Değişim ve Gelişim Çoşkusu

Bir erdem olarak değişim ve gelişim coşkusuna çalışırken temel soruyu sorarak başlayalım, önemi ve gerekliliği üstünde duralım. Değişim ve gelişim coşkusu neden önemli ve neden gereklidir?
Değişim hayatın kaçınılmaz bir noktasıdır.
Filozof Herakleitos’un meşhur “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” sözüne değinmeden değişimi anlamak mümkün olmayacaktır. Üstüne çokça düşünüp yorumlar yapılacak bu sözünden anladığım üzere; her an tek ve mükemmelken aslında o ana dönüş yok ve hiçbir şey bir saniye önceki gibi değildir. Bu hız ve değişime şimdilerde fizik biliminin ilerleyişi ile daha net yorumlar yapabilmekteyiz. Şöyle ki;
Tüm evren bir noktada sürekli değişim halindedir. Entropinin artış yönü hep daha dağınık ve düzensiz olana ilerler. Her ne kadar fizikçilerin bir kısmı bu yönün terse dönebileceğinden de bahsetse -zamanda yolculuk gibi kuramlar- büyük bir çoğunluk bu yönün değişmeyeceğinden ve her zaman daha dağınık olana ilerlediğimizden söz etmektedir. Fizikçilerin bu tartışmalarının da temelinde olduğu gibi şu an olduğumuzdan daha farklıya hem gözle görülür evrende hem de moleküler boyutta da sürekli saniyelik değişimlerle daha dağınık ve daha yeni bir evrene, var oluşa ve aynı zamanda fikirsel dönüşümlere ilerliyoruz.
Değişimden bahsederken evrim teorisinden bahsetmemek olmaz elbette. Evrim teorisinde doğal seleksiyon ile değişime ayak uydurabilenler hayatta kalmış ayak uyduramayanların ise yaşamları son bulmuştur. Farklı koşullara ve durumlara ayak uyduranlar, değişerek kendilerini geliştirmiş ve hayatta kalabilmeyi başarmıştırlar.
İnsanlık tarihinin sürekli bir değişim içinde ilerleyişine tanıklık ederken, hiç şüphesiz son 100 yıl içindeki bu değişim bizi heyecanlandırdığı kadar da korkutmuştur. Hepimizin aklına gelen bu soruyu bende bir kez daha soruyorum kendime ve size: “Daha ne kadar ilerleyeceğiz?” Sanırım çoğumuz bunu merak ediyoruz. Aynı zamanda biliyoruz da ilerleyişin bazılarına şahit olup bazılarına ise şahit olamayacağız. Hepimiz değişimin ve ilerleyişin devam edeceğine neredeyse eminiz. Bu yüzden değişimi hayal etmek bile bizi çok heyecanlandırır ve aynı zamanda fazlasıyla korkutur. Çünkü; insan bilmediğinden korkar. Üstelik bu özellik insanlar için yeni de değildir. Bahsettiğimiz korku bize genlerimizle önceki kuşaklardan aktarılmıştır. En çarpıcı kısım bu olsa gerek ki; bizi bu günlere getiren değişimin altında, korkunun peşine düşmek ve merak duygumuza yenilmek yatar. Aslında o korkunun peşine düştüğümüz için biz yani insanlık bu evrende bu gelişmişlikle hala varlığımızı devam ettiriyoruz.
Özellikle değinmek gerekir ki; değişimin son 100 yıldaki hızı, bilgiye ulaşmanın kolaylığı ile birlikte giderek artan bireysel farkındalıklar oluşturmuştur. Oluşan farkındalıkların hızı değişim ve gelişim için hem çok elverişli hem de fazlaca zorlayıcı bir ortam yaratmaktadır. Kendimizi her dakika belki her saniye bir yenilik ve farklılığın ortasında bulabilir ve ani değişimlere hazırlıksız yakalanabiliriz. Anın farkındalığı ile yaşamak esnasında bu değişimlere eleştirel gözlerle bakıp kendimizi değişime ayak uyduran bir hale getirebiliriz. Tüm bahsettiklerimizden sonra mutlak sonuçtur ki; biz insan türünün içindeki bireyler olarak kendi tarihimizde hatta evrenin ve doğanın ilerleyiş tarihinde, değişime karşı durup varlığımızı mevcut haliyle koruyup varlığımızın durağan yapısını devam ettirmemiz mümkün değildir. Bu yüzden değişim ve gelişim coşkusu bizim için çok önemli ve son derece gerekli bir erdemdir.
Değişim ve gelişimin coşkulu şekilde yaşanmasının bir erdemi oluşturmasının üstünde durmak gerekir.
Değişim çoğunlukla devamında gelişimi getirmektedir. İnsanlık tarihi boyunca değişimin var olması sayesinde eskiden var olduğumuz aşamadan çok daha iyi bir noktaya geldik. Eskiden var olduğumuzdan da daha ileride olmak gelişmektir. Bu yüzden bu erdem değişim ve gelişimi aynı anda barındırır. Değişim ve gelişim sürecinin ilerleyen aşamalarında artık benimsemiş olduğumuz bu erdemin coşkusunu içimizde hissedeceğiz.
Coşku kısmının şüphesiz en iyi yanı ise sürekli değişen insanlık tarihinde ve evrende önümüzdeki farklılıkların bizi korkutmaktan ziyade başka bir bakış açısı ile gelen yeni olanı keşfetme duygusunun bizde uyandırdığı merakla bu keşfin tadını çıkartmamızı sağlamasıdır. Bu sebeple önemi ve gerekliliğinin yanında eğlenceli kısmını da keşfedebileceğimiz bu erdem değişim ve gelişim coşkusu olarak isimlendirilir.
Değinmek gerekir ki; her ne kadar gelişim ve değişim birlikteyken bir erdem oluşturacak kadar bağlı da olsa bazı noktalarda değişimin ardından gelişim gelmeyebilir. Demem o ki değişimin negatif yönü de mevcuttur. Bu sebeple konunun bu kısmının da üstünde durmamız gerekir. Burası belki de en dikkatli olmamız gereken yerdir. Değişim kendi içinde müthiş de olsa her zaman devamında gelişim gelmeyebilir. Burada kilit nokta akıl süzgecini kullanarak sorgulamak ve farkındalıkla değişimi incelemektir. Bu sorgulamayı düzgün bir şeklide yaptığımızda değişim devamında gelişimi mutlaka getirecektir.
Değişim ve gelişim coşkusu için değişik bir bakış açısından da bahsetmek istiyorum.
Başlangıçta anlam vermesek de aslında şu an olduğumuz kişi aslında biz değiliz. Fazla iddialı bir cümle değil mi? Biz yaşımız kadar yıl boyunca ailemiz, arkadaşlarımız ve toplumun oluşturduğu bir karakteriz. Mevcut içinde olduğumuz kişi (beynimizin içi) ve toplum belirli düşünce ve yaşayış kalıplarına sahiptir. Kendimizi çoğu zaman toplumun ve ailenin uzağında ve onların etkisinden, bize dayattıklarından uzağız sanırız ama biz mücadele etmezsek onların çevresinden çoğu zaman çok da uzaklaşamayız. Aslında sorgulayarak kabul etmediğimiz, farkındalıkla inançlarını, tercihlerini, sevdiklerini ve sevmediklerini seçmediğimiz bir karakterin içindeyiz.
Bunun üstüne düşünmememiz gerekiyor. Bu düşüncenin başlangıcını “Sahip olmak istediğim karakter özelikleri neler?” sorusunu sorarak yapabiliriz. “Kendi kimliğimizi inşa etme”[1]nin başlangıcını bu soruyu sorarak yapabiliriz. Soruya verdiğimiz cevaplar bizi nasıl değişirim sorusuna getirecektir. Bu sebeple yeni bir kimlik inşa etmek için değişim ve gelişim coşkusuna ihtiyaç duyarız.
Fikirsel anlamda değişim ve gelişimi inceleyelim.
Yaşadığımız yüzyılda fiziksel olan değişimden ziyade fikirsel açıdan değişim daha kritiktir. Değişim ve gelişim coşkusu erdeminin benim üzerinde en çok durduğum ve önemli bulduğum kısmı fikirsel değişim ve gelişimdir. Fikirlerin gücü her zaman bizi hayrete düşürse de hiç şüphesiz son 100 yılda bilgiye erişim ve kitlelere ulaşmanın kolaylığı ile fikirlerin yayılma hızı artık fikirleri daha güçlü ve daha önemli bir noktaya taşıdı. Fikirlerin önemi ve gücünün yanı sıra bu kadar çok fikrin içinde doğruya ulaşmak sorununu da göz ardı etmemek gerekir. Değişmekten ve gelişmekten bu kadar bahsettikten sonra bu erdemi özgürce edinip uygulayabilmek ve doğruya ulaşmak yolunda ihtiyacımız olan temel insan hakkı düşünce ve kanaat özgürlüğünden bahsetmek gerekmektedir. Şöyle ki;
İnsan hakları insana sadece insan olmasından kaynaklı olarak duyulan saygının bir dışa vurum şeklidir. İnsan haklarının temelini oluşturan ve çekirdek alan dediğimiz kısımda yer alan düşünce ve kanaat özgürlüğü uluslararası düzeyde korunan bir insan hakkı olmasının yanında birçok ulusal Anayasada da güvence altına alınmıştır. T.C Anayasası m. 26 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10 “Herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Düşünce ve kanaat özgürlüğü son derece kritik bir hak olmasından dolayı ulusal ve uluslararası düzeyde anlaşmalar ve yasalar ile korunmaktadır fakat aynı zamanda en çok ihlal edilen insan haklarından biridir. Burada ihlalin sebeplerinden ve çözümünden ziyade hakkın temeline ve aslında sahip olmak istediğimiz erdem değişim ve gelişim coşkusu ile bağından bahsetmeliyiz. Değişebilmek için özgür düşünceye ihtiyaç duyarız. Birden fazla düşüncenin ve kanaatin içinde doğrusuna ulaşmak, olmak istediğimiz kişiyi seçmek ve ilerleyen her süreçte sorgulamak ve farkındalıkla ilerlemek adına temel garantimiz düşünce özgürlüğüdür. Düşünce özgürlüğünün temel yapı taşları olan durumları değerlendirirken objektif olmakta fayda var.
Fikir dünyamız, düşünce yapımız için farklı bakış açıları, farklı düşünce ve kanaatler, masanın karşısında oturan kişin veya kişilerin düşüncelerinin argümanları bir hazine niteliğinde olabilir. Doğruluğuna inandığımız şeylerin tam zıddını düşünen biriyle sohbet ederken onun argümanlarını değerlendirip kendi fikrini ve düşünceni test etmek, değişim ve gelişim coşkusuna sahip bir karakterin özelliğidir. Ayrıca karşıt düşüncenin argümanlarını görmek seni farklı bir doğruya götürebilir ya da karşı tarafın argümanlarına saygı duymaya başlarsın. Düşüncesini doğru bulmadın, hala aynı düşünceye sahipsin ama karşı tarafın düşüncesini temellendiriş şekline ve argümanlarına saygı duyar ve bir şeyler öğrenebilirsin. Bir düşüncenin doğru ya da yanlış olduğunu anlamak için karşıt düşünceye muhtacız. Düşünce özgürlüğünün yeteri kadar etkin kullanılmadığı durumlarda aslında en çok doğru olduğuna inandığımız şeyler bile bizim için argümansız boş bir hurafeye dönüşebilir.
Düşünce ve kanaatleri açıklamanın bu kadar önemli olmasının yanında fikirlerini temellendirirken kullandığı argümanlardan dolayı saygı duyduğum düşünür John Stuart Mill’den alıntı yaparak bu kısma son bir özet geçelim.
“İlk olarak herhangi bir düşünce susturulsa ve bastırılsa bile doğru olabilir. Bunu reddetmek, her şeyi bildiğimizi yani yanılmaz olduğumuzu iddia etmektir. İkinci olarak, bastırılan fikir hatalı olsa dahi, genellikle kısmen doğrudur. Toplumca kabul edilen fikirler hiçbir zaman tamamen doğru olamazlar. Dolayısıyla gerçeklere ulaşmak ancak karşıt fikrîlerin çarpışmasıyla mümkündür. Üçüncü olarak, toplumca kabul edilen fikirler bütünüyle doğru olsa bile, karşıt fikirlerin itirazlarına ihtiyaç duyulur. Aksi takdirde, bu fikre inanan kimseler bile fikrin gerçek dayanaklarından bihaber kalırlar. Dördüncü ve son olarak da öğretiler anlamını ve değerini kaybedebilir. İnsanların hareketlerini düzenleme amacı taşıyan öğretiler , zamanla bu açıdan yetersiz hale gelebilirler. Bu durumda doğmalar türer ve insanlar fikirleri sadece görünüşte kabul etmeye başlarlar. Kişisel tecrübeler ve akıl yoluyla bir fikre inanmak imkansız hale getirilir.”[2]
Mill’in düşüncelerine tamamen katılmakla birlikte eklemek gerekir ki, gerçekliğine ulaşılamayan bilgilerin içinde bir değişim de olması mümkün değildir. Bu sebeple değişimin ve gelişimin coşkusu erdemine sahip olup özgürce hayatımıza katabilmemiz için temel bir insan hakkı olan düşünce kanaatleri açıklama özgürlüğüne sahip olmalıyız. Bu temel hakka gösterdiğimiz saygı ve hükümetlerin gösterdiği saygının oranına göre değişmek ve bu aşamada gelişmek mümkün olacaktır.
Değişim ve gelişim coşkusu erdemine sahip olmak konusunda değinmemiz gereken bir diğer konu prangalarımız, kendimize bu aşamada “neden yapamıyorum? “sorusunu sormamız gerekecek. Bu soruya gereksiz özgüven cevabı ile başlayalım. Her şeyi bildiğini zannetmek, aslında içinde bulunduğun durumun, düşüncelerin ve inançlarının son derece doğru olduğundan emin olmaktır. Bu eminlik seni kibre sürükler ve kibir burnun ucunu görmeni engeller. Gereksiz özgüvenini bir köşeye çekersek daha da temelde ve kibir kadar tehlikeli olan yanılmazlık iddiasına ulaşmış olacağız. “Yanılmazlık iddiası dediğim kavram, bir doktrine ya da fikre tam inanç beslemek değildir; bir sorunun cevabını karşı tarafı dinlemeden vermek ve karşı tarafı bu cevaba inanamaya zorlamaktır.“[3]Karşı tarafı küçümseme ve karşıt görüşüne saygı duymamanın bir göstergesi olan yanılmazlık iddiası yüzünden asla bize dayatılan karakterden çıkamayıp kendi kibrimizin içinde sorgusuz sualsiz bir yaşam geçiririz.
Bir diğer cevap ise bilinmezlik korkumuz.
Hepimizi dahil ettim çünkü; bilinmezlik korkusunu genetik bir miras olarak taşıyoruz. Yeni ve farklı olandan korkarız ve bu tamamen içgüdüsel olarak gelişir. Yenilik ve farklılık kavramlarının değişimin temelinde yatması şaşırtıcı olsa da insanlık için en zor olan iki kavram olmalarından dolayı değişim gibi zor bir sürecin temelini oluşturmaları son derece normaldir. Yeni olan şeyler her zaman farklı olmasa da çoğunlukla içinde bir farklılık unsuru vardır. Biz insanlar olarak farklı ve özgün olmayı, toplum tarafından dışlanmaktan yani normal kavramından çıkarılmaktan ve bilinmezlikten korktuğumuz için sevmeyiz. Bu yüzden farklılık ve yenilikten uzak dururuz. Bu davranışın temelinde ise konfor alanının dışına çıkmama isteğimiz yatmaktadır. Konfor alanımız bize bir hayat ve zihin dengesi verir. Bu dengenin bozulması konfor alanından çıkmak demektir. Aslında durağan varlığımızı devam ettirme isteğini de artırır. Belirli bir gruba üye olmak her zaman farklı olmaktan daha kolay olmuştur.
Bunlar örneklediğim ve kendi yaşamımda karşılaştığım, tanık olduğum prangalar. Prangalar bizi zihinsel olarak zorladığı için bu bedeli ödemekten kaçıyoruz. Her ne kadar farkında olmasak bile her şeyin bedeli olduğu gibi konfor alanında kalmanın da bir bedeli vardır. Yani bir topluluğa üye olup yeni ve farklı olandan kaçmanın da bize elbette bedeli var. Yalnızca biz henüz farkında değiliz. Prangaların üstüne gittiğimizde özgür irademizle olmak istediğimiz kişi ve inşa ettiğimiz karakter için bedel ödeyeceğiz.
Peki bedelden bahsederken neyi kastediyoruz?
Değişim ve gelişim coşkusunun bedellerini; kendi doğrularını sorgulamak, çoğunluktan olmadığın için dışlanmak ve azınlık olmak, belirsizlik sürecinin ruhsal kaygıları ve farkındalık ile yaşamak şeklinde özet geçebiliriz. Prangalara sıkışıp kalmanın bedelini; asla özgür olmamak, ailenin ve toplumun dayattığı karakterin içinde sıkışıp kalmak, sabit inanç ve alışkanlıkların içinde rutinsel robotlaşmak şeklinde özetlersek aslında hiç bedeli olmadığını düşündüğümüz konfor alanın bedellerinin ağırlığı ile karşılaşacağız. Bu aşamada eğer her şarta bedel ödeyeceksek ki görünen o ki ödeyeceğiz. Kendimiz için iyi olan ve özgür irademizi kullanarak inşa ettiğimiz karakter için bedel ödemeyi seçmenin, kendimize duyduğumuz saygıdan dolayı insan onuruna daha çok yakıştığı kanaatindeyim.
Şu an yani 21. yy’dan geçmiş insan ve toplumlara bakılınca değişim ve gelişime karşı çok fazla dirençle karşılaşılmıştır. Uzun yıllar insanlar ve topluluklar değişmemek, mevcut konfor alanlarını korumak için savaşmışlardır. Bir yerde onları anlasak da nihayetinde iyi bildiğimiz gibi bugünden geriye bakarken o günlerin ne kadar yanlış ve hatalı düşüncelerle dolu olduğunu, değişime direnmenin yanlış ve beyhude bir çaba olduğunu iyi biliriz. “Geçmiş dönemlerin en seçkin insanları bile şimdilerde hatalı kabul ettiğimiz fikirleri savunmakta beis görmemiştir.” [4]
Son olarak “Değişim ve gelişim coşkusuna nasıl sahip olurum?” sorusunu sormalıyız.
Bu sorunun cevabına geçmeden hemen önce; gözlerimizi kapatıp -kapat lütfen- önceki deneyimlerimizdeki ufak ufak değişimlerin hayatımızı nasıl değiştirdiğini ve oluşturmak istediğin karakterinde değişim ve gelişim coşkusuna sahip olursan nasıl biri olursun? Bunları hayal et lütfen. Çünkü hayal etmek en kolay motivasyon yolu ve gerçeğin ufak bir simülasyonudur.
Hayalimizdeki kişi olmak için değişime direnmeyip onun doğasını anlamalıyız. İnsan tam olarak mükemmel doğmaz, iyi ve kötü düşünceler içimizde senkronize olarak varlığını devam ettirir. Çevremiz toplum ve ailenin bize dayattığı doğmalar, stabil olarak itaat etmemizi isteyen iktidarlar ile çevrilidir. Kendimizle ilgilenerek, kendimize karşı daha farkındalıkla yaklaşarak biz bizde olmayan bir erdemin eksikliğini hissedebiliriz. Oluşan farkındalık ile değişim ve gelişim coşkusunun üzerinde çalışmaya başlayabiliriz.
Yeni ve farklı olan bir fikir ile karşılaştığımızda belki soru işareti ile bu fikri incelemeye başlamalıyız.
Ufak ve nispeten daha önemsiz konular da olsa yavaş yavaş ‘özgüven liste[5]miz uzayacak. Özgüven listemize yeni maddeler ekledikçe artık yeni ve farklı olandan korkmak yerine coşku ile incelemeye başlarız. Kendimizin daha iyi versiyonunu yaratmak için attığımız her adım özgüven listemizde bir yeni madde olarak kaydedilir. Aslında zor olan, alışılmışın dışında belki hayat görüşümüze taban tabana zıt bir görüşü bile sorgulayarak akıl süzgecinden geçiririz. Bu coşkulu hal keşfedilecek yeni fikir dünyaları ile merakımızı kamçılar. Karşımıza çıkan yenilik ve farklılıklar bizi korkutmaz tam aksine zevkle bu yenilik ve farklılıkları keşfederiz.
Değişmek ve gelişmek için önce;
- İlk adım hiç şüphesiz kendini tanımaktan geçer, kendimizde eksik olanı tespit etmek, hangi konuda ve ne için değişmek istediğimizin farkında olarak bilinçli şekilde kendimizi tanımlayız.
- İkinci adım ise değişimin nasıl olacağını öğrenmekten geçiyor. Maalesef bu konuda bilgimiz olsa da yeteri kadar mükemmel değiliz, bu yüzden değişimdeki radikal noktaları not almalı ve bu radikal noktalardan ilerleyerek bu işi günlük rutin olacak şekilde öğrenmeye çalışmalıyız.
- Üçüncü olarak amaçladığımız yol için planlar yapmalıyız. Öğrenme ve gelişim sürecinin en kritik noktası birincisi plan yapmak ikincisi düzenli ilerlemektir. Plan yaparken hedefler koymak konusunda gerçekçi olmakta faydalar var. İlk gün için saatlerce makale okumak yerine bugün değişmiş ve yeni inşa ettiğim karakterimi hayal edeceğim şeklinde planlar yapmalıyız. İlk gün hatta ilk hafta için iyi bir plan olabilir.
- Dördüncü ve son olarak düzenli ilerlemeler kaydetmek. Bunun için yaptığın programa uymak yetecektir. Çünkü programını düzenlerken zamanını ve emeğini yönlendireceğin kadar çizelge oluşturmuştun. Ve sonuçları periyotlar halinde kontrol ederek gelişmeni takip et.
Nasıl yapılır sorusunun temel olan birkaç cevabını yazdım. Biz kendimizi farkındalık içinde sorgulayarak değişime ayak uydururuz. Yeni bir kimlik inşa etmek zor ve tatmin edici bir süreçtir. Bu süreçte yeteri kadar zaman vererek planlı ve istikrarlı bir emek verirsek değişim ve gelişim coşkusuna sahip olabiliriz.
Değişim ve gelişim coşkusuna sahip bir karakter, yeni ve farklı bakış açılarına ve daha geniş bir vizyona sahip olur. Ayrıca belirsiz olandan korkmaz. Önyargılarından sıyrılır. Farklı olanı yargılamaktan ziyade onu merak eder ve anlamaya çalışır.
Değişim kendini yaratmaktır. Değişim geleceği yaratmaktır.
ZEYNEP GÜRLEYİK
Erdem çalışmayı bir felsefe haline getiren ve bu eserini benimle paylaşan M. Alperen ONARIR’a sonsuza dek…
[1] M. ALPEREN ONARIR
[2] JHON STUART MİLL – ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE – KUTU YAYINLARI 2019- SYF 69-39-35
[3] M. ALPEREN ONARIR