Serenad Kitap İncelemesi
Serenad, 2011 yılında Zülfü Livaneli tarafından yazılmıştır. Kitap bir aşk hikayesi gibi görünse de içinde birçok önemli detayı barındırıyor.
Döneminde Amerika’da “Yılın En Başarılı Romanı” ödülünü alan Serenad, konu itibariyle çok çeşitli. İlk olarak 1939-42 yılları arasında Türkiye’ye gelen Alman bir profesörün, tekrar İstanbul’a geldiğinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nde çalışan bir kadın üzerinde bıraktığı etkileri görüyoruz. Profesörün zamanında Nazi zulmü hakimdi. Eşi de bir yahudi olduğundan onlar için artık kaçma zamanı gelmişti. Eşiyle beraber Türkiye’ye doğru yola çıkmışlarken eşi Nadia Naziler tarafından esir tutulur. Profesör de Türkiye’ye tek başına gelir ve Nadia’yı da Almanya’dan getirtmek için çalışmalara başlar. Türkiye’den de geçecek olan Struma adlı gemi ile yola çıkan Nadia’yı ve profesörümüzü kim bilir neler bekliyor!
Gerçek bir hikaye!
Ne yazık ki gerçek bir hikaye! İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin hedefinde Yahudiler vardı. Romanya’daki Yahudiler de bundan nasibini aldı. İçinde Yahudilerin (769 kişi) olduğu ve Romanya’dan kalkan Struma gemisi İstanbul’da Sovyetler tarafından batırıldı. Yük gemisi olmasına rağmen ve 100 kişinin bile zor sığacağı gemiye tam 769 kişi sığdırılmış. Gemi İstanbul’a varmadan arıza yapmış ve İstanbul’a demir atmış. Asıl varış noktası Filistin. Ancak hiçbir zaman Filistin’e gidemeyen bu gemiden sadece 1 kişi kurtulmuştur.
Türkiye bu olayda tarafsız kalmayı, daha doğrusu Almanya’yı karşısına almamayı tercih etti. Bu nedenle bu olayda tek bir suçlu arayamayız. Olaya tarafsız bakarsak başta Almanya olmak üzere Rusya, Türkiye, İngiltere ve Filistin de bu işin sorumluluları gibi gözüküyor.
Livaneli, içerik olarak kendini tekrarlıyor!
Gözüme çok çarpan bir iki nokta var. Olaylar hep İstanbul’da başlıyor. Leyla’nın Evi’nde olduğu gibi uzun uzun İstanbul anlatımı; kaldırım taşından köşedeki bakkala kadar tüm detaylar… Daha sonra Avrupai bir tarza dönüşen bir anlatım… Evet, bunu iyi yapıyor. Yine milli ile uluslararasını harika harmanlamış. Her zaman dediğim gibi enternasyonal bir yazar. Ancak ne yazık ki birbirine yakın zaman dilimlerinde yazdığı kitapların ortak özelliği çok!
Şunu da söylemeden geçmeyelim. Ana karakterin kadın olması (Maya), kadın gözünden bu kitabın anlatılması çok ilginçti. Livaneli, bunu çok iyi kotarmış gözüküyor. Bir de her ne kadar okuması akıcı olsa da eksik bir şeyler vardı. Belki de fazlalık vardı. Bunun nedenini tam olarak anlayamıyorsunuz. Sanki yarısı bizden diğer yarısı başka bir yerden gibi oluyor okurken. O başka yeri yine bizle dolduramıyoruz.
Sanırım üzerine en çok kitap yazılan, herhangi bir kitapta hakkında bir cümle dahi olan konu, Nazilerdir. Bu kitap tamamen Struma olayıyla ilgili olan bir araştırma kitabı olsaydı bu kadar ilgi çekmezdi tabii! Ama ara ara aşk hikayesine dönüşen, biraz gerçek biraz da kurgusal bir anlatım herkesin ilgisini çekebilir.
Bu arada baş karakterimiz Maya’nın alelade bir üniversite görevlisi olması kitapta en sevdiğim detaydı. Çünkü genelde baş karaktere binlerce müthiş özellik yüklenir. Okuyucu da kendini sorgulamaya başlar. Karaktere kendini fazlaca kaptırarak daha sonra da hayatı sorgulamaya başlar.
Kitabın ikinci yarısı bambaşka!
Bir ara kitabın yarısında kitabı noktalamak istedim. Çünkü yukarıda saydığım olumsuzluklar benim için fazlaydı. Ancak ikinci yarısından sonra öyle şeyler oldu ki kitap bittiğinde nasıl bir boşluğa düştüğümü anlatamam. Duygu olarak dalgalı bir kitap olmasına rağmen Livaneli’nin kurgu ile gerçeği bu kadar iyi oturtması ayakta alkışlanır. Ayrıca birçok kaynaktan da yararlanarak yine entelektüelliğini ortaya koymuş.
Çok sevdiğim bir kitaptır. Gerçekten güzel bi yazı.
Teşekkürler Samet.