynı günü onu toprağa verdiğimizde eve girmek bana bir eziyet gibiydi. Geceye kadar eve giremedim. Öyle ki çardakta uyuyakalmışım.
Tercih dönemi geldiğinde sadece İstanbul yazıp sahile döndüm. Saatlerce orada oturup denizi izledim.
“Şeyma nasılsın?”
“Nasıl olabilirim ki senin zorlamanla tercihimi de yaptım.”
“Hayallerinden hemen öyle vaz mı geçecektin?”
“Hayallerimi birlikte kurduğum insan artık yok. Bir hayal de kalmadı ortada.”
“Şimdi böyle düşünüyorsun ama sonrasında pişman olma diye yaptım.”
Omuz silip oturduğum yerden kalktım.
“Haklısın belki de sonra üzüleceğim desteğin için teşekkür ederim. Eve gideceğim.”
İstanbul’a yeniden dönmek içimde tuhaf hisler oluşturdu. İlk kez ailem yokken evde kalacaktım. Uzun yıllar gelmediğim için evi havalandırmam gerekiyordu. Bu sebeple okul başlamadan bir hafta öncesinde gelmiştim. Tercihlerim doğrultusında burayı kazanmıştım.

Bu olağandı şaşırdığım şey ise İbrahim ile aynı üniversiteyi kazanmış olmamızdı.

O yurtta kalacaktı. Ben de ailemin evinde.
Kapıdan içeri adım atıp valizlerimi içeri aldığımda ilk iş balkona koşmak oldu. Koridorun sağ tarafında ki salona geçtiğimde her şey olduğu gibi duruyordu. Değişen tek şey anne ve babamın varlığıydı. Hala onların kokusunu alabiliyordum.
En son şu köşede yemek yemiştik. Anılar yeniden gözümde canlandığında yanağımdan aşağıya iki damla yaş süzülüp zeminde ki halı ile buluştu.


Son haftayı da geri de bırakıp okula başladığımda İbrahim ile konuştuk. Şu an da sadece birbirimizi tanıdığımız için beraber vakit geçiriyorduk. O yurtta kaldığı için bazen ona evde yaptıklarımdan getiriyordum bazen de okulda denediğimiz yeni tatlardan getiriyordum.


Ağır adımlar ile balkona yöneldiğimde sokakta değişen çok fazla bir şey olmadığını görmek güzeldi. Bugün yorgun olduğun için sadece evi havalandırdım. Yanımda gelirken getirdiğim erzak çantasını çıkardım.
Turşu kavanozunu ve yaptığım sigara böreği, poaça ve yaptığım diğer şeyleri çıkarıp yemeye koyuldum.

Yurt dışında değişim programına katılmak istiyordum.


Bu yüzden iki yılımı hem çalışıp hem de okuyarak geçirdim. İtalya da okumak istiyordum.
İki yılın sonunda başvurum onaylanmıştı. İşte nihayet yurt dışında okuma hayalimde gerçek olacaktı.
“Yarın mı gidiyorsun?”
“Evet, çok heyecanlıyım.”
“Bir şeye ihtiyaç duyarsan bana haber vermeyi unutma sakın.”
“Tamam, İbrahim ilk ve tek arayacağım kişi sen olursun zaten.”

İtalya’ da yaşam başlarda benim için oldukça zorlu geçti.

Bazen bir parka gidip tek başına ağladığım dönemler olmuştu. O zamanlar bir arkadaşım yoktu. Bazen İbrahim’ ı arayıp konuşuyordum. O zamanlarda kendimi daha iyi hissediyordum. Tek yakınım oydu.
Sonraki zamanlarda alışmaya başlayınca durum daha olağan hale geldi. Artık uyum sağlamış ve derslere daha iyi adapte olmuştum. Gittiğin üniversite sayesinde orada ünlenmiş şeflerle ders alma şansı buldum. Her seferinde yeni pişirme şekilleri deniyorduk. Böyle zamanlarda daha bir öğrenme isteğiyle dolup taşıyordum. Üstelik farklı ülkelerden hocalarda vardı ve bu sayede farklı ülke mutfaklarına da aşina oldum. Ayrıca Türkiye mutfağını da öğreniyorduk. Bu konu da oldukça şanslıydım.

Bir yılı da böylece bitirdik.

Döndüğümde İbrahim eve dönmüştü. Onun için aldığım hediyeleri saklayıp yaz sonunu bekledim. Yaz boyunca burada çalışmaya devam ettim. Aklımda yeni projeler vardı. Bir mekan açmak istiyordum. Bu fikirden İbrahim’ e de bahsettim. İlk mekan açma girişimimiz hüsranla sonuçlandı.


İşleniş konusunda henüz acemiydik ve olmadı. İkinci de reklamımızı iyi yapamadık. Üçüncü de de sermayemiz yetersizdi. Ama pes etmek yoktu. Hayalimi gerçeğe dönüştürene değin devam edecektim. Nihayet beşinci denememiz de işler yoluna girmeye başladı.
Açıldığımız çevrede tanınmaya ve sevilmeye başladık. Açılıştan sonra ki iki yılı devirdiğimizde ikinci şubemizi açmaya karar verdik. Yine İstanbul’da açtık.

Amacım dedemle kurduğumuz bu hayali tüm dünyaya duyurmaktı.

Üstelik gelirimizi bir kısmını da ihtiyaç sahiplerine ve öğrenim gören ihtiyaç sahibi öğrencilere ayırıyorduk. Benim gibi hayalleri peşinde koşarken engellere takılan insanlara yardım etmek istiyordum. İleri de aşçılık okulu açma planlarım da vardı. Şu sıralarda uluslararası bir yemek yarışmasına katılacaktık.

İşte ilhamımı bulmak için de yeniden ustamın yani dedemin doğduğu ve benim de kendimi bulduğum topraklara adım attım.

Çardakta oturmuş tüm o geçmişi yeniden gözden geçirirken süzülen yaşları silip ayağa kalktım.
Dedemi uzun zamandır ziyaret etmemiştim.
Mezarın yanına oturdum.

“Dede biliyor musun sen göremedin ama ben hayalimizi gerçekleştirdim. Üstelik o yarışı kaybettiğimiz fast food restorantlarının da önüne geçmeye başladık.

Yakında Osman Usta’ nın Yeri tüm dünya tarafından bilinecek. Bunu da ilk sana söylüyorum. Çünkü tüm o ilhamı, motivasyonu bana sen verdin. Üzerimde çok emeğin var. Senin sayende bu işleri başardım. Şimdi gitmem gerekiyor ama bir gün mutlaka yeniden döneceğim. O zaman bakarsın yemek dünyası senin isminle yankı bulur.”
Oturduğum yerden kalkıp son kez dua ettikten sonra mezarlıktan ayrıldım. O sırada telefonum çaldı.

“Şeyma neredesin iki gün sonra Almanya’ ya gitmemiz gerekiyor ortalarda yoksun.”
“Her şeyin başladığı yerdeyim İbrahim. Yarışma için ilhama ihtiyacım vardı.”
“Benim için de selam söyle.”
“Tamam, akşam orada olurum.”

O gün Almanya’ da ki yarışmayı kazandık.

Hayal ettiğim gibi okul açma girişimlerine de başladık bugün açılışına gideceğiz. Okulun temellerini her şeyin başladığı yerde, İzmir’ de attık.
Arabadan inip kızımı arka koltuktan kucağıma aldım.
“Şeyma sen içeri gir ben Sevda’ yı getiririm.”
“Tamam İbrahim ben hazırlıkları kontrol edip hemen döneceğim.”
Yol burada bitmiyor ama hikayenin sonu mutlu. Hayat devam ediyor, yolumuz uzun.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu