İncelemelerKitap

Suat’ın Mektubu Kitap İncelemesi: Deliliğin Sokaklarında

Bir yakınınız, arkadaşınız veya sevgiliniz ile uzun bir yolculuk sonrası eve döndünüz. Apartmana doğru yaklaşırken dikkatinizi çeken şey evinizin ışıklarının yanıyor olması oldu. Belki yedek anahtarı olan bir tanıdığınız eve gelmiştir ya da evden çıkarken ışıkları açık unutmuşsunuzdur diye düşündünüz. Fakat kapıyı açtığınızda karşılaştığınız sahne, sizleri bu düşüncelerden hızlıca uzaklaştırmaya yeterdi.

Bu sahneyi kafanızda canlandırın, sizi en çok korkutabilecek olan durum nedir? Gecenin köründe evinizin ortasında en çok neyden karşılaşmaktan korkarsınız, aklınıza neler geliyor? Belki de bu sorunun cevabını aramak yerine oluşan belirsizlikte kendinizi kaybetmek sizin için yeterince ürkütücüdür.  İnancım şudur ki tam olarak bu sahne, ünlü kitabı Huzur’u yazarken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kafasından geçirdiği ve böylelikle de kendisinin, korku edebiyatının yasak çocuğu H. P. Lovecraft’a en çok yaklaşan Türk yazarlardan birisi olmasını sağlayan noktaydı.

Bu yazımda yapacağım incelememde, değişik bir yaklaşım sergileyerek topyekûn bir kitap incelemesi yapmak yerine kendine ait bir kitaba sahip olan bir yan karakterden bahsetmek istiyorum. Söz konusu kitaba gelmeden önce de modern Türk edebiyatının öncülerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın en değerli kitaplarından biri olan Huzur’dan başlayacağım. Bu kitabı ilk okuduğumda kitabın bana sunduğu tüm zevkler dışında aslında aklımda en çok kalan nokta, hikâyesinden veya vermek istediği mesajından çok yan karakterlerinden biriydi: Suat.

Sayfaların Dışına Taşabilmek

Huzur kitabının başlarında ana karakter Mümtaz’ın hikâyesini derinleştirmek, onun hikâyesinin önemli parçalarından biri olmak amacıyla ortaya çıkan Suat, şahsi yorumumca hem kitaptaki bir karakter olarak hem de edebi bir figür olarak çok hızlı bir şekilde mukaddem değerini arkasında bırakıyor. Hatta bu yükselişi, ulaştığı nebze ile birlikte, kitabın sonlarına doğru ana karakterin tüm benliğiyle tam olarak karşı tarafını oluşturmayı başarıyor. Yani Mümtaz’ın geceleri aynaya baktığında karşılaşmaktan korktuğu şeyi simgeliyor, Mümtaz yaşadıkları olaylara verdiği tepkilerde geri adım attıkça Suat da daha da çok agresifleşiyor. Ve bu hâliyle, metnin tamamı içerisinde hikâyenin akışını o kadar etkileyen bir karakter oluyor ki Huzur kitabının sayfalarına sığamaz hale geliyor. Bu yüzden de bu yere göğe sığdırılamayan korkutucu karakter ile bir kitapta daha karşılaşıyoruz, hatta bizzat kendi kitabında: Suat’ın Mektubu.

Suat karakteri, bizzat kendisi için birçok yazı yazılmış olma değerine sahip olan bir karakter. Hatta öyle ki Huzur yayınlandıktan sonra birçok okuyucu, kitabın yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar’ı bu konuda sorguya çekmiş ve kendisinden “Suat’ın hikâyesinin devam edeceği” bilgisini almışlar. Yani anlayacağınız bu karakter, doğası gereği hem kitabın ana karakterinin hem de yazarının rüyalarına girmeyi başarmış bir karakter. Ve açıkçası kitap hakkında söyleyeceğim ilk şey de karakterin bu kişiliğinin kitaba güzel aktarılmış olması. Kitap gerçekten de bir lineer hikâye anlatmak yerine konusu olduğu karakterin vahşi kişiliğini izah etmeye odaklanmış. Bu sebepten ötürü kitaptan zevk alabilmek için ya önce Huzur’u okumuş ve Suat’ı tanıyor olmanız ya da yalnızca karakterin boş vaktinde ne gibi günahlar işlediğini merak ediyor olmanız lazım. Şahsen ben her iki kritere de uygun olduğumdan dolayı kitaba hızlıca bağlandım. Ve bu iki önemli kısım, aynı zamanda kitabı da değerli kılan iki nokta: Suat’ın kişiliği ve eylemleri.

Bir Yaşam Amacı Olarak Nefret

Kitap ortaya çıkış amacı olarak Huzur’un hikâyesini ve Mümtaz’ın kişiliğini, Suat’ın perspektifinden anlatmayı hedefliyor. Dolayısıyla metinde karşılaştığınız şey, acımasız düşünceleri ile satırları, deliliği ile de İstanbul sokaklarını dolduran bir psikopatın otobiyografisi tadında bir deneyim oluyor. Bu yönü ile sanki tarihe damgasını vurmuş ünlü katillerden birinin kendisi hakkında yazmış olduğu bir metni okuyor gibi hissediyorsunuz. Fakat metin bundan ibaret değil çünkü Suat bundan ibaret değil.

Hatta kendisinin de farkında olduğu gibi Suat yalnızca kendi hikâyesi ile değerli değil. Suat’ı olduğu kişi yapan yani Suat’ı Suat yapan şey, Mümtaz’a karşı hissettiği nefret ve bu nefret uğruna onun hayatını mahvetme isteği. Suat’ın sahip olduğu zıtlığı ile Mümtaz’ı bu derecede tamamlayan ve onun karşısında duran bir güç olması, adeta Mümtaz’ın beyaz ve sıkıcı hayatı içerisinde siyah ve kaotik anları yaratan kişi olması, Ying-Yang felsefesini aratırcasına bu karakterleri birbirine bağlıyor ve aynı şekilde de Suat’ı değerli kılıyor. Ayrıca, daha çok çizgi roman kaynaklı edebi çalışmalarda görmeye alışık olduğum bir motivasyon türünü de burada da görmekten ayrıca zevk aldım.

Tamamen zıt köşelerde duruş sergileyen bu iki karakteri birbirlerine çeken şey, tesadüfen kesişen hayat deneyimleri olarak da kalabilirdi. Fakat Suat’ın kendi hayatına anlam katan şeyin tamamıyla Mümtaz’ın hayatındaki ışığı söndürmek olması, adeta kafamda Joker ve Batman’i canlandırıyor. Ayrıca da spoiler vermeden anlatmak gerekecek olursak da Suat’ın Mümtaz’a yapacağı son şaka, bu durumu gerçekten de somutluyor. Bu haliyle de Suat’ın olmadığı bir dünyada Mümtaz’ın solgun kalacağını bilmek, bu çıldırmış kişiliğe oynayabileceği son bir kart daha bırakıyor.

Deliliğe Birinci Elden Tanıklık Etmek

Kitabın bize Suat’ın iç dünyasından aktardığı ikinci bir işlevi daha var. O da şu ki Suat’ın Mümtaz’a zarar vermek, onu yozlaştırarak kendi seviyesine yani deliliğin cirit attığı ücra köşelere çekmek için yaptığı eylemlere şahitlik edebilmemiz. Ve gördüğümüz kadarıyla bu kişinin amacına ulaşmak için yapmayacağı şey, kırmayacağı kural gerçekten yok. Bizzat Mümtaz’ın kendi evinde saklanırken ona yapacağı fiziksel ve psikolojik zararları kafasında kurgulaması, eylemlerinden ötürü Mümtaz’ın “zayıf” kişiliğini suçlu tutması veya Mümtaz’ın hayatındaki insanları sinsice takip etmesi gibi durumlar, sınırları zorladığı yalnızca birkaç örnekten ibaret. Ek bir nokta daha eklemek isterim ki bu kitap tamamlanmış bir metin halinde basılabilmiş değil.

Ne yazık ki Ahmet Hamdi Tanpınar Suat’ın deliliğinin sınırlarını çizmekle uğraşırken dünyadan ayrılmasından ötürü, bu eser karşımıza bir kitaptan çok bir nevi deneme yazısı veyahut da kitabın ismindeki gibi (Mümtaz’a yazılmış olan) bir “mektuptan” ibaret olarak var oluyor. Ve açıkçası normalde tamamlanmadan basılmış olması bir metin için bırakın önemli bir nokta olmayı, dikkat çekecek bir unsur bile olamazken ben bu metin için önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu mektubun yazarını da düşünecek olursak aslında elimizde akli sağlığı yerinde olmayan biri tarafından oluşturulmuş bir metin var. Dolayısıyla metnin de düzensiz bir yapıya sahip olmasını içinde bulunduğu bağlama uygun buluyorum.

Sonuç olarak da şiddet yanlısı bu karakterin karanlık fantezilerine, bizzat kendisi tarafından bozuk bir dilde ve dağınık bir kafada oluşturulmuş olan mektubunda tanıklık ediyoruz. Bu haliyle de benzer konu ve bağlamlarda metinler yazmış olan H. P. Lovecraft’a en çok yaklaşan Türk yazarlardan birisi olduğu için Ahmet Hamdi Tanpınar’ı tebrik etmek ve Suat’ın Mektubu kitabını, Lovecraftian türde bir korku/vahşet kitabı olarak not düşmek isterim.

Eğer deliliğin haznesi dağlardan inip yerini kent sokaklarında bulsun istiyorsanız, eğer çılgınlığın gölgesi Innsmouth kasabasından çıkıp kırılgan aklınızın üzerinde yer edinsin istiyorsanız bu kitabı sizde “şiddetle” tavsiye ediyorum.

İyi okumalar.

Efe Ayan

Başta edebiyat olmak üzere bilumum sosyal bilimlere ilgilidir. Eğer kedi severek dizi veya film eleştirmiyorsa kendisini @efelaruse olarak sosyal medyada bulabilirsiniz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu