Serap Durak ile “Halkla İlişkiler ve Halkla İlişkilerde Kadının Yeri” Üzerine
Geleneksel iletişim kanalları ile hedef kitleye duyguyu daha kolay bir şekilde aktarma imkanı varken dijitale girince bu duygu kayboluyor. Dijital iletişim anlamında düşününce gördüğümüz şeyler ya daha az duygulu ya da duygusuz.
1) Öncelikle sizi tanımak isterim; Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Hobileriniz, sizi tanımlayacak özelliklerinizi ve eğitim hayatınızı bilmek isterim?
1993 yılında Marmara Üniversitesi halkla ilişkiler bölümüne girdim. O dönem üniversite sınav sistemi farklıydı ve 18 farklı tercih yapmıştım. Bu tercihlerimin hemen hemen tamamı halkla ilişkiler bölümüydü. Bir hocamın vasıtasıyla bu bölümle tanışmıştım. Bana bu bölümün kişilik olarak daha uygun olduğu söylemişti ve o şekilde yönlendirmişti. Ardından okula başladık, zaman geçti, fakat fark etmeye başladım ki dersler yarım gün sürüyor ve kalan yarım günüm boş geçiyor. Bu zamanımı da okulda öğrendiklerimi pratiğe dökmek adına iş arayışım oldu. Bunun paradan çok sektörde işleyişin nasıl olduğunu öğrenmek için yaptım. İlk olarak yolum Mccann Eriksson şirketi ile kesişti ve yarı zamanlı olarak çalışmaya başladım. Kurumdaki iş tanımım ise müşteri temsilcisinin asistanlığı idi. Bu sayede birçok departmanın işleyişini öğrenmiş oldum. Son sınıfa gittiğim zaman bir halkla ilişkiler ajansında ilk olarak yarı zamanlı ardında tam zamanlı olarak öğrencilik hayatımda ajans deneyimi kazandım.
Mezun olduktan sonra inşaat şirketine geçtim. Ardından turizm sektörüne geçtim. Bu sırada yüksek lisans yapıyordum fakat turizm sektöründe halkla ilişkiler 7/24 olduğu için yüksek lisansa devam edemedim. Turizm sektöründe ise endüstriyel kimya sektörüne geçtim ve yaklaşık 3 yıl görev aldım. Ardından kısa bir süre işe ara verdikten sonra kendi işimi yapabilir miyim diye düşünürken 2007 yılında Pozitif PR’ı kurdum ve aradan acısıyla tatlısıyla 14 yıl geçmiş bile. Pozitif PR’ı kurduktan 1-2 yıl sonra tekrar yüksek lisansa başvurdum ve sonunda halkla ilişkiler üzerine diplomamı aldım. Bu sıralarda da çok farklı sivil toplum kuruluşlarında da üyeliklerim vardı ve halihazırda devam ediyor. 2000’lerin başından itibaren Halkla ilişkiler Derneği üyesiyim, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni seçtiği gönüllü mentorlardan biriyim, Uluslararası BPW İstanbul İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği’nde toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında mentorluğum var. Bu gibi programlarında için bulunmamdan dolayı hobi anlamında pek bir zaman kalmıyor maalesef.
2) Kariyerinize başlarken en zorlandığınız şey neydi?
Normal süreçlerde okula girilir, 4 yıl o bölüm okunur ve mezun olunduktan sonra iş aranır. Fakat ben okuldaki birinci yılımın ardından bu şekilde zaman geçmeyecek ve okulda öğrendiklerimi sektörde pratiğe geçirmek istediğim için çok fazla yere başvurdum. Eskiden günümüzde olduğu gibi internet üzerinden CV yollama gibi bir imkan olmadığı için bütün CV’lerimi elden teslim ediyordum. Bu yüzden birçok ajansa gittim ve başvuru anlamında genel olarak maddi bir beklentimin çok olmadığını, daha çok işleyişi öğrenmek adına başvuru yaptığımı belirttiğim kısa bir metnim vardı. Fakat sonuç olarak bir kişiye bir şey öğretmenin bile kurum için zaman ve finansal anlamda bir maliyeti var. Bu sebepten dolayı doğru yerle buluşmakta çok zorlandım.
İstediğim yerde başlamak konusunda çok zorlandım. Ailemi ziyarete giderken trende tesadüf eseri tanıştığım bir bey aracılığı ile bir akrabasına yönlendirildim ve bu şekilde bir reklam ajansına girme fırsatı yakalım. Bu fırsat için her zaman çevremdeki imkanları, tüm iletişimlerimi çok zorladım. Ancak bu sayede böyle bir iş fırsatına sahip oldum. Fakat girmiş olduğum ajansta birinci ayım dolduktan sonra bana kendileri finansal imkan sağlama konusunda yardımcı oldular. Bu imkanlar cüzi bir miktar maaş ve ajansın yanındaki restoranda geçerli olan yemek fişiydi. Bu anlamda iletişim kurup bu aşamaya gelme konusu gerçekten benim için zordu.
3) Kariyerinizin her döneminde halkla ilişkiler bulunuyor. Bu uzun süreç içerisinde tanık olduğunuz en iyi halkla ilişkiler çalışması hangisidir?
O kadar çok güzel çalışma var ki öyle sorunca tek bir çalışmayı anlatmak güç. Fakat en son Dardanel’ın bir çalışması olmuştu. Mart sonuna doğru kadın çalışanların üretim bandında eldivensiz bulunmaları ve bu videonun bir şekilde sosyal medyaya yayılması sonucu bir iletişim krizi yaşanmıştı. Her ne kadar kriz yönetimi olsa da bu krizin üstesinden çok güzel bir şekilde gelmişlerdi. Çok akıllıcı bir fikirle bu krizi çözdüler. 8 Mart Kadın Günü’ne bağlayıp Dardanel bir video hazırladı ve kendisi yayınladı.
Bu videodaki mesaj ise “kadınlara verilen önem ve kadınların ellerinin değdiği her şey”. Bu duygusal video ve güçlü mesaj sayesinde krizi başarılı bir şekilde yönetmiş oldular. Yurtdışı çalışmaları için de Barack Obama’nın seçim kampanyasını söyleyebilirim. Çok genel bir örnek olsa da uzun vadeli planlanıp çok akıllıca yönetilmişti. Hatta o zamanlar Ahu Özyurt Amerika’da bulunurken kampanyanın içinde bulunan Türk gazeteciydi. Ardında bu konu üzerine bir kitap yazmıştı. O dönemde ben de o kitaptan öğrenmiştim ve gerçekten çok stratejik çalışmalarından dolayı çok iyi bir örnektir.
4)Biraz daha güncel bir konuya değinmek istiyorum. Bir yıldan fazladır içinde bulunduğumuz dönemi göz önünde bulundurduğumuzda pandemi öncesi ve pandemi sonrası şeklinde sektöre bakacak olursak halkla ilişkiler bu süreçte nasıl etkilendi, neydi ve ne oldu?
Yaklaşık 27 senedir halkla ilişkiler sektörünün içindeyim. Bu sebepten dolayı birçok şeyi fark ederek yaşıyorum. Bugüne kadar oluşan her olumsuz gündemden halkla ilişkiler olumsuz etkilenmiştir. Neredeyse her zaman ilk kısılan kalem, giderleri minimuma indirilen, ilk anda sözleşmeleri feshedilen taraf, hep arka plana atılan bir departman olmuştur. Gelir getirisi daha çok olan satış departmanı olduğu için biz halkla ilişkilerciler olarak hep ikinci planda kalan departman olarak kaldık. Halkla ilişkiler pandemiyle birlikte ilk kez Dünya’da da Türkiye’de de altın çağını yaşayan meslek haline geldi. Bunun sebebi bu zor dönemde insanların iyi iletişime ihtiyacı vardı. Bu sebepten neredeyse bütün markalar aktif olarak bu meslek grubunu kullandı ve iletişim oluşturdular. Hatta o döneme kadar daha normal seviyelerde iletişimle ilgilenenler bu dönemde daha çok sesini çıkarmaya başladı. Bunun sonucunda da en büyük değişim mesleğin altın çağını yaşaması olmuştur.
Markalar, kurumlar ve kişiler iletişimin değerini daha net bir şekilde anlamış oldular. Ajans tarafına bakarsak birçok ajansın müşteri sayısı ve yürüttükleri çalışma sayıları artmış oldu. Kurumlar tarafına bakacak olursak içerden görevlendirmeler farklı oldu; kurumsal iletişimde görevli kişilere daha fazla yük bindi ama kurumlar tarafından bu daha çok takdir edildi. Bu sebepten dolayı çok olumlu gelişmeler yaşandı.
5) 27 yıl boyunca halkla ilişkiler mesleğinin içinde bulunup mesleğin bütün değişimini gördüğünüzü belirttiniz. Bunun da size çok önemli tecrübe kazandırdığını düşünüyorum. Uzun süreli halkla ilişkiler tecrübelerinize dayanarak sizce halkla ilişkiler 10 yıl sonra nerede olacak?
Dijitale çok fazla kayıyoruz. Nesil değişiyor, müşteriler değişiyor, kurumlarda çalışanlar değişiyor. Dolayısıyla hitap edeceğimiz kitle değişiyor. Öncelikle kitlelere ulaşacağımız araçlar değişiyor ve bu değişim dijitale dönüşüyor. Fakat dijitale dönüşmenin kolaylıkları da var zorlukları da. Zorluk anlamından çok yetersiz kalma durumu olabileceğini düşünüyorum. Algı yaratma ve izlenimlerle ilgili sorunlar oluşabileceğini düşünüyorum. Geleneksel iletişim kanalları ile hedef kitleye duyguyu daha kolay bir şekilde aktarma imkanı varken dijitale girince bu duygu kayboluyor. Dijital iletişim anlamında düşününce gördüğümüz şeyler ya daha az duygulu ya da duygusuz. Örnek olarak gazete okuma alışkanlığını düşünürsek günlük basılan gazeteler, internette beyaz ekranın üzerine yazılmış siyah haber sitelerinden daha duygu yüklü ve daha etkilidir. Ancak gelecekte bu tarz bir değişim olacak. Bundan sonra da dijitalde tam olarak verilemeyen duygu daha çok içeriklerde verilmeye başlanacağını düşünüyorum.
6) Yurtdışına oranla Türkiye’de halkla ilişkilerin daha az bilindiğini, daha az ilginin olduğunu ve yeteri kadar önemsenmediğini görüyoruz bunun sebebi sizce nedir ya da gerçekten böyle bir durum var mı?
Bence var. Bu durumu rahmetli Alaeddin Asna’da çok anlatırdı. Türkiye’de hakla ilişkiler kelimesinin Public Relation olarak çevrilmesinde milat orasıdır. 70’lerin başında o kelimenin hayatımıza girmesi hata zaten. Bunu Halkla İlişkiler Derneği’nde ve diğer başka platformlarda da tartışıyoruz. Hatta benim bazı sunumlarım ve konuşmacı olarak katıldığım üniversitelerde çoğunlukla halkla ilişkilerin ne olmadığını, kalan konuşmalarımda da mutlaka ne olmadığı konusu içinde geçiyor. Kelime olarak maalesef yanlış anlaşılmaya müsait ve içi o kadar boşaltılmış durumda ki hastaneye girdiğimizde danışmada duran kişinin önünde halkla ilişkiler yazıyor. Fakat görevli sadece hangi departmanın hangi katta olduğuna yardımcı oluyor. Bunun yanında benzeri başka bir kuruma gidildiği zaman halkla ilişkiler kelimesinin altı iletişim danışmanlığı, algı yönetimim, stratejik iletişim danışmanı gibi kelimelerin ifade ettiğinin yanına bile yaklaşmıyor. Dolayısıyla bilinmemesindeki en büyük engel ismi. Fakat bizde sektörde bir isim ve tanım getirebilmiş değiliz. Ben halkla ilişkiler kelimesini mümkün olduğu kadar kullanmamaya çalışıyorum. Mesleğim sorulduğu zaman iletişim danışmanlığı yapıyorum diyorum. Fakat iletişim kelimesi de maalesef kötüye gidiyor ama en azından düşünme ve uygulamayı içeren bir danışmanlık olduğunu gösteren bir ifadesi var. Bu algını haricinde buna ek olarak Türkiye’de kurumların bu alanda bir hizmete ihtiyaç duyup duymamaları ile de bir sorun var. O kadar soyut bir şeyden bahsediyoruz ki çoğu insan sadece halkla ilişkileri bugün çalışmaya başlayıp yarın ülkenin önemli mecralarında boy boy haberinin çıkacağını sanarak bir beklenti içine giriyorlar. Halbuki çoğu zaman bir müşteri adayı ile iş birliği içine girdiğimiz zaman öncelikle onların SWOT analizini yapıyoruz. Bu analize göre neye sahipler, ne eksikleri var bunları öğreniyoruz. Bunu sonucunda da müşterinin isteği doğrultusunda en ince ayrıntısından başlayıp her aşamada işi doğru yapmaya çalışıyoruz.
Kurumlar için kendi internet siteleri ve sosyal medya hesapları artık çok önemli bu yüzden ilk aşamada bu kanallara odaklanmayı tercih ediyoruz. Ardında kurumların mesajlarını vereceği diğer kanalları kontrol edip düzenleme yaptıktan sonra ve kurumsal kimlik tam olarak tamamlandıktan sonra kurum sözcüsünü seçiyoruz. Kurum sözcüsü medya ile karşı karşıya gelindiği zaman kurumu en iyi şekilde temsil edecek kişidir. Bu yüzden kurum sözcüsünü en iyi şekilde hazırlıyoruz. Son olarak farklı mecralarda farklı stratejilerle kurum için hedef kitleye mesajlar veriyoruz. Sonuç olarak olumsuz bir algı var ve kurumlar bir ajansla çalışmaya başladıktan sonra böyle bir hizmete ihtiyaçları olduğunun farkına varıyorlar.
7) Bütün bu koşullar altında halkla ilişkiler bölümünden mezun olacak öğrencilere tavsiyeleriniz nedir?
Öncelikle mezun olma seviyesine gelmeden önce okula başladıkları ilk andan itibaren çok düzenli bir şekilde Marketing Türkiye, Mediacat, Campaing gibi yayınları okumaları gerektiğini düşünüyorum. Bu yayınları okuldaki kitaplardan ayrı bir noktaya koyamıyorum çünkü hangi marka hangi kampanyayı yapmış, kim kiminle anlaşmış gibi bilgileri rahatlıkla buradan alabilirler. Bu yayınlarda o kadar çok yürütülen kampanya örneği var ki oturup Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek kalmadan çok güzel ve çok farklı bakış açılarıyla birçok kampanyadan haberdar olabilirler. İş hayatı için çok önemli çünkü orada yazan bir kampanya ileriki çalışma hayatında ilham kaynağı olabilecek niteliktedir.
Bunun yanında mezun olana kadar çok fazla uygulama hakkında fikir sahibi olmak iş görüşmesi sırasında görüştüğü kişiyle konuşacak birçok konu birikmiş oluyor ve konu hakkında verebilecekleri örnek çok oluyor. Bu durum sonunda da iş görüşmesine gelen kişi konuya hakim ve bilgisi yüksek izlenimi yaratacaktır. Bununla beraber görüşmenin sonucunun daha pozitif bir geri dönüş olma ihtimalini yükseltir. Buna ek olarak öğrencilerin mezun olmadan önce mutlaka medya tarafında da bir deneyim elde etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok kısa bir süre olsa da medya kuruluşunun içinde masanın diğer tarafında neler olup bittiğinin farkında olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bir medya kuruluşunda 6 ay çalışmak başka bir kuruluşta 10 yıl çalışmakla eş değer olduğunu düşünüyorum çünkü haberi önerdiğin, basın bülteni gönderdiğin tarafta neler olup bittiğini bilmek ileriki zamanlarda ne şekilde strateji uygulayacağın hakkında kolaylık sağlayacaktır.
8) Bu noktadan itibaren daha çok halkla ilişkilerde kadının yeri hakkında değerli fikirlerinizi almak istiyorum. Sizce halkla ilişkilerde kadının yeri nedir?
Kadınlar bir şekilde iletişim kurmayı başarıyor. Doğuştan gelen bir özellik olarak ne yapıp edip kadınlar kişileri ikna etmede çok başarılılar. 90’ların sonuna doğru değişen bir durum var ve 2000’lerin başında itibaren özellikle erkeklerde çok fazla yetkin iletişim danışmanı örneği var. Dolayısıyla artık kadın mesleği ya da erkek mesleği gibi bir ayrımdan öte herkesin yapabildiği yetkinlikleri doğrultusunda kendini gösterebileceği bir alandır halkla ilişkiler. Ancak halkla ilişkiler mesleği çok büyük titizlik, ilgi ve takip gerektiriyor. Bu durumda yine kadınların doğuştan gelen özellik olarak daha kolay oluyor. Fakat erkekler bu durumunum tersi mi? Tabi ki değil ama belli bir noktadan itibaren onların da dikkat ettiği yerlerle kadınların gördüğü yerler arasında zaman zaman farklar oluyor. Dolayısıyla biraz daha kadınlara yakıştırılan bir meslek haline geliyor.
Kadınların ilişki anlamında bakarsak bir kişi ile başka bir kişi arasında bir vesileyle ortamını bulup aynı konuda buluşturmak kadınların daha kolay yaptığı bir konudur. Örnek olarak tekstil sektöründe bir müşteriye hizmet veriyoruz. Bu kurum çok büyük bir firmaya ulaşmaya çalışıyorlar. Fakat o firma o kadar büyük ki bir türlü görüşmek için randevu vermiyorlar. Bir kadın halkla ilişkiler uygulayıcısı görevi gereği firmanın her özelliğini o kadar çok araştırır ki bu iki kurumu doğal bir şekilde karşılaşmış gibi bir araya getirebilir. Erkek uygulayıcılar bununla pek fazla uğraşmazlar. Diğer yandan kadın bunu görevi haline getirip yapar.
9) Bir kadın yönetici sektörde en üst makama çıkabilmesi için sosyal ve özel hayatından fedakarlık etmesi şart mı? Bu durum için genelde Queen Bee (Kraliçe Arı) tabiri kullanılır. Sizce bu tabir tam olarak nedir ve bu durumun böyle olduğunu düşünüyor musunuz?
Durumun böyle olduğunu çok düşünmüyorum. Çünkü kadın olduğun için yükselemezsin ya da erkeklere göre daha zor yükselirsin düşüncesi yavaş yavaş geride kalıyor. Sonuç olarak bu durum Türkiye’deki toplum ve kültürle de alakalı bir durumdur. Her zaman erkeklere daha fazla saygı gösterilmesi ve saygı duyulması gerektiği ve gerekiyorsa geri çekilmenin gerektiği gibi bir yazılı olmayan kural vardı. Fakat artık kadınların ekonomik ve düşünce anlamında daha özgür olmaları ve davranmalarıyla birlikte her kadın kariyeriyle ilgili daha net ve kararlı ilerleyebiliyor. Yavaş yavaş da toplum dönüşüyor, sektör de dönüşüyor dolayısıyla bu durum çok fazla yok. İş anlamında mesleğin gerekliliklerini yerine getirmesi ve kendisinden bekleneni yapıyor olması her zaman yolunu açar. Bunun yanında çok sevdiğim bir söz vardır. “Kadın kadının kurdudur.” Eğer bir kadın yukarı çıkmaya çalışıyor ve bunu hak ediyorsa diğer taraftan onun rakibi başka bir kadın kendini o yere layık görüyorsa o kişinin yolunu erkeklerden daha çok kesiyor diyebilirim.
10) Son olarak daha önce bir kadın olarak sektörde zorlandığınız anlar oldu mu olduysa ne gibi zorluklar oldu ve nasıl etkilendiniz, nasıl üstesinden geldiniz?
Açıkçası mesleki olarak kadın olduğum için yetersiz veya karşı taraf için doğru bulunmadığım bir durumla karşılaşmadım. Hem kurum için çalıştığım zamanları düşünüyorum hem de Pozitif PR için dönemi düşünüyorum ve kendi kişisel yetkinliğim anlamında bir problem yaşamadım. Herhangi bir eleştiri de almadım ve herhangi bir dirençle de karşılaşmadım. Ancak her ne olursa olsun bu zihniyete sahip olan kişilerin varlığı kadınlar için her zaman sorun olmuştur.