Dizi&Film

Yedinci Mühür- Ingmar Bergman

İsveç Dünya sineması öncü yönetmenlerinden Ingmar Bergman’ın (1918- 2007) Yedinci Mühür filmi, 1957 yılında gösterime girmiştir.  Kameranın objektifinin sıkça gökyüzüne doğru çevrilmesinden dolayı Yedinci Mühür için Bergman’ın Dikey Sineması’nın başlangıcı denir. 

Filmi daha doğru inceleyebilmek adına Bergman’ın hayatına kısaca değinecek olursak; 14 Temmuz 1918 yılında İsveç’in eski başkentlerinden olan Uppsala’da doğmuştur ve babasının papaz oluşundan dolayı sıkı bir disiplin altında yetişmiştir. Bununla ilgili kendisi şunları ifade etmiştir: “Herkesin gözü papaz ailesinin üzerindedir. Onlar adeta bir tepsinin üzerindeymiş gibi yaşarlar. Papaz evinin kapısı cemaatine hep açık olmalıdır. Cemaatin eleştirisi ve yorumları bitmek bilmez. Annem ve babam, bu mantıksız baskının altında ezilen mükemmeliyetçi kişilerdi. Kendi içlerinde bastırmaya çalıştıkları özelliklerini iki oğulları da sürekli olarak yansıtıyordu” (Bergman 1990: 14).  

Büyülü Fener adlı kitabında da annesi hakkında şu sözleri eklemiştir: 

“Annem, bir kez anneannemin en küçük oğlu Ernst’ten başka kimseyi sevmediğini söylemişti. Annem olası her biçimde ona benzemeye uğraşarak anneannemin sevgisini kazanmaya çalışmış, ama daha yumuşak bir insan olduğu için bunu başaramamıştı” (Bergman 1990: 28) 

Ailesiyle yaşadığı zorlu zamanlar için de ayrıca şöyle bahsetmiştir: “Ağabeyim intihar girişiminde bulunmuştu. Kız kardeşime ailenin itibarını kurtarmak adına zorla bir kürtaj yaptırıldı. Ben evden kaçtım. Annemle babam başı sonu olmayan yıpratıcı kriz içinde yaşadılar. Dramımız herkesin gözünün önünde, papaz evinin pırıl pırıl aydınlatılmış sahnesi üzerinde oynandı” (Bergman 1990: 156). 

‘’Kuzu yedinci mührü açınca, gökte yarım saat kadar sessizlik oldu. Tanrı’nın önünde duran yedi meleği gördüm. Onlara yedi borazan verildi. ‘’(Vahiy 8:6-21) Film, 7. mührün de açıldığını izleyicilere borazan sesiyle haber verir. O sırada ana karakterimizi ıssız bir sahilde karşılarız. Antonius Block (Max von Sydow), İsveç Kraliyeti’nin haçlı şövalyesi, e silahtarı Jöns (Gunnar Björnstrand) ile beraber on yıl savaştıktan sonra İsveç topraklarına geri dönmüştür.

14. Yüzyıl başlarını anlatan filmde, ana karakterimiz ülkesinde kara vebanın insanları kırıp geçtiğini görmüştür. Borazan sesleriyle beraber ıssız sahilde bir anda yüzü beyaza boyalı, siyah cübbesiyle bir başka karakter gözükür seyirciye ve seyirci ortamdaki atmosferden bu figüranın Ölüm (Bengt Ekerot) olduğunu anlar tıpkı Antonius gibi. Şövalye, ölüme hemen teslim olmak istemez ve zaman kazanmak adına onu bir satranç oyununa çağırır. Eğer kazanırsa, ölüm peşini bırakacaktır. Ölüm siyah, Block ise beyaz taşları alır ve oyuna başlarlar ve Block’un kendi şüphelerine giden yolculuğu boyunca da bu oyun devam edecektir.  

Block ve silahtarının ilk ziyaretleri yol üzerinde gördükleri bir han olur ve orada duvarları boyayan bir ressam ile tanışırlar. 

Ressam, bir gün öleceklerini hatırlatmak için duvarlara ölümü resmediyordur. Silahtar Jöns, daha sonrasında ressam ile vebanın korkunçluğu üzerine diyaloğa girerken Block ise yakınlardaki bir kiliseye gider. Rahibe içindeki tüm sorgulayıcı düşünceleri itiraf etmek ister. Kalbinin boş olduğundan ve bu sebeple kendini insanlardan soyutladığından bahseder. Bunun üzerine rahip ölmek isteyip istemediğini sorar ve ana karakterimizin ölmek istemediğini fakat bilgi istediğini öğrenir. Block sorgulamaya devam eder: “İnsanın duyularıyla Tanrı’yı kavrayabilmesi o kadar imkânsız mı? O, neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki? Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? Ya inanmayan, inanamayanlar? İçimdeki Tanrı’yı neden öldüremiyorum? O’nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor?

Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum? Ben inanç ya da varsayım değil bilgi istiyorum. Tanrı’nın kendini göstermesini ve benimle konuşmasını istiyorum ama o suskun. Karanlıkta O’na sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.” başkasına nasıl inanç duyabiliriz? Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? Ya inanmayan, inanamayanlar? İçimdeki Tanrı’yı neden öldüremiyorum? O’nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum? Ben inanç ya da varsayım değil bilgi istiyorum. Tanrı’nın kendini göstermesini ve benimle konuşmasını istiyorum ama o suskun. Karanlıkta O’na sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.”

(www.sinemalar.com) Rahibe sabah ölümün onu almaya geldiğini ama halletmesi gereken bir işi olduğu için onu oyaladığını ve satranç oynamayı teklif ettiğini söyler. Rahip bu acil işin ne olduğunu sorduğundaysa tüm yaşamını boşa uğraşlarla geçirdiğini, şimdiyse kalan süresinde anlamlı bir iş yapmak istediğini söyler ve ölümü yenmek için bir taktiği olduğunu ekler. Bunun üzerine pencereden Ölüm yüzünü gösterir ve Block, tüm o itirafları yanlış kişiye yaptığını anlar. 

Block ve Jöns yolculuklarına devam ederken gezici tiyatrolarla hayatlarını sürdüren Mia (Bibi Andersson) ve kocası Jöf (Nils Poppe) ile tanışırlar.

Bu yaşama sevinviyle dolu ailenin bir de çocukları vardır. Jörn Donner’in gibi Mia ve Jof hakkındaki yorumu, onların basit sorular sorduğu, dünyanın ınlar için açık olduğudur. Ölüm sorusuyla ilgilenmez, sadece yaşarlar (Donner 1972: 138-147). Onlarla beraber otururken hayatı sorgulayan Block, daha sonrasında bu anı hiç unutmayacağını belirtir ve şunları ekler: “Sessizliği ve alacakaranlığı, yaban çileklerini, süt çanağını, akşam ışığında yüzlerinizi, uykudaki Mikael’i, liriyle Jof’ü, konuştuklarımızı hatırlayacağım. Bu hatırayı ellerimde, yeni sağılmış süt dolu bir çanak taşırmış gibi dikkatle taşıyacağım. Benim için yeterli bir işaret olacak.”(www.sinemalar.com). 

Bu dakikadan sonra şövalyenin kafasındaki soru işaretleri yok olmuş gibidir, ölümle oynadığı satranç oyununu kaybetmeye razıdır. Bu sebeple yaban çilekleri ve süt dolu çanağı iyilikle ve şefkatle ilişkilendirebiliriz. Fakat bu güzel an, ölümün gözükmesi ile yarıda kalır. Ölüm, yolculuğa yeni arkadaşlarıyla mı devam edeceğini sorar. Bu soru şövalyeyi endişeye sürükler, çünkü artık ölüm arkadaşlarının da peşindedir. 

Yolculuk esnasında bu sefer karşılarına yakılmak üzere olan bir genç kız çıkar. Şeytanla ilişkisi olduğu söylenen bu genç kıza, vebayı da yayan kişi denerek iftira atılır. Block, bu söylentiler üzerine kızın yanına gider ve gerçekten şeytanla bir iletişimi olup olmadığını sorar. Çünkü belki de şeytan aracılığıyla da olsa yaratıcıya ulaşabilecektir. Fakat aradığı sonucu bulamaz. Kıza yardım etmeden oradan uzaklaşırlar ve kızın yanına ölüm gelir. 

Şövalye ölümle satranca devam ederken Jof onları görür ve ailesiyle beraber uzaklaşmaya çalışır. O sırada Block, ölüm bu kaçışı fark etmesin diye pelerini ile satranç tahtasını devirir fakat ölüm, onu kandıramayacağını ve taşların yerini ezbere bildiğini söyler ve uzaklaşır. Block, süresinin azaldığının farkında olarak arkadaşlarıyla beraber yolculuğun son durağına yani karısının yanına gider. Karısının, gözlerinde korku görüyorum, gittiğine pişman mısın diye sorması üzerine Block, pişman değil ama yorgun olduğunu söyler. Sonra eşi evdekilere İncil’den 7. mühür pasajını okur. 

Son sahnede Jof ve Mia kendilerini bir deniz kıyısında atlı arabasının içinde bulurlar. Jöf, arabadan iner ve eşine ileriye bakmasını söyler ve ekler:

 “Göğün altında önde Ölüm, arkasında Demirci Plog ve karısı Lisa, Şövalye Antonius Block, şövalyenin savaşa gitmesine sebep olan Raval (Dr. Mirabilis), Block’un silahtarı Jöns, liriyle Skat var. En önde elinde tırpanı ve kum saatiyle Ölüm ve en arkada ise liriyle Skat, diğerleriyle ele ele tutuşmuş bir şekilde dans ederek yürüyorlar. Onlar, yüzlerine yağmur vurarak ve ağır ağır ilerleyerek şafaktan karanlıklar dünyasına gidiyorlar.” (www.sinemalar.com). 

Filmin ana teması olan Ölüm, herkes için kaçınılmazdır. Fakat özellikle inanç konusunda kafasında belirsizlikler olan Block için, kabullenmek mümkün değildir. Film boyunca ölümünü sadece ertelemiştir, ondan kaçamamıştır. 

Seyirci, Block’un Hıristiyanlığı tam olarak içselleştirememesinin sebebini yaşadığı dönemle ilişkilendirebilir. Orta Çağ’ın bunalımlı ve dogmatik havasının yanı sıra veba gibi felaketleri Block, Tanrı’nın insanlara cezası olarak düşünülmektedir. 

Son olarak, Bergman Yedinci Mühür filmi ile ‘korkusundan kurtulduğunu söylemiştir. Bir konuşmada film için şunları söyler: “Yedinci Mühür’e karşı istediğinizi söyleyin. Ben – çocukluktan gelen takıntımı – ölüm korkumu işte o anda, Yedinci Mühür’ü yaptığımda yendim. Kendimi ecelle boğuşuyor gibi hissettim; korkum çok şiddetliydi. Filmi bitirdiğimde korkumdan eser kalmamıştı.’’ (Savaş 2003: 255). 

KAYNAKÇA 

1)  https://sinemalar.com/film/829/yedinci-muhur (07.09.2017). 

2) Ekinci A (2007) İsveç Sinemasından Bir Auteur: INGMAR BERGMAN VE “YEDİNCİ MÜHÜR” 

3) Savaş H (2003) Sinema ve Varoluşçuluk, Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul. 

4)Sümer N. (2017) Deli Dumrul Öyküsünün ve Yedinci Mühür Sinema Filminin Çağrıştırdığı Ortak Tema 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu