Ben bu satırları yazarken hava çoktan karardı bile. Vakit, gecenin derinliklerine doğru emin adımlarla ilerliyor. Şairin tam “Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkâr” dediği vakitlerdeyiz. Bilir misiniz, akşam olunca üzerime hep bir melal çöker. Bir anda bir hüznün içinde bulurum kendimi. Yanlış anlaşılmasın, bu durumdan asla şikayetçi değilim. Hatta hava kararınca üzerime çöken bu tatlı hüzün, bana çok ayrı bir zevk verir. Sanırım “hüznü” diğer duygulardan biraz daha fazla seviyorum. Çünkü, “Hüzün ki en çok yakışandır bize”, biliyorum.
Hüzünden bu kadar çok bahsettiğim için okuyucularım beni karamsar ya da hastalıklı birisi olarak tanısın istemem. Onlara şöyle bir teşbihte bulunsam öyle zannediyorum ki meramım daha kolay anlaşılacaktır: Hayatımı Bozkırın Gönlü Garip Tezenesi Neşet Ertaş’ın türküleri gibi yaşıyorum. Bilirsiniz, üstadın en hüzünlü türkülerinde bile nasıl umut varsa en hareketli türkülerinde bile hep hüzün vardır. Benimki de o hesap işte. Bir bakarsın, bir gün gülmüş üç gün ağlamışım. Bir bakarsın, bir gün ağlamış üç gün gülmüşüm. Ama en nihayetinde kendimi hep hüznün kucağında bulmuşum. Vesselam…
Bazı insanlara hüzün yakışır Üstadım. Kelâmın da yüreğin kadar güzel vesselam😊…
Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Yeğenim, sen şu anda ne ile uğraşıyorsun, yazar mısın psikolojik danışman mı? Ve Türkiye’de iken biz seninle neden görüşemedik?