EdebiyatHikaye

Küçük Dostum

Sonunda beklediğim o gün gelip çatıverdi. Günlerden pazar, aylardan yağmurlu bir kasım sabahı. Beklediğim gibi yağmur yağmaya devam ediyor. Vakit kaybetmenin anlamı yok. Bügün özel bir gün, o yüzden kendime şöyle güzel bir kahvaltı hazırlayacağım. Mutfağa geçip özenle gaz ocağına çay hazırlamak için çaydanlığı yerleştirdim. Ama sanırım ocağı açmayı unutmuştum. Fark ettiğimde kendime güldüm. Yaşlanmıştım artık, eskisi gibi hafızam kuvvetli değildi ara sıra bana böyle küçük oyunlar oynuyordu.
Bazen bunların kötü sonuçları olabiliyordu. En son evi kilitlemeyi unuttuğumda eve hırsız girmiş birkaç eski değerli eşyamı çalmıştı. En azından ben evde değildim. İyi hissettiğim tek konu bu olmuştu sanırım.
Nihayet kahvaltıyı hazırlamayı başardığımda masaya geçip, radyoyu açtım. Bu benim için çok eski bir alışkanlıktı. Televizyon izlemek yerine radyo dinlemeyi tercih ederdim. Radyo sunucusu konuşurken tıpkı benimle sohbet ediyormuş havasına girerdim. Bu da yalnızlığımı bir nebze de olsa unuttururdu.

Sunucu her seferinde farklı bir konu açar sonrada onun üzerine konuşmaya başlardı. Ben de olduğum yerden ona kendi kendime cevap verir bazen de o beni duymasa bile yakınırdım. Benim avuntum da buydu işte.
İşte yine radyoyu açtıktan sonra kızarmış ekmeklerden, daha doğrusu biraz fazla kızarmış ekmeklerden birisini almış arasına bal ve tereyağı sürüp sıcak çay eşliğinde yemeye koyuldum.
Dedim ya hafızam artık eskisi gibi değil.
“Ah be Selma şimdi sen olacaktın ki. Kaç yıl oldu hala şu yemek işlerini bir türlü beceremedim.”
Karşımda duran resmine bakıp sitem ettim. Hala o eski günler hatırımdaydı. Daha fazla oyalanmadan gidip odama üzerimi değiştirdim.
Gidip öncelikle deniz kenarında biraz dolaşacaktım. Eskiden bu rutini her pazar yapardık. Şimdi ise her yıl bugün yapıyorum.
Şemsiyemi ve paltomu da aldıktan sonra unutmamak adına anahtarı ve cüzdanımı da yanıma aldıktan sonra son kez kapıyı kontrol edip çıktım. Bahçe kapısından çıkarken derin bir iç çektim. Şimdi herkes burada olacaktı ki. Bu rutini yapmak yalnız bana kalmıştı.
Şemsiyemi açıp sokak boyu ıslak kaldırım taşlarında yürüdüm. Pazar sabahı olduğu için henüz insanlar evlerinden çıkmamıştı. Muhtemelen birçoğu da ailecek pazar kahvaltısına kalacaklardı.
Deniz kenarına geldiğim de ise vakit epey ilerlemişti. İnsanlar oltalarını atmış balık tutuyorlardı. Bir saat boyunca deniz kenarında oyalandım. Her zamanki gibi durup uzanan denizi izledim.
Sanırım bu deniz sayesinde hayata tutunabildim. Bazen eve girmek istemediğim günlerde vaktimin çoğunu buralarda geçirdim.
İkinci işim iskeleye gitmek oldu. Bir vapura binip karşı adaya geçeçektim. Vapurun kalkmasına henüz vakit vardı. Geçip boş bir yere oturdum.
Herkes bir köşede oturmuş birbirleri ile sohbet ediyordu.
Eskiden biz de böyleydik. Her aile gezisine çıktığımızda bunu yapardık. Onları böyle görmek beni hüzünlendirdi.
Vapur Büyükada iskelesine yanaştığında ayağa kalkıp iskeleye doğru yürüdüm. Mesaim yine başlamıştı.
İskele boyunca yürüdüm. Yağmur bu tarafta şiddetini biraz artırmıştı. Şemsiyeme sıkı sıkıya yapışmış eski Büyükada evlerinin olduğu sokaklar boyunca ilerledim.
Selma demişti zamanında yokuştan ev almayalım bunun yaşlılığı da var diye ama ben onu dinlemeyip tepeden bir ev almıştım.
Neymiş orasının manzarası daha güzelmişte kitap yazarken manzaradan ilham alıyormuşum. Oysa ki ne kadar da haklıymış. Şimdi burada olsaydı ben sana zamanında dememiş miydim? Buradan ev almayalım diye derdi.
Eğer olsaydı. Sen haklıydın derdim. O olsaydı eğer bana sitem ettiği her ne varsa düzeltmek için elimden geleni yapardım.
Ağır adımlar ile bahçe kapısına geldiğimde beyaz ahşap, iki katlı, uzun taş bahçe duvarından aarmaşıklar uzanan ev beni karşılıyordu. Kahverengi demir kapıdan içeri girdiğimde kendimi eski günlerde buldum yine.
Şu çınar agaçlarının altında çocuklar koşuşup oynar, biz de Selma ile kahvelerimizi yudumlayıp, radyo başında sohbet ederdik. Ah o eski günler. Ne kadar da özlüyordum.
Şimdi bir ben işte bir de şu koca ev başbaşa kalmıştık.
İlerleyip evin kapısından içeri adımımı attığımda soğuk havayı iliklerimde hissettim. Şömineyi yakmak gerekiyordu. Acaba geçen yılki odunlardan hala var mıydı? Buraya bir iki günlüğüne geleceğim diye yanıma bir şey de almamıştım ki. Gidip ilk iş odunluktan ateş yakmak için odun almak gerekiyordu.
Sonrasında da marketten yemek için bir şeyler alıp getirmeliydim.
Neyse ki korktuğum olmadı. Odunlukta yeteri kadar yakacak odun olduğunu görünce çocuk gibi sevindim. Birkaç tane alıp yan taraftaki eskimiş kovaya koyduktan sonra yeniden eve geldim.
Birazcık uğraştan sonra şömineyi yakmayı başardığımda evde gezinmeye başladım. Eşyalar tozlanmasın diye serili duran çarşafları bir bir kaldırdım.
Sonra üst kata çıkıp odaları gezdim. Yatak odasında ki çekmecelere baktığımda eski albümlerden birisini elime aldım. Yeniden aşağıya inip şöminenin başına oturdum. Fotoğraflara bakınca gözlerim doldu.
Meğer insan yanındakilerin kıymetini zamanında anlamıyormuş. Ailesi varken kalabalıkmış insan, sevdikleri olmayınca yapayalnız kalıyormuş. Bunu geçte olsa anladım. Kapıdan içeri girdiğinde küçük bir nasılsını arıyormuş insan.
Dalmış geçmiş günleri anarken birden kapı çalındı. Hayırdır inşallah kim gelmişti ki hemen. Daha eve ayak basalı bir saat ancak olmuştu.
Gidip kapıya baktığımda dokuz on yaşlarında küçük bir kız çocuğu gülümseyerek bana bakıyordu. Elinde tuttuğu küçük saklama kabını bana uzatıp,  “Bu sizin için. Yeni geldiğinizi öğrendim. Annem de sizin için yemek gönderdi.” Dedi.
Şaşkın şaşkın çocuğun yüzüne baktıktan sonra, “Seni tanıyor muyum? ” Dedim.
“Siz beni tanımıyor sunuz ama ben sizi tanıyorum. Şu yan tarafta ki evde oturuyoruz. ” Sol elinin işaret parmağıyla konuşurken söylediği yeri işaret ediyordu.
“Ben seni daha önce buralarda hiç görmemiştim.”
“Altı ay önce taşındık buraya. Ama ben çok yoruldum. Bunu almayacak mısınız? Hem hava da çok soğuk içeri girebilir miyim! “
Şaşkınlığı devam ederken, “Annen kızmasın sonra.” Dedim.
“Bir şey demez.” Dedi. Her ne kadar inanmasam da daha fazla titremesine dayanamayıp kenara çekildim.
İçeri girip koşarak şöminenin yanına oturdu. Arkasından ilerleyip ben de karşısına geçtim.
“Anlat bakalım beni nereden tanıyorsun.”
“Sizi kitaplarınızdan tanıyorum. İsminiz Kemal Akyüz. Şu an da sanırım…” Deyip havaya bakarak parmaklarıyla hesap yapmaya başladı. “Hah! Tam yetmiş yaşındadınız ve çocuklar için hikayeler yazıyorsunuz. Hakkınızda bildiğim her şey bunlar. Bütün kitaplatınızı da bitirdim. Yani kısacası sizin küçük bir hayranınızım. Burada yaşadığınızı öğrenince merak edip geldim.”

Söylediklerini bitirdiğinde gülümsedim. Demek hala kitaplarımı okuyan birileri vardı. Yazma işini bırakalı uzun zaman olmuştu. Kitapların hala baskı yaptığını dıymuştum. Bir kısmını direk bağış yapıyordum ama uzun zaman sonra kitabımı okuyan birisi ile karşılaşmak içimde bir yerlerde. Küçük mutluluk kırıntılarına neden oldu.
“Demek beni bu kadar çok tanıyorsun söyle o zaman senin ismin nedir?”

“Benim adım Asya. Asya Alkan.”
“Memnun oldum Asya. Güzel bir ismin var. Yemek için de teşekkür ederim ama daha geleli çok olmadı. O yüzden biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Kabı yarın getiririm.  Annene teşekkürlerimi ilet olur mu?”

“Tamam ben daha sonra yine gelirim. Size sormak istediğim çok şey var.”
Kapıdan çıkarken bir süre arkasından baktım. Uzun zaman sonra birisiyle sohbet etmeyi özlemiştim. Bu küçük bir çocuktu belki ama bazen çocuklar yetişkinlerin göremediği farkına varamadığı yerleri görmemizi sağlıyordu.

O gün Asya’ nın getirdiği yemek olduğu için alışveriş işini yarına bırakmıştım.

Ertesi gün öğleye doğru paltomu alıp alışveriş için evden ayrıldım. Saklama kabını da yanıma almıştım. Asya’ nın gösterdiği evi hatırlayıp iki ev ötede ki geniş bahçeli kahverengi ahşap evden içeriye girip kapıya tıklattığımda orta yaşlarda bir kadın açtı. Sanırım bu Asya’ nın annesiydi.
“Dünkü yemek için teşekkür ederim.” Deyip kabı uzattığımda, gülümseyerek, “Afiyet olsun. Umarım beğenmişsinizdir. Asya sizden bahsedince göndermek istedim.”

“Teşekkür ederim. İyi günler.”
“İyi günler.”
Bahçe kapısından çıktığımda yeniden yağmur bastırdı. Havalarda epey soğumuştu. Yakında karda yağmaya başlardı.
Yokuş aşağıya yürürken eski günler geldi yine hatırıma. Az mı inip çıkmıştım şu yokuşlardan. Bu güzelim manzarada gün boyu yürüdüğüm zamanlar olurdu. Daha ilk kez geldiğinde hayran kalmıştım buraya.
Selma ile o günlerde tanışmıştık. Gidip gelirken nihayetinde buradan ev almaya karar verdik. Yazları kalabalıktan kaçıp burada kafa dinlerdik. Güzel zamanlardı. Anmaya değer güzel günler.

O kadar dalmıştım ki kendimi deniz kenarında buldum. Vapur yeniden iskeleye yanaşmış yeni yolcularını alıyordu. Yorulduğum için az ileri de duran küçük Cafe’ye yöneldim. Bir çay içip öyle çıkardım eve. Her gelişimde mutlaka uğradığım mekanlardan birisiydi zaten.

Kapıdan içeri adımımı attığımda Cafe’nin sahibi orta yaşlı adam beni görünce her zaman oturduğum köşeye buyur etti. Çayımı içerken bir yandan da denizi izliyordum. Yağmur damlalarının  denize düşüşünü.
Yeterince dinlendiğimi düşündüğümde hesabı ödeyip yeniden evin yolunu tuttum. Geçerken de yol üstünden alışveriş yapıp öyle geçerdim. Giderken bir çocuğun ismimi seslendiğini duydum.
“Kemal amca.”
Koşarak yanıma gelenin Asya olduğunu gördüm.
“Asya okuldan mı geliyorsun.”
“Evet seni yani sizi görünce selam vermek istedim.”
“İyi yapmışsın. Ben de bir şeyler alıp eve gidecektim.”
“Şeyy birlikte gidebilir miyiz? Hem poşetleri taşımanıza da yardım ederim.”

Belli ki bu küçük kızın beni yalnız bırakmaya hiç niyeti yoktu.
“Gel bakalım o halde.” Deyip önce manav, sonrada biraz market alışveriei yaptım. Asya poşetleri görünce şaşkın saşkın suratıma baktı.
“Şeyyy aslında ben yardım ederim demiştim ama bunlar çok fazla adeğil mi hepsini tek başınıza mı yiyeceksiniz?” Dediğinde bir kahkaha attım.
Sanırım uzun zaman sonra ilk kez böylesine gülmüştüm. Ortada çok da komik bir şey yoktu aslında.
“Merak etme sen onlar daha sonra gelecekler. Ben her zaman buradan alışveriş yaparım benş tanırlar. Şimdi biz seninle başka yere gideceğiz.” Dediğimde merakla yüzüme bakıyordu.
Dün bir şey fark etmiştim bugünde görünce bir şeyler yapmayı düşündüm. Çarşı boyunca yürüdükten sonra bir ayakkabı mağazasının önünde durdum.
“Sana küçük bir hediye vermek istiyorum kabul eder misin? “
Dediğimde tepkisini ölçmek için yüzünü inceledim. Biraz tereddüt eder gibiydi.
“Benn… “

“Sadece küçük bir hediye. Sevdiğin bir yazarın sana bir hediye.”
“Tamam.”
Teklifimi kabul ettiğinde sevdiği bir kışlık ayakkabıyı seçti. Sonra birlikte bir giysi mağazasından da ona bir kaban aldık. Sonrada birlikte eve doğru yürüdük.
“Çok teşekkür ederim. Ben bunları kabul ettim ama annem kızabilir.”
“Ben konuşurum onunla sen merak etme.”

Onu eve bıraktıktan sonra arayıp poşetleri eve bırakmalarını söyledim. Asya’ nın da dediği gibi hepsini ben yemeyecektim. Bir kısmını da onların evlerine bırakmalatını söyledim. Belki kabul etmeyeceklerdi. Ama gördüğüm kadarıyla durumları pek iyi değildi. Onları o kadar tanımıyordum ama insanları analiz etmekte biraz iydim sanırım.

Emin olmak için sokağın kenarından fark ettirmeden baktığımda poşetleri görünce durum yüzlerinde ki mutluluktan anlaşılıyordu. Bu manzara karşısında istemsiz ben de mutlu oldum.  Garip bir histi bu. Son iki gündür kendimi oldukça mutlu hissediyordum.
Sonra ki günler Asya ara sıra bir şeyler bahane ederek eve gelmeye başlamıştı. Bunu yapmadını aslında çok da istemiyordum. Buraya sadece eski günleri anmak adına gelmiştim  ama bu küçük kız buna izin vermiyordu.
Öyle söylüyordum ama içten içe de geldiği ve benimle sohbet ettiği içinde mutlu oluyordum.
“Kemal amca ben sana bir şey sormak istiyorum  aslında ama biraz çekiniyorum. “

“Sor bakalım.” Dedim çorbalarımızı içerken.
“Neden yazmaya devam etmedin. Son kitabını ön beş yıl önce yazıp bir daha da yazmaya devam etmemişsin.” Dediğinde ne söyleyeceğimi bilemedim. Konuyu değiştirmek istedim.
“Çorbanı iç soğuyacak bak.”

“İnternette gördüm. Şeyyy bir yangın da aileni kaybetmişsin. O yüzden…”

Konuşmasına izin vermeden araya girdim. “Asya bu konuyu kapatalım mı? Seni incitmek istemiyorum. Yazarlık artık benim için bitti. Geç oldu sen eve dön istersen. ” Dediğimde sessizce masadan kalkıp gitti.
Onu üzmüştüm. O daha bir çocuktu verdiğim tepki doğru doğru değildi. Tüm gece yaptığımı düşünmekten gözüme uyku girmedi. Sonra aklıma O gün geldi. O gün hava çok kötüydü. Seferler iptal olmuştu ama benim O gün karşıya geçmem gerekiyordu. Hep birlikte bu evde toplanmıştık kızım, oğlum torunlarım hepsi buradaydı.
Havaya aldırış etmeden ben gideceğimi söyleyip evden çıktım. Karşıya geçtikten sonra evde yangın çıktığı haberini aldım. O gün hayatımın şokunu yaşamıştım. Tüm ailem yok olup gitmişti. Belki de benim suçum yoktu ama kendimi suçlayıp durdum yıllarca. Evi yeniden bu hale getirmek epey zor olmuştu.
Sonra ki günler Asya gelir diye bekledim ama  gelmedi. Üzülmüş olmalıydı.
Görürüm umuduyla sokakta dolaşırken tam da istediğim gibi olmuş yolda karşılaşmıştık.

“Asya neden hiç gelmedin?”
“Sizi rahatsız etmek istemiyorum artık.”
“O gün sana biraz çıkıştım sanırım yaşlılığıma ver. Yaşım gittikçe daha huysuz birisi oluyorum sanırım. Eğer istersen bugün tüm sorularını cevaplarım. Kitaplarını da imzalarım ne dersin? “

Dediğimde gözleri kocaman açıldı. “Gerçekten mi? ” Dedi.
“Evet.”
Eve giderken biraz meyve ve Asya için abur cubur aldıktan sonra masaya oturup yiyecekleri koyduktan sonra konuşmaya başladık.

“Kemal amca ben de senin gibi yazar olmak istiyorum. Bir sürü güzel hikaye yazmak istiyorum. Tüm çocuklar benim senin kitaplarını heyecanla okuduğum gibi onların da benim kitaplarımı okumalarını istiyorum. Hatta bak yazdıklarımı sana da göstermek istiyorum ama beğenmemenden korkuyorum.”
“Merak ettim. Göster bakalım.”
Sırt çabrasından bir defter çıkarıp uzattığında yazdıklarını okudum. Yaşına göre yazdıkları fena değildi üzerinde biraz daha çalışırsa ileri de çok daha güzellerini yazabilirdi.
Yüz ifadelerimden anlamasın diye kendimi kastım.

“Evet, nasıllar yapabiliyor muyum? “
“Yani.” Dedim yüzümü biraz buruşturup. Yüzünün düştüğünü görebiliyodum. Gülmemek için kendimi tuttum.

“Çok mu kötüler.”
“Bence biraz daha geliştirirken ileri de büyük bir yazar olabilirsin.”

“O kadar mı kötü. ” Dediğinde durup, “Nasıl? Gerçekten mi? ” Deyip kocaman sarıldı.

“O zaman seninle anlaşma yapabilir miyiz Kemal amca? ” Başımla onu onayladığımda devam etti.
“Eğer yazmaya devam etmemi istiyorsan sen de yeniden kitap yazmaya devam edeceksin.”

“Hayır.” Dedim. “Sen yazmaya devam edeceksin ben de sana destek olacağım. Bence bu anlaşma çok daha güzel. Ne dersin.”

“O da güzelmiş ama benim ki çok daha iyi. Lütfen lütfen lütfen sen de yazmaya devam et. Tüm kitaplarını en az beş kere okudum. Ezberledim de artık yenilerini istiyorum.”
Ama ben yazmak istemiyordum hem yaşlanmıştım artık. Zihnim O kadar hayalperest değildi eskisi gibi.
Sonra ki günlerde Asya her seferinde bana ısrar etmeye devam etti.
“Yazacaksın değil mi? “
“Hayır.”
Bu böyle bir hafta boyunca sürüp gitti. Sonunda dayanamadım.

“Tamam kabuk ediyorum ama nasıl yapacağım. Nereden başlayacağım bilmiyorum uzun zaman oldu. Hem zihnim de yaşlandı artık.”

“Ben sana ilham bulurum. Burası çok güzel bir ada. Eskiden yazılarını burada yazıyormuşsun. Yeniden denersin.”
Dediğini yapıp birkaç gün etrafta gezindim. Her yer karla kaplandığı için soğuktan hasta olmuştum. İyi mi. Bu seferde yataktan kalkamadım. Evde yalnız olduğum için sürekli yatamazdım. Zor güç ayağa kalktığımda kapı çalındı. Baktığımda karşımda Asya ve annesi bekliyordu.
“Asya hasta olduğunuzu söyledi. Size çorba getirdim.”
Onları karşımda görünce yalnız olmadığımı anladım. Teşekkür edip onları içeri davet ettim. Hastalığım boyunca her gün bana yemek getirmişlerdi. Şimdi Asya’ ya yazmak konusunda daha çok borçlanmıştım.
Ayaklanır ayaklanmaz çalışmalara başladım. Asya’ dan eski kitaplatımı alıp fikir edinmek adına biraz kurcaladım.

Yeniden bir şeyler üretmek için uğraşmak kendimi enerjik hissettirdi. Kendimi kaptırmış gece gündüz uğraşıyordum. Bazen Asya’ dan da fikirler alıyordum ama yazdıklarımı ona göstermiyordum. Merak edip bakmaya çalıştığında ise ona engel oluyordum. O da bu süreçte benimle birlikte bir şeyler yazmaya devam ediyordum.

Nihayet taslak bittiğinde dosyayı kitaplatımı basan yayın evine gönderdiğimde çom beğendiklerim söylediler. Uzun zaman sonra yeniden yazmaya başladığım için de mutlu olduklarını ifade ettiler.
Bı süreç benim içinde heyecan verici olmuştu. Bu yaştan sonra yeni bir şeyler yazmak. Son on beş yılı bana unutturmuştu. Üstelik bunu küçük bir kıza borçluydum.
Kış bitmiş yaz ortalarına gelmiştik. Hava epey güzeldi. Tabii büyük adada yaz mevsiminden nasibini almış daha bir güzel görünüyordu.
Asya ile deniz kenarına oturmuş dondurmalarımızı yerken heyecanla kitabın basılı halini bekliyorduk. Bugün yarın haberi gelirdi.

“Kemal amca kendini nasıl hissediyorsun? Ben çok heyecanlıyım eminim her zamanki gibi hatta çok daha güzel bir kitap olmuştur.”
“Sanırım bu konuda sana büyük bir teşekkür borçluyum. Beni yazmaya sen teşvik ettin.”

Birkaç gün sonra kitaplar elimize ulaştığında Asya kitabı imzalatmak için yanıma geldi.

“Kemal amca hemen imzalamalısın. Okumak istiyorum.” Dediğinde güldüm.
“Tamam tamam sakın ol. O kitap artık senin.”
Dediğinde imzaladım. Teşekkür edip arkasına bile bakmadan hızla kaçıp gitti. Çocukluk işte. Ayrı bir heyecanı var.

Asya’ ya tek hediyem bu değildi tabii. Birkaç gün sonra kitabı bitirip geleceğini biliyordum. Geldiğinde hazır olacaktım. Bahçe de oturmuş kahvemi yudumlarken Asya çıkıp geldi.
“Kemal amca bitirdim sonunda. Yine muhteşem bir kitaptı. Zihnin dediğin kadar da yaşlanmamış sanırım.” Yine beni gğldürmüştü.
“Bir de annem çağırdığını söyledi. Bana bir sürprizin varmış.”
“Evet, şimdi imzalama sırası sen de.”
“Ne? Nasıl? “
Şaşırmış halde bana bakarken, hediye paketini çıkarıp ona uzattım. Açtığında içinde üzerinde kendi ismi yazan bir kitap gördü. Biraz baktığında bunun kendisine ait bir hikaye kitabı olduğunu anladı.
Gözleri dolmuştu. Bu yüzden konuşmak yerine gelip bana sarıldı. Ona sürpriz yapmak için annesine bu konuşan bahsetmiştim. O da kabul edince kitap olarak bastırmaya karar verdik.
“Artık benim de basılı bir kitabım var.” Havalara zıplarken ki mutluluğu bana da sirayet etmişti.

Gariptir ki o yıl iki kitap basıldı  biri benim biri Asya’ nın ama Asya’ nın yazdıklarını çocuklar daha çok beğenmişlerdi. Daha yolun çok başındaydı ama görebiliyordum. Çok güzel işler başaracaktı. Belki benim ömrüm o günleri görmeye yetmeyecekti ama o bunun karşılığını fazlası ile alacaktı.

Küçük dostum Asya,
Ben yaşlı bir adamım ve artık eskisi kadar sağlıklı da değilim. Bir gün bu hayatta ki yolculuğumu tamamlayıp gideceğim. Ama arkamda senin gibi büyük bir yazar ve büyük bir dost bırakacağım. Sana mirasımdır; ben yokken hayallerinden vazgeçmeyip yoluna devam edeceksin. Pes etmek yok. Bunu bana sen öğrettin. Senin kocaman bir kalbin var eminim karşılığını da alacaksın. Sana tek mirasım bu da değil bu yolculukta ben olamayacağım. Sana destek olacağımı söylemiştim. Bu yüzden tüm mal varlığımı da sana bırakıyorum. Gelecekteki yazar hanım bunları unutma. Bu yaşlı amcanı hiç unutma olur mu?

Kemal Amcan

Göz yaşlarımı silerken iskelede durmuş denizi izliyordum. Başardım Kemal amca. Ben de senin gibi yazar oldum. Pes etmedim. Artık benim hikayelerimde çocukların gönlünde taht kuruyor. Kağıdı katlayıp yeniden cebime koydum epey yıpranmıştı artık.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu