EdebiyatHikaye

Gelin Ayşem

 Uçsuz bucaksız bozkırın ortasında zamanın durduğu İğdeli Kasabası’nda gün çoktan ağarmıştı. Hamide sabah erkenden kalkıp inekleri suya salmıştı. Kocası Tahsin Ağa ise samanlıktan yem getirmeye gitmişti. Hamide, zaman biraz ilerleyince kızı Ayşem’i uyandırmak için odasına gitti.  Küçük kız hayatını karartacak kararların alınacağı bir gün olduğundan habersiz mışıl mışıl uyuyordu. Ayşem, 12. yaşını yeni doldurmuş, çiçeği burnunda bir genç kızdı. Hamide perdeyi açarak:

– Kızım, kalk hadi. Kahvaltı hazırlayacağız.

Ayşem hemen yatağından kalkarak elini ve yüzünü yıkamak için bahçedeki çeşmeye gitti. Güzelce elini yüzünü yıkayıp kuruladıktan sonra annesinin yanına gitti. Birlikte kahvaltı hazırladılar. O sıra pulluğu ayarlayarak traktörünü çift sürmeye hazır hale getiren Tahsin Ağa eve geldi. Hep birlikte balkonda kahvaltılarını yaptıktan sonra Tahsin Ağa:

– İş beklemez. Ben çift sürmeye gidiyorum.

–  Dikkat et, bey!

Vakit öğleyi geçmişti. Ayşem ve Hamide bahçeyi temizlemiş, öğle yemeğini pişirmek için sobanın başına geçmişlerdi. O esnada Tahsin Ağa yorgun bir şekilde eve geldi:

– Hanım bir bak hele.

– Buyur Bey.

– Akşama Ali Paşaların Süleyman oğlu için Ayşem’e görücü gelecek, hazırlık yapın.

Tahsin Ağa kızını vereceğini alenen söylemese de bunu Hamide’ye hissettirdi. Hamide’nin yüzü düştü. “Ah şu zalim yokluk… Çaresizlikten insanın içini sömürür.” diye düşünerek Ayşem’in yanına geldi:

– Kızım, haydi oyna biraz.

Ayşem bahçeden çıkarak evlerinin yanındaki tarlalara doğru koşar adım yöneldi. Bir müddet sonra yorulup bir ağacın dibine çöktü. Fakat o da ne? Aman Yarabbi bu ne güzel bir kelebek böyle… Kelebeği incelerken annesi seslendi:

– Kızım hadi misafirler geldi.

Ayşem, “Bu misafirler de nereden çıktı?” diye düşündü. Ah zavallı Ayşem, başına geleceklerden habersizdi. O kadar saf ve masumdu ki misafirlerin yanına oyuncak bebeğiyle çıktı. Süleyman Bey’in bir an için içi sızladı ama evde kalmış oğlu Kazım için ilk defa biri görücülüğe kabul etti. Bu fırsatı geri tepemezdi. Kazım ise kendisinden 20 yaş küçük Ayşem’e bakıyor, bir yandan da görgüsüzlüğünden dolayı elindeki para kesesini sallıyordu. Süleyman Bey söze girerek Allah’ın emri Peygamberin kavliyle güzel kız Ayşem’i görgüsüz oğlu Kazım’a istedi. Tahsin Ağa, biraz yoksulluğun verdiği çaresizlikle biraz da kızının masumane halleri sebebiyle derin bir iç çekti, onaylarcasına başını salladı:

-Verdik artık. Her iki tarafa da hayırlı olsun.

2 hafta sonra düğün yapıldı. Tahsin Ağa, kızının koluna girerek onu evin önüne getirdi, Kazım’ın yanına oturttu. Kazım her an görgüsüzlüğüne devam ediyordu. Herkes eğleniyordu, gülüyordu ama Ayşem’in yüzü asla gülmüyordu. Tahsin Ağa’nın, Kazım’ın keyfi yerindeydi. İkisi de güya kazanmıştı(!). Ayşem sessizce döküyordu gözünden gözyaşlarını. Aklına oyuncak bebekleri geldikçe, gül yüzü mütebessim bir hal alıyordu. Ancak bu durum uzun sürmüyordu. Düğün bitmiş, herkes dağılmıştı.

Daha neyin ne olduğunu bilmeyen Ayşem, gerdek gecesini de bilmiyordu. O gece körpecik bedenine kendinden 20 yaş büyük, anca hayvanî istekleri uğruna yaşayan görgüsüz bir adam dokundu. O geceden sonra her şeyden ve herkesten utanır oldu. Komodinin üzerindeki oyuncak bebeklerinde dahi utanıyordu, sanki ona acıyarak bakıyorlardı. Yanındaki adam her gece horul horul uyurken Ayşem, sürekli gözyaşı döküyordu. Korkmakta haklıydı, kendi haline o da acıyordu. Ayşem’in o ağladığı gecelerden birinde hamile kaldığı birkaç hafta sonra anlaşıldı.

Doğumun son demlerine doğru bir ara bahçeye çıktı. Sancıları bedenini yavaş yavaş sarıyordu. Dinlenmek istedi. Usulca yere oturdu. Ağırlaşmış yorgun bedenini dinlendirirken kocasını düşündü. Adam Ayşem’in halini hiç umursamıyordu. Ne olur biraz ilgilenseydi… Kızcağız biraz sesini çıkarsa basıyordu tokadı. Hatta bir keresinde “Doğursan da kurtulsak artık senden” bile demişti kızcağıza. Ne iğrenç bir adamdı… Ayşem boğulacak gibi oldu, nefesini tazeledi. Düşüncelerinden sıyrılmak istedi. Bir anda kâbustan uyanırcasına kaldırdı başını. Ceviz ağacının dibinde oyuncak bebeğini gördü. Bebeği eline aldı ve usulca yere oturdu. Bebeğin saçlarını okşarken hafif gülümsedi.  Ne garip… Daha bir yıl önce oyuncak bebeklerle evcilik oynarken şimdi karnında bir bebek taşıyordu. Bu düşüncelerden sonra aklına yaşadıkları geldi. Gözleri doldu, taştı. Bu küçücük yaşında, narin bedeni neler yaşamıştı neler…

Ayşem artık sancılardan duramıyordu. Yardım isteyecek kimsesi de yoktu. Görgüsüz ve bir o kadar da ilgisiz kocası, Ayşem’i hiç umursamıyordu. Günün birinde yine o ıstıraplı sancılar başladı. O kadar kıvrandı ki daha önce hiç böylesini görmemişti. Ayşem de kime ne desin kime ne söylesin… Dolmuşa bindi, ilçeye gidecekti. Hastaneye yaklaştıkça sancılar da dayanılmaz bir hal alıyordu. Bir yandan başına bir şey gelmesi korkusundan bir yandan da çektiği acılardan kafası bulanıktı. Dolmuş nihayet hastaneye vardı. Kendini hastane kapısından içeri atan Ayşem, adeta haykırdı:

– Yardım edin!

Ayşem’in suyu gelmeye başlamıştı. Görevliler Ayşem’i sedyeye yatırarak hemen ameliyata aldılar. Ayşem, boncuk boncuk terlemişti. Ne dökecek bir damla gözyaşı ne de dayanacak gücü kalmıştı. Artık gözleri bulutlanıyor ve nefes alışverişi yavaşlıyordu. Bir müddet karnını okşadıktan sonra eli yana düşüverdi, gözleri kaydı. Kızcağız kasabadan hastaneye gelene kadar o denli acı çekmişti ki bütün bu olanlara dayanamayıp ameliyat masasında ruhunu teslim etti. Ayşem çok geç kalmıştı. Bütün çabalara rağmen değil, “Ayşem’in bütün çabalarına” rağmen artık çok geçti…

Ah güzel kız; 12 yıllık hayatında, daha gençlik çağında, büyükler kendi menfaatleri uğruna senin hayatını kararttılar. Üstelik sadece senin değil, günümüzde bile erken yaşta evlendirilen birçok kız çocuğunun da hayatını karartıyorlar. Bu hayatı kararan kız çocuklarının birçoğu da senin gibi genç yaşta, doğum anında, ameliyat masasında ruhunu teslim ediyor.

Ah iyi yürekli, gözleri baldan tatlı güzel kızımız, kızlarımız… Gittiğiniz yerde kendinize iyi bakın olur mu? Ve sizi koruyamadığımız için bize hakkınızı helal edin, bizi affedin.

Ve siz her şeyin en iyisini bilen aileler… Sizin menfaatleriniz, kazançlarınız, çocuklarınızın geleceğinden hiçbir zaman önemli değildir. Onlara her zaman destek olun, kendi ayaklarının üstünde durmalarına yardımcı olun. Onları asla bu cehenneme sokmayın…

Dipnot: Faik Kaplan’ın aynı konuyu ele aldığı “Çocuk Gelinler, Kelebek ” isimli kısa filminden yararlanarak “Gelin Ayşem” hikayesini yazdım. Emeğe saygı açısından kısa filmi de yazıma ekledim. Keyifli okumalar, iyi seyirler okuyucum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu